KÜRESEL GIDA KRİZİNE DOĞRU
Küresel gıda fiyatları 2007 yılından bu yana hızlı bir yükselme içerisinde. Özellikle son üç ay boyunca buğday, mısır, darı, pirinç gibi temel gıda maddelerin fiyatlarında yeni bir ivmelenmeyle karşı karşıyayız.

Küresel gıda fiyatları 2007 yılından bu yana hızlı bir yükselme içerisinde. Özellikle son üç ay boyunca buğday, mısır, darı, pirinç gibi temel gıda maddelerin fiyatlarında yeni bir ivmelenmeyle karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre gıda fiyatları endeksi 2006’da yüzde 12, 2007’de yüzde 24 ve 2008’de de yüzde 50 artış gösterdi. Sadece son bir ay içinde yüzde 3.4 artan gıda fiyatları endeksi, izlenmeye başlandığı 1990 yılından bu yana zirve noktasında duruyor. Dünya Bankası verileri de aynı yönde gelişmelere işaret ediyor: özellikle “güneyin gelişmekte olan ekonomilerinde” son üç yılda fiyat artışlarının buğdayda yüzde 130; soya fasulyesinde yüzde 87; pirinçte ise yüzde 74’e ulaştığı vurgulanmakta.
Dünya Bankası, gıda fiyatlarındaki yükselme sonucunda dünyada (günde 1.25 dolar altında gelir ile) “mutlak” yoksulluk yaşayan insan sayısında haziran ayından bu yana 44 milyonluk bir artış olduğunu belgeledi. FAO’ya göre de gıda krizinin derinleşmesi sonucunda “yetersiz beslenme ve açlık yoksulluğu” yaşayanların sayısı sadece 2008’de 75 milyon artarak 925 milyon kişi oldu. FAO tahminlerine göre, verili eğilimler sürdüğü takdirde bu rakam 2017 yılında 1.2 milyar kişiye ulaşacak.
Bütün bu gözlemler altında, yazımızın bulgularını baştan vurgulamak istiyorum: Söz konusu veriler küresel kapitalizmin başka bir boyutta sürmekte olduğunun açık bir göstergesidir. Küresel kapitalizm 20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak uzun dönemli ve yapısal nitelikli, devrevi krizlerinden bir yenisine sürüklenmiş durumdadır. Küresel sermaye bu krizi önceleri üçüncü dünyanın azgelişmiş ülkelerini borç tuzağı içine çekerek başlattığı ve neoliberal modelin saldırılarıyla güçlendirdiği özelleştirme politikalarıyla, bu ülkelerin kamusal varlıklarını yağmalamayla aşmaya çalışmış; daha sonra dotcom diye anılan internet köpüğü ve nihayet gayrimenkul piyasalarındaki spekülatif köpükler aracılığıyla ertelemeye çalışmıştır. Gezegenimizin kaynaklarını birer ticari meta ve spekülasyon aracı olarak değerlendirme çabası mevcut gıda krizinin de ana nedenidir.
***
Gıda fiyatlarındaki yükselişin kısa dönemdeki konjonktürel veriler ışığında “teknik iktisadi” açıklamaları kuşkusuz yapılabilir. İktisat biliminin iflah olmaz tam rekabet varsayımını veri alarak, dünya piyasalarındaki arz ve talep koşullarına bağlı açıklamalar, gıda fiyatlarını Çin ve Hindistan’da büyüyen orta sınıfların yarattığı talep baskılarına; mevsimsel etkilere; veya petrol fiyatlarındaki artışın tarımsal üretimde yarattığı maliyet baskılarına dayandırılmaktadır.
Oysa bütün bu gerekçeler, bir bütün olarak ele alındığında sorunun temelinde yatan öğeleri açıklamaktan uzak kalmaktadır. Zira her şeyden önce, mevcut gıda krizi üretim eksikliğinden değil, dünya çapında yaşanan yoksullaşmanın ve mülksüzleşmenin doğurduğu “talep edememe” olgusuna dayanmaktadır. Neoliberal serbestleştirme, özelleştirme, kuralsızlaştırma modeline dayalı mevcut gıda ve tarım politikaları, bir yanda mülksüzleşen kırsal köylü nüfusun kitleler halinde kentlerin varoşlarına dışlanmış, enformalleştirilmiş kentli yoksullar halinde yığılmasına; diğer yanda ise gıda sektörünün üretim ve dağıtım zincirinin hemen her halkasını denetleyen, tayınlayan, fiyatlandıran ve spekülatif ileri piyasalarda yönlendiren tekelci ulus-ötesi şirketlerin daha da güçlenmesine yol açmaktadır.
Elimizdeki verilere göre, günümüzde gıda ve tarımsal sanayiler küresel meta zincirinin daha ilk halkasında, tohum üretimi ve pazarlanmasında, konumlanan on büyük şirket (Monsanto, DuPont, Syngenta, Bayer vd.) tohum piyasasının yarısından fazlasını kontrol etmektedir. Bunun devamı olarak sayılabilecek zirai ilaçlama ve gübre sektörlerinde ise on ulus-ötesi şirket küresel piyasanın yüzde 84’ünü elinde tutmaktadır. Dağıtım ve pazarlama aşamalarında da benzer eğilimler mevcuttur. Avrupa piyasalarında on büyük ulus-ötesi şirketin dağıtım şebekeleri pazarın yüzde 45’ini kontrol etmekte olup, mevcut hipermarketleşme eğilimleri altında önümüzdeki 15 yıl içinde bu oranın yüzde 75’e ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Küresel meta zincirlerindeki bu yoğun tekelleşme, kimin, neyi, hangi piyasada ve hangi fiyattan tüketebileceği kararının verilmesinde ana belirleyici unsurdur. Diğer yandan, Avrupa Birliği, ABD ve Kanada gibi “kuzey”in zengin ülkelerinde izlenen tarımsal destek ve teşviklendirme politikaları tüm dünyanın tarımsal hammadde kaynaklarını bu ülkelere çekmekte ve dünya pazarlarında çarpık ve sürdürülemez bir üretim deseni oluşturmaktadır. Tarımsal destekler, tarım sanayileri sektörü toplam katma değerinin ABD’de yüzde 25’ine, AB ülkelerinde ise yüzde 40’ına ulaşmakta ve nihai olarak, gene üretim-ana girdiler ve dağıtım safhalarını ellerinde bulunduran büyük tarım tekellerinin kârlarını desteklemektedir.
***
Derinleşen gıda krizinin, tüm boyutlarıyla ele alındığında, aslında küresel kapitalizmin büyük durgunluğunun bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Gıda fiyatlarındaki ivmelenme dalgasını salt arz ve talep dalgalanmalarıyla ve 18. yüzyıl liberal öğretisinin tam rekabet varsayımlarıyla açıklayacak kadar saf olmamalıyız.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi