ALABORA EKONOMİ, DALAVERE İKTİDAR
Merkez Bankası Başkanı Başçı´nın Cumhurbaşkanı Erdoğan´a yaptığı sunumu inceleyen varsa, adeta bir Ekonomiye Giriş dersi niteliğinde olduğunu görecektir

Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yaptığı sunumu inceleyen varsa, adeta bir "Ekonomiye Giriş" dersi niteliğinde olduğunu görecektir. Yaklaşık 130 sayfalık sunumda para aktarım mekanizmasının döviz kuru kanalı tablolarla, şekillerle anlatılmış. Tane tane…
Para politikası gevşerse yani faiz düşerse ne olur? Artarsa ne olur? gibi mevcut neoliberal sistemin mantığı şemalarla gösterilmiş. Hani ülkemiz Erdoğan’ın kendi ifadeleriyle koalisyon ortakları tarafından yönetilen bir "Anonim Şirket" ya, holdingin mali işler ve finans müdürü, yönetim kurulu başkanına kurumun "ABC’sini öğretiyor işte, durum bu.
"Sizin patronluğunuzda bugüne kadar öyle bir ekonomik sistem kurduk ki, şimdi sağa sola manevra yapamıyoruz" diyor. "Öyle her yerde ‘sadece bizde değil, dünyada da dolar yükseliyor’ demeyin, en vurucu darbeyi biz yiyoruz" diyor.
"Faiz nedir-ne değildir gelin baştan bir çalışalım, biz bugüne kadar bu faizle büyüdük, faiz lobisi/kur lobisi dediğiniz aslında bizdik" diyor.
Elbette bunlar MB Başçı’nın ifadeleri değil, ama ne var ki slaytları bağıra bağıra bunu anlatıyor.
Rüzgâr her yerde esiyor, ama çatılar bizde uçuyor
Türkiye; Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Güney Afrika’yla birlikte "kırılgan beşli" olarak tarif edilen dış açıklara karşı en dayanıksız ekonomilerden biri olarak tanımlanıyor. Hatta bu en dayanıksız ekonomilerin içinde de en dayanıksızı olarak görülüyor. Dolayısıyla bugün söz konusu "dolar sorunu"nun en fazla sorun olduğu ülkelerin başında geliyor. Misal, dolar birçok ülkenin parası karşısında değerleniyor tamam da, örneğin 1 Ocak-4 Mart tarihleri arasında dolar karşısında Brezilya Reali yüzde 9.87’lik, Güney Afrika’nın Randı %1,89’luk, Endonezya Rupiahı 4.84 oranında değer kaybederken Türk Lirasındaki değer kaybı neden yüzde10,35 oluyor?
Bir benzetmeyle açıklamaya çalışırsak, denizin ortasında birçok yelkenlinin uzunca bir dönem rüzgârı arkalarına alarak gittiklerini düşünün. Kazıkları eğreti çakılmış ama geniş balonları sayesinde rüzgârın daha fazla hıza dönüştüğü yelkenliler almış başını gidiyor. Biranda rüzgar tersi ne dönüyor… Yola çıkmadan/tekne suya inmeden önce daha geniş önlemler alanlar, kazıklarını sağlam direğe çakanlar rüzgara göre teknelerini döndürmeye başlıyor, sürate erişmeyi sadece balonlarını şişirmede görenler ise alabora oluyor.
Kaynak: Bloomberg, TCMB
Nedenleri var, sorumluları var. Hem ekonomik, hem siyasi. Türkiye ekonomisinin AKP döneminde kendi iç dinamikleriyle büyüme olanağını neredeyse tamamen yitirmesi, ulusal düzeyde tasarruf oranının dibe vurması, kamu varlıklarının talanı ve doğanın, kentlerin yağmalanması pahasına ülkeye her defasında daha fazla sıcak paranın çekilmesiyle sağlanan ucuz döviz, bu ucuz dövizi görüp sürekli borçlanan sermaye, şişen borçlar… Tüm bunları AKP ekonomisinin öğeleri ve pratikleri olarak sıralayabiliriz.
Son bir yılda TL dolar karşısında yaklaşık yüzde 18 değer kaybetti, sadece bu nedenle dış borca binen 11 milyar TL ek yük söz konusu. MB verilerine göre, finansal kesim dışındaki şirketlerin 2014 Aralık ayında net döviz pozisyon açığı 4 milyar 280 milyon dolar artarak 183 milyar 243 milyon dolara yükseldi.
Şimdi sorulması gerek soru şu; Bugüne kadar ülkenin tüm ekonomik gücünüemek gücü dahil- kendine kar/rant kapısı olarak gören böylesi bir akılla yönetilen ekonomide yani "A.Ş" olarak gördükleri ülkenin bilançosunda borçlar, dış dünyaya verilen açıklar giderek kabarıyor. Fiyatlar genel seviyesi durmadan yükseliyor, emeğiyle geçinenler düşük ücretle yarını olmadan çalıştırılırken bir de bu çarpıklığın ve açgözlülüğün ağır bedelini işsizlik, yoksulluk, yoksunluk olarak ödemek zorunda kalacakları bir dünyaya mecbur ediliyorlar.
Rüzgârı balona doldurup süratle yol aldıkları dönemde şişen pastanın bir dilimini bile işçiye emekçiye çok görenler, bugün oluşan açıklarının maliyetinin tamamını toplumsallaştırmaya kalkışacaklar. Her kriz döneminde olduğu gibi… Peki bunu kabul edecek miyiz?