ÜCRET ARTMIYOR AMA FATURA ARTIYOR
Bizim olmayan bir kriz yaşadık ve krizi atlattık. Krizde neredeyse hiç sesi çıkmayan, hiç olay olmayan Tunus, Mısır, Yemen, Ürdün, Cezayir, Arnavutluk gibi ülkeler neden şimdi patlıyor?
Bizim olmayan bir kriz yaşadık ve krizi atlattık. Krizde neredeyse hiç sesi çıkmayan, hiç olay olmayan Tunus, Mısır, Yemen, Ürdün, Cezayir, Arnavutluk gibi ülkeler neden şimdi patlıyor?
Yeterince anlaşılmayan, üstü örtülen bir gerçek var ki bugün küresel krizin yol açtığı yoksulluk isyanı dalga dalga yayılıyor. Sorunu sadece yönetim biçiminde aramak sanırız işi biraz hafife almak anlamına geliyor. Sorunun daha temel nedenlerine de bakmak gerekiyor. Finansal piyasalar uzmanı Cihan Kerem Kahvecioğlu, bu soruların yanıtlarım Türkiye örneği ile aradı.
İşte Kahvecioğlu’nun kaleminden Türkiye’de krizi yaşayanlar: İki kez kredi notu artmasına rağmen Tunus’un bile daha alanda kredi notuna sahibiz. Mısır ile daha yeni eşitlendik. O zaman soralım: Kredi notu ne kadar ölçü, ne kadar övünç olabilir ki? Kredi not artışına bakıp Türkiye’de de kriz gerçekten bitti mi? Veya sorumuzu biraz daha açarak soralım: Türkiye’de krize kim girdi, kim kriz yaşadı, kim krizden çıktı, kim hala kriz yaşamaya devam ediyor? Milli gelir ne diyor? 2008 yılının ilk üç yarısı kriz öncesi en parlak dönemi yansıtıyor. Milli gelir ve alt dağılımını Tablol’den izliyoruz. Reel olarak milli gelirimiz kriz öncesini 2010 yılı 3. çeyrekte ancak yakalıyor.
Ama alt dağılıma bakıldığında iş biraz daha farklı: Üretim olarak henüz ulaştığımız milli gelir düzeyimizi tüketim olarak çoktan aşmış durumdayız. İyi ama üretmedentüketmek nereye kadar! Tüketim artışının da alt detaylarına baktığımızda daha çok zorunlu temel geçim kalemlerinde artışlar öne çıkıyor. Mesela gıda, mesela sağlık, mesela yakıt tüketimi. Zorunlu tüketime karşılık örneğin eğÜretim değil, tüketimle büyüdük Ücretler artamadı TABLO 3 Artan istihdam değil, atıl istihdam İstihdamın sektörel dağılımı (Bin kişi) lence-kültür tüketimi yüzde -8.36 gibi dramatik bir oranda azalabiliyor. MALİ kazançlar rekor kırarken…
Tüketici kazanmadan veya kazancından çok daha fazla harcarsa ne olur? İşte Türkiye örneği: Krediye dayalı büyüme modeli karşımıza çıkar. Krizden çıkarken zorunlu tüketim artışlarının tetiklediği milli geliri mali sektörün beslediği görülmektedir. Bankacılık ve mali sektöre kriz nerede ise hiç uğramadı. Hatta kriz dönemi bankacılık ve mali sektörün en parlak kâr rakamlarını elde ettiği dönem olmuştur.
Sorun aslında sadece kriz döneminde değil 2002’den beri süregelen bir yapısal özellik taşımaktadır. GSMH’nin yüzde 34 büyüdüğü 2002-2009 arasında mali kuruluşlar tam yüzde 82’lik genişleme sağlamıştır. Oysa aynı dönemde maaş ve ücretler sadece ve sadece yüzde 3.12 artabilmiştir. Ücretli krizi yeni aşıyor Bankacılık sektörü başta olmak üzere mali kuruluşların, perakendenin, ithalatın bitirmiş olduğu kriz maalesef ücretli kesim açısından aynı tabloyu göstermemektedir.
Tablo2.’den TÜİK’in reel ücret endeksini inceliyoruz. Çalışmamın başladığı 2005 yılından sonra kademeli olarak artış gösteren reel ücretler 2008 yılı 3. çeyrekte en yüksek düzeyine çıkıyor. Krizde en sert düşüş reel ücrederde yaşanıyor ve özellikle inşaat sektörü adeta dağılıyor. Son veriler 2010 yılı 3. döneme ait. Sanayi sektöründe reel ücretler henüz kriz öncesini ancak yaklaşıyor. İnşaat sektöründe çalışanlar açısından kriz öncesine hala çok yol var. Kriz öncesi reel ücret düzeyini aşan tek sektör ticaret-hizmet sektörü.
Üretim artışından daha yüksek oranda tüketim artışının malum sonucu bir tablo ortada. Bu tabloyu aslında İstihdam Endeksi de göstermektedir. Her ne kadar işsizlik rakamı kriz öncesinin üzerinde görülse de asıl irdelenmesi gereken çalışanların durumudur. İmalat sanayi istihdam endeksi 2008 3. dönemde 106.3 seviyesine ulaşmışken 2010 yılı 3. dönemde 101.7 ile kriz öncesinin oldukça gerisinde kalmıştır. Hem çalışan hem de çalışmayan sorunlu Milli gelir rakamında kriz öncesini henüz yakalayan Türkiye istihdamda ise çarpık bir tablo ile karşı karşıya. Burada temel sorun aynı milli gelire ulaşmamıza rağmen ortalama çalışan sayısı 1 milyon 300 bin kişi daha fazladır. İşin daha tuhaf tarafı ise çalışan sayısındaki bu artışa karşılık milli gelirdeki ücret ve maaş tüketiminin aynı artışı gösterememesidir.
Bu durum Tablo 3’te görülmektedir. Bu sorunun iki temel kaynağını istihdam dağılımından görebiliyoruz. Çalışan sayısındaki 1 milyon 300 bin artışın 664 bin kişisi tarım kesiminden gelmektedir. Yani köyüne geri dönenlerin aslında üretimi artırmadan aynı sofraya ortak olmasıdır. İkinci temel artış hizmeder sektöründen, yani üretim dışı sektörden gelmektedir. Hizmeder sektöründeki çalışan sayısındaki artış ise 488 bin kişidir.
Çalışan sayısı 1 milyon 300 bin kişi artan Türkiye’de kriz öncesine göre sanayi sektöründeki çalışan artışı değil, 28 bin kişilik azalma olmuştur. Artan fatura Milli gelir karşısında ücret ve istihdam dağılımının aynı paralellikte girmeyişi ülkemizde de ciddi sorunların altan alta beslendiğini göstermektedir. Enerji fiyatlarındaki ki özellikle elektrik ve akaryakıt başta olmak üzere faturaları şişirmektedir. Keza benzer durum gıda fiyatiannda da aynı şekilde devam etmektedir. Sadece Türkiye’ye özgü olmayan gıda fiyat artışlarının dış ticaret yolu ile beslenmesi de söz konusudur. Dünya borsalarında fiyatı artan mısır olsun, buğday olsun bunun başlıca göstergeleridir. Bir tarafta artan gözüken ama atıl olan istihdam yaratırken diğer yandan ücredere yansıyamayan bir büyüme modeli ile karşı karşıyayız.
Türkiye 2002-2008 yılları arasında özellikle gelir dağılımı açısından gösterdiği başarıya karşılık bu sefer krizden çıkış döneminde tam tersi bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Geçen yıl et fiyatlarında yaşanan hızlı yükselişin ardındaki tartışmanın şimdilerde 2009 yılında vergi zammı ile karşılaşmış akaryakıt sektöründe yaşamaya başlaması tesadüf değildir. Kamuoyunda fiyat artışlarının yol açtığı tartışmanın ses getirmesi aslında milli gelirdeki çarpık artışın sonucu olarak görülebilir.
Demokrasi nimeti Son olarak Mısır’da baş gösteren halk ayaklanmasının ardından petrol fiyatlarının 100 dolann üzerine çıkması kamuoyunda yeni akaryakıt zammı ve bu zamma tepkileri de gündeme taşıyabilecektir. Burada yeniden belirtmeliyiz ki akaryakıt fiyatlarım önemli ölçüde artıran 2009 vergi artışının da yeniden gözden geçirilmesi ve fiyat artışlarının sadece bütçeye gelir artışı olarak bakılmaması tartışmaya açılabilir.
Krizin aslında bitmediğini, yeni dünya düzeninin aslında yeni krizleri bölgeselleştirerek alt gelir gruplarına dağıttığını görmekteyiz. Demokratik ülkelerin bu yapılanmada sadece çözümleri toplumla paylaşmada kalmayıp çözümler üretmede fırsatlar barındırdığı görülmektedir. İngiltere, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerindeki krize karşı ayaklanmaların toplumsal açıdan rejimsel sorun görülmemesi Türkiye açısından da örnek alınabilir. Ve derhal akaryakıt vergileri gözden geçirilebilir.
Haberi PDF Simgesine tıklayarak Gazetede Yayınlandığı Şekliyle Okuyabilirsiniz
Kaynak: Dünya Gazetesi