Kamuoyunda “Torba Yasa” namıyla bilinen yasa tasarısı, devlete borçlarını ödemeyen uyanıkları ödüllendirirken, emekçilerin başına çorap örmeye hazırlanmaktadır.
İşsizlik sigortası fonunun talan edilmesinden, taşeronlaşmayı meşrulaştırma girişimlerine; esnek çalışma modelinin yaygınlaştırılmasından, özelleştirmeye ilişkin yargı kararlarının uygulanmamasına kadar uzanan pek çok düzenleme, özünde emek haklarını sermaye çıkarlarına uygun tarzda şekillendirme girişiminden başka bir şey değildir.
Zaman, tüm emekçilerin ve emek örgütlerinin tek bir ses, tek bir vücut ve tek bir güç olarak direnmesi ve kendi iradesini ortaya koyması gereken bir zamandır.
Bu konuda, asli görev ve sorumluluk, bu ülkenin en büyük işçi örgütü olan TÜRK-İŞ’e düşmektedir. Elbette ki, bu görevi yerine getirme yetkisi de TÜRK-İŞ’i yönetenlerdedir.
Türkiye’de işçi sınıfı yine tarihi bir dönemden geçmektedir. Tıpkı geçmişte 4857 sayılı İş Kanunu, Sosyal Güvenlik Kanunu değişikliklerinin yoğun tartışma ve tepkilere neden olduğu dönemlerdeki gibi. Hafızalar tazedir, gözler ve akıllar hala o dönemlerde kalmıştır.
Her iki yasa emek haklarına vurulmuş büyük bir darbedir. Ama bu darbe, başta TÜRK-İŞ olmak üzere, emek örgütlerinin tepkisizliğinden, mücadeleden kaçmasından ve Hükümetin dayatmalarını “uzlaşma” kılıfı altında kabullenme basiretsizliğinden kaynaklanmıştır.
Üzülerek müşahade etmekteyiz ki; aynı tiyatro bu gün tekrar sahneye konmuştur. Kamuoyunda “torba yasa” adıyla maruf, gayya kuyusuna işçi sınıfı tekrar atılmaya hazırlanmaktadır.
TÜRK-İŞ yönetimi ise Başkanlar Kurulu toplantısından, iyiniyetle, “ciddi, etkin ve sürekli eylem kararları” bekleyen emek camiasının tüm umutlarını bir kez daha boşa çıkarmıştır.
Bazı TÜRK-İŞ yöneticilerinin tıpkı TEKEL eylemleri sırasında olduğu gibi, sureta haktan görünüp, kapalı kapılar ardında yine teslimiyetçilik bayrağı çektiği bir kez daha anlaşılmıştır.
“Torba”dan belediye işçisine farklı, yol işçisine farklı hizmet yollarının çıkması kesinlikle tesadüfi değildir. Sevinen yol işçileri ile harcanan belediye işçileri, yaklaşan TÜRK-İŞ Genel Kurulu ve genel seçim hesaplarına kurban edildiklerinin farkında olmalıdırlar. Nitekim, yıllar önce Köy Hizmetleri kapatıldığında aynı işçiler bir başka pazarlığın konusuydular ve sanki ulufe veriliyormuşcasına Özel İdarelere devredilmişlerdi. Halbuki daha başlangıçta Karayolları’na geçirilebilirlerdi. Ancak, anlaşılıyor ki; o zaman Karayollarına devredilmiş olsalardı, bu gün yeni pazarlıklar için zemin kalmayacaktı.
Bu oyun AKP Hükümeti ile birlikte tezgahlanan çirkin bir oyundur. Yol işçisi ile belediye işçisine farklı yasal imkanlar tanıyarak, zaten bir avuç kalmış kamu işçisini birbirine hasım etmek, tipik bir “böl ve yönet” politikasıdır.
Ama asıl ayıp ve katlanılmaz olan, TÜRK-İŞ’i yöneten bazı kişilerin, kendi ikballeri uğruna, işçi sınıfının hak ve özgürlüklerine yapılan saldırıları “demokratik tartışma ve uzlaşma” sunumu altında kıyıma uğratmalarıdır.
AKP Hükümetinin “torba”sından işçi sınıfına “ kölelik zinciri” çıkmıştır. Ne yazık ki zinciri uzatan el, kendi eli TÜRK-İŞ olmuştur.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.