Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ANADOLU ETAP
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ANADOLU ETAP
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
06 Mayıs 2024
SOSYAL GÜVENLİK REFORMU TARTIŞMALARI VE TİSK

Türkiye’de çalışma hayatında 1993-1999 döneminin en önemli konularından biri, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun mali sorunlarının çözümü amacıyla gündeme getirilen çözüm önerileriydi.

SOSYAL GÜVENLİK REFORMU TARTIŞMALARI VE TİSK

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ

Sosyal Sigortalar Kurumu’nun gelirleri 1993 yılından itibaren giderlerine yetmemeye başladı. SSK’nın açıkları devlet bütçesinden finanse edildiği için, bu durum Türkiye ekonomisi açısından önemli bir sorun oluşturdu. Bu koşullarda, hem SSK’nın sağladığı sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, hem de emeklilik sisteminin değiştirilmesi doğrultusunda çabalar ve bunlara karşı epeyce etkili olan bir tepki gündeme geldi.

Bu konudaki tartışmalar, 4447 sayılı Kanunun 25 Ağustos 1999 günü kabulü ve 8 Eylül 1999 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla sona erdi.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bu süreçte görüşlerini açıkladı ve sosyal güvenlik düzenlemelerinden etkilenen toplumsal kesimlerin örgütleriyle bazı ortak çalışmalar yürüttü.

SSK ve Özel Sigortacılık

TİSK, sosyal güvenliğin tümüyle özelleştirilmesi girişimlerine karşı çıktı. Bu konudaki görüşleri aşağıda sunulmaktadır:

“SSK’nın düzlüğe çıkarılması amacıyla ortaya atılan ve kamuoyunda tartışılan çözümlerden birisi de Kurumun tasfiye edilerek verilen hizmetlerin özel sigorta şirketlerine devredilmesi ve bu şirketler aracılığıyla sosyal güvenliğin sağlanmasıdır.

“Bilindiği gibi, sosyal sigortalarca sağlanan hizmetlerin özelleştirilerek, ticari anlayışla çalışan özel sigorta şirketlerine bırakılması, dünyada başta Şili ve birkaç Güney Amerika ülkesinde uygulanmakta olan bir sistemdir.

“Konfederasyonumuz, böyle bir görüşe iştirak etmemekte ve ülkemiz şartları açısından sistemin bütünüyle özelleştirilerek kamu sosyal güvenlik kuruluşlarından vazgeçilmesinin mümkün olmadığı fikrini taşımaktadır.

“Ülkemiz için makul olan, özel sigortacılığın sosyal sigorta sistemine bir alternatif olarak değil, buna ek ve ihtiyari bir sigorta olarak düşünülmesidir. Böylece, zorunlu sosyal güvenlik kuruluşlarının sunduğu garantilerin üzerine çıkmak isteyenlere bir imkan sağlanmış olacaktır. (…)

“Ülkemizde, uzun vadeli sigorta kolu olan yaşlılık sigortasında özelleştirme değil, devlet tarafından asgari düzeyde bir korumanın sağlanması, fazlasının tarafların isteğine bağlı olarak özel sistemlerin teşvikiyle karşılanması daha uygun bir yoldur.

“Sağlık dalında ise tercihli bir sistem oluşturulabilir. Sigortalanmak zorunlu tutulur, ancak sigortalıya devlet sigortası veya özel sigortayı seçme imkanı verilir. İsteyen primini özel sigortaya öder, sağlık hizmetlerini de buradan alır. Bu durumda, devletin bu çözüme elverecek kanuni düzenlemeyi yapması gerekir.” (TİSK, XX.Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, 5-6 Aralık 1998; TİSK Yay.No.181, Ankara,1998;150)

“SSK hastanelerin işletmeciliği özel şirketlere devredilebilir. Mülkiyet kalacak, yalnızca işletmesi özel kuruluşlarca yerine getirilecektir. Bu şekilde, yerli ve yabancı işletmelerin bu kurumları daha rasyonel yönetmeleri sağlanmış olacaktır.” (TİSK,1998;151)

Şili Sosyal Güvenlik Sistemi

TİSK’in benimsemediği ve bu yıllarda geniş kesimlerin tepkisini çeken Şili sisteminin Türkiye’de uygulanmasına ilişkin çalışmalar yapan örgütler de oldu. TÜSİAD, 1996 yılı Ocak ayında yayımladığı Emekli ve Mutlu raporu ile, Şili’de Pinochet’in askeri diktatörlüğü altında 1979-1980 yıllarında uygulanan sistemin tanıtımını yaptı (TÜSİAD, Emekli ve Mutlu, Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Sorunları, Çözüm Önerileri ve Özel Sigortacılık Girişimi, TÜSİAD Yay. No.T/96-1/193, İstanbul, Ocak 1996, 44 s.) ve Şili Çalışma Bakanı olarak bu sistemi kuran Jose Pinera Echenique’yi Türkiye’ye davet etti.

TÜSİAD’ın raporunun “Sosyal Güvenlik Sistem ve Reform Örnekleri” başlığı altında “Emeklilik Sigortası Reformunda Başarılı Bir Örnek: Şili” bölümü yer alıyordu. Şili emeklilik sisteminde ücretlinin gelirinin yüzde 10’luk bölümü kişiye ait bir emeklilik fonunda toplanmakta, bu fon kişinin tercihine göre çeşitli özel veya kamu kuruluşlarında değerlendirilmekte ve emekli olan işçiye belirli bir gelir sağlanmasında kullanılmaktaydı. İşverenlerin katkısı bulunmuyordu. TÜSİAD’ın “başarılı” bulduğu bu örnek, Pinochet döneminde polisler ve askerler dışında tüm ücretliler için zorunlu olarak uygulandı.

Hükümetin Girişimine Karşı Tepki

Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türk Eczacılar Birliği ve Türk Tabipleri Birliği 6 -7 Nisan 1996 günleri Ankara’da “SSK ve Sağlık Hizmetleri Kurultayı”nı düzenledi. Kurultay bildirgesinin bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır:

“SSK’nın bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların sorumluluğunu taşıyan belirli çevreler, SSK’yı çökertme çabalarında bugüne kadar ulaştıkları başarıyı tamamlayabilmek amacıyla, sosyal sigortacılık yerine Şili’de olduğu gibi zorunlu bireysel tasarruf hesabına geçilmesini, işverenlerin çalıştırdıkları kişiler için sosyal sigorta primi yükünden kurtarılmasını, devletin küçültülmesi gibi bir görünüm altında devletin ‘SSK’dan elini çekmesi’ tezi ile sosyal devletin ortadan kaldırılmasını, sağlık hizmetlerinin paket program anlaşmaları aracılığıyla hizmet satın alma mekanizmasının uygulanarak özelleştirilmesini, SSK sağlık tesislerinin ‘özerkleştirme’ adı altında kâr amaçlı ve kendine yeterli sağlık işletmelerine dönüştürülmesini ve bunun ardından özel sektöre devredilmesini talep etmektedir.

“SSK sağlık hizmetlerini sunanlar ve bu hizmetlerden yararlananlar olarak, yukarıda özetle ifade edilen ve günümüzde Dünya Bankası ve benzeri uluslararası sermaye kurumları tarafından Türkiye hükümetlerine dikte ettirilmeye çalışılan programa kesinlikle karşı çıkıyoruz ve böyle bir programın ülkemizde toplum sağlığı ve sosyal güvenlik açılarından onarılmaz tahribatlar yaratacağını öngörerek, bu tür girişimlere karşı meşru ve demokratik yollardan direnerek Anayasa’nın emrettiği sosyal devlet anlayışını savunacağımızı açıklıyoruz.”

TİSK’in Önerileri

TİSK’in genel kuruluna sunulan Çalışma Raporu’nda, sosyal güvenlik sisteminde yapılması gereken değişiklikler konusunda TİSK’in önerileri aşağıdaki biçimde özetleniyordu:

“Tek başına hizmet süresini esas alan emeklilik uygulaması ortadan kaldırılmalıdır. Belirli bir hizmet süresinin doldurulması şartıyla genç yaşta emekliliği öngören düzenlemelerin acilen değiştirilerek emeklilik için belli bir yaş sınırına ulaşılması şartı getirilmelidir. Yaş sınırı uygulamasında kademeli bir geçiş öngörülmelidir.

“Emeklilik yaş sınırında hedef kadınlarda 55, erkeklerde 60 olmalıdır. Dünya uygulamaları ve ülkemiz mortalite oranları da dikkate alınarak emeklilik yaşında kademeli geçişten sonra sistemin devamını sağlayıcı ve gerçekçi yaş sınırları getirilmelidir. Bu yaş sınırı Konfederasyonumuzca 55 ve 60 olarak düşünülmektedir.

“Emeklilikle ilgili prim ödeme gün sayısında bir artış düşünülmemelidir. Ülke gerçekleri de dikkate alınarak yukarıda belirttiğimiz yaş sınırına ilâveten getirilecek prim ödeme gün sayısının 5000 gün olarak kalması uygun olacaktır.

“Kurumlararası yatay geçiş yeni esaslara bağlanmalıdır. Sistemin dejenerasyonunda önemli rol oynayan sosyal güvenlik kuruluşları arasında geçişe ilişkin sıkı önlemler alınmalıdır.

“Sağlık yardımlarından yararlanılması için prim ödeme gün sayısı artırılmalı, ödenen primle sağlık sigortasından yararlanan sayısı arasında bir bağ kurulmalıdır. Birçok suistimale neden olan mevcut düzenlemelerin ivedi olarak değiştirilerek mevcut prim ödeme gün sayılarında artış yapılmalıdır. Diğer taraftan, bekar bir çalışan ile evli ve üç çocuklu bir çalışanın ödediği sağlık sigortası primi aynı olmamalı, ödenen primle yararlanan sayısı arasında bir bağ kurulmalıdır. Ayrıca, hastalanan sigortalılardan yalnızca işyeri hekimince gerekli görülenlerin SSK hastanelerine gönderilmesi halinde hem hastanelerde yaşanan yığılmaların önüne geçilmiş olacak, hem işçi ve işveren bakımından çalışma süresindeki kayıplar önlenecektir.

“Belli sayıda işçi çalıştırma kriterini esas alarak işverenlere mükellefiyetler getiren ve bu sebeple işçi çalıştırmayı caydıran, kısıtlayan ve böylece sigortalı sayısının düşük kalmasına neden olan uygulamalara son verilmelidir. Bu tür uygulamalar birçok işyerinin daha az sayıda çalışan beyan etmesine ve dolayısıyla prim kaybına neden olmaktadır.

“Emeklilik aylıklarındaki artışlarda siyasi değil, sistematik ve periyodik bir düzenlemeye gidilmelidir.

“Malûllük aylığı, en az üç yılı malûllük halinin meydana geldiği takvim yılından önce gelen beş yıl içinde olmak şartıyla, en az beş sigorta yılını doldurmuş olan sigortalılara bağlanmalıdır.

“Malûllük veya yaşlılık aylığının en az tutarının tarifi değiştirilmelidir. Aylığın en az tutarının, aylığın hesabına esas olan ortalama yıllık kazançtan daha fazla olamayacağını belirten bir hüküm getirilmelidir. Bu amaçla, aylık tutarın hesabına esas tutulan ortalama günlük kazanç son beş sigorta yılı içinde en yüksek kazançlı üç sigorta yılının ortalaması olarak tanımlanabilir.

“Borçlanma gibi tamamen siyasi amaçlı uygulamalara derhal son verilmelidir. Borçlanma, itibarî hizmet zammı gibi belirli kişilere imtiyazlı durum sağlayıcı ve işçi ve işverenlerin primleriyle oluşan Kurum kaynaklarının, bu kaynakların oluşumunda hiçbir fonksiyonu olmayan kişilere devredilmesi anlamına gelen uygulamaları önleyici hukuki düzenlemelere gidilmelidir.

“Erken yaşta emekliliği cazip hale getiren uygulamalara son verilmelidir. Emekli olan işçinin emekli aylığını almaya devam ederek sosyal güvenlik destek primi ödemek koşuluyla yeniden çalışmasına imkan tanıyan düzenleme gibi uygulamalardan vazgeçilmelidir.

“Hizmet süresini doldurduktan sonra çalışmaya devam etmeyi özendirici düzenlemelere gidilmelidir. Emeklilik hakkını elde ettikten sonra çalışılan her fazla yıl için emekli aylığı artışı gibi düzenlemeler getirilmelidir.

“Sosyal sigorta fonları ekonomik süreçlerle uyumlu, verimli şekilde değerlendirilmeli ve şeffaf hale getirilmelidir.

“Ödenen primlerle, bağlanacak emekli aylıkları arasında bir ilişki kurulmalı, averaj sistemi getirilmelidir. Kuruma sürekli tavandan prim ödeyen ile emekliliğine çok az bir süre tavandan prim ödeyene hizmet süresi aynı olduğu için eşit aylık bağlanmasına olanak tanıyan mevcut sistem terk edilmelidir.

“Kayıtdışı sektörü, kayıtlı ve takip edilebilir hale getirecek önlemler bir an önce alınmalıdır. Kayıtdışı sektör bir yandan kayıtlı işyerleri açısından haksız rekabete yol açarken, diğer yandan da kaçak işçi çalıştırma oranını yükseltmektedir. Buna bağlı olarak sosyal güvenlik kapsamı genişletilememekte ve sigorta prim gelirleri de artırılamamaktadır. Bunu engelleyici önlemlere acil ihtiyaç vardır.

“Kurum uygulamalarında kamu ve özel sektör işyerleri arasında çifte standart yaratan uygulamalara son verilmelidir. Sosyal sigortalar kapsamında bulunan kamu ve özel sektör işyerleri, 506 sayılı Kanun çerçevesinde aynı statüye sahip olmalarına karşılık, özellikle prim affı uygulamalarında ayırıma tabi tutulmakta, kamu kuruluşlarının prim ve sosyal yardım zammı borçlarının tamamı Hazine’nin Kurum’a yaptığı yardımlardan mahsup edilirken, özel sektör işyerleri için kısmi af getirilmektedir. Prim affı çıkartılmaması gerektiği genel görüşümüzün yanı sıra bu tür adaletsiz uygulamalara da son verilmelidir.

“Kurumun sigortalı ve işyeri kaçaklarından kaynaklanan kayıpları, kayıtlı kesim üzerinden telafi edilmemelidir.

“Sosyal güvenlik sisteminin takibinde de vatandaşlık numarası uygulamasına geçilmesi, önemli bir eksikliği giderecektir.

“SSK primine esas kazanç altı sınırı, asgari ücretle irtibatlandırılmalıdır. 506 sayılı Kanunun 78’inci maddesinde düzenlenen, günlük kazanç sınırları başlığını taşıyan düzenlemeye göre ‘sigortalının kazancı alt sınırın altında ise bu kazanç ile alt sınır arasındaki farka ait sigorta primlerinin tümü işverence ödenecektir.’ Özellikle son dönemlerde Kurumca tespit edilen alt sınırlar asgari ücretin üstünde olmakta ve bu fark doğrudan işverenlerce karşılanmaktadır. 506 sayılı Kanunla belirlenmiş prim oranlarının idari tasarruflarla aşımı anlamına gelen, prim oranlarını dolaylı olarak yükselten bu uygulamanın bir an evvel düzeltilmesi gerekmektedir. Bu konudaki en adil çözüm önerisi SSK primlerine ait alt sınır ile asgari ücret rakamının irtibatlandırılmasıdır.

“SSK primine esas kazançların alt ve üst sınırlarının tespitinde geriye dönük artışlara gidilmemelidir.

“İşyeri hekimi istihdamı konusunda yaşanan sorunlara çözüm bulunmalıdır. İşyeri hekimi istihdamını zorunlu kılan 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunun 180. maddesine atıf yapan 506 sayılı Kanunun 114. maddesi yeniden gözden geçirilmeli, işyeri hekimlerine Kurum adına iki güne kadar istirahat verebilme ve ilaç yazabilme yetkisi tanınırken tabip odalarının izin belgesini arayan, dolayısıyla işyerleri ile tabip odaları arasında pek çok sorunlara yol açan uygulamalara son verilmelidir.

“Yurtdışında Türk müteahhitlerinin yanında çalışan Türk işçilerinin sosyal güvenliklerinin sağlanmasına yönelik çerçeve kanun hazırlanmalı ve standart uygulamalara geçilmelidir.” (TİSK,1998;153-156)

“4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kuruluş Kanunu ile İlgili Öncelikli Önlemler

“Sosyal güvenlikle ilgili yapılacak bir reformun başarılı olabilmesi için Kurum Teşkilat Kanununda da acil değişikliklere gidilmelidir.

“Konfederasyonumuz konunun aciliyeti nedeniyle çıkarılacak bir yetki kanunu çerçevesinde önlemlerin kanun hükmünde kararnamelerle bir yıl içinde alınması gerektiği görüşündedir. Bu çerçevede;

“Genel bütçeden sonra en büyük bütçeye sahip olan Kurum, bugünkü merkeziyetçi yapısıyla işlevlerini verimli bir şekilde yerine getirememektedir. Yapılacak reorganizasyon ile yeni yönetim teknikleri ve verimlilik esasları göz önünde bulundurularak, sigortalı ve işverenlerin Kurum’dan beklentileri tatmin edici düzeyde karşılanmalıdır.

“SSK’nın yönetimi devlet ağırlıklı olmaktan çıkartılarak işveren ve işçi ağırlıklı bir yönetim yapısı getirilmelidir. SSK’nın bugünkü duruma gelmesinde önemli rol oynayan siyasi iktidarların uygulamalarına bu şekilde son verilebilecektir.

“Sosyal Sigortalar Kurumu’nun siyasi iktidarlarca bir istihdam yeri olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Kadrolaşma amacıyla yapılan bu tür uygulamalar SSK’nın idari ve mali yükünü daha da artırmaktadır.

“SSK’nın personel, ücret ve istihdam şartlarının yeniden ve günün şartlarına uygun şekilde belirlenmesi gerekmektedir.

“Kurum Teşkilatı, 2000’li yılların özelliklerine göre bütünüyle yeniden organize edilmelidir.” (TİSK,1998;157)

TİSK, orta vadede alınması gereken önlemler olarak da aşağıdaki taleplerini belirtiyordu:

“Hedef emeklilik yaşı ve hakediş şartları belirlenmelidir. Dünya uygulamaları da göz önüne alınarak ülkemiz gerçekleriyle bağdaşır bir hedef emeklilik yaşının belirlenmesi ve emeklilik yaş sınırının bu tavan yaşa çekilmesi gerekmektedir.

“Sosyal güvenlik uygulamaları genel bir asgari standarda kavuşturulmalıdır. Emekli Sandığı, BAĞ-KUR ve SSK tarafından üstlenilmiş olan sosyal güvenlik sistemleri arasındaki farklılıklar ve adaletsizlikler, sıkıntıların önemli bir kaynağını oluşturmaktadır. Sosyal güvenlik devlet politikası haline getirilerek politik müdahalelerden kurtarılmalıdır. Bu konuda ‘Sosyal Güvenlik Temel Kanunu’ çıkartılarak her siyasi iktidar değişikliğinde sistemin dejenere edilmesi önlenmelidir.

“Sosyal sigortanın finansmanına devlet üçüncü bir taraf olarak prim ödemek suretiyle katkıda bulunmalıdır. Ülkemizde devlet, sistemin finansmanına (son yıllardaki açıkları kapatmak şeklindeki yardımlar bir tarafa bırakılırsa) katkıda bulunmazken, batı ülkelerinde devletler, sistemin finansmanına prim ödeyerek iştirak etmektedirler.

“Sigorta prim oranları kademeli olarak düşürülmelidir. Ülkemizde uygulanan sigorta prim oranları dünya ölçülerinde çok yüksek seviyede bulunduğundan hem işçi çalıştırmayı caydırıcı etkisi olmakta, hem de kayıtdışı sektörün oluşumuna yol açmaktadır. Hedef, sigortalı sayısını artırmak olduğuna göre, prim oranları kademeli olarak aşağıya çekilmelidir. Sigorta primine esas aylık kazanç alt ve üst sınırı da makul bir ölçüye bağlanmalıdır. Avrupa Birliği ülkeleri, vergi, sigorta, fon gibi ücret üzerindeki yüklerin hafifletilmesini işsizlikle mücadelede önemli bir politika aracı olarak görmekte ve uygulamaktadırlar. Konu, uluslararası rekabet gücünün korunması açısından da önem taşımaktadır. Ülkemizde de yüksek sigorta prim oranlarının düşürülmesi, istihdam imkanlarını genişleteceğinden ve kaçak işçiliği önleyeceğinden, sigorta prim gelirlerinin artmasına neden olacaktır.

“Kurum, karşılığında primini almadığı sosyal risklerden sorumlu tutulmamalıdır. Kurum tarafından hiçbir prim karşılığı olmadan ödenen ve önemli meblağları bulan sosyal yardım zammının Hazine’ce karşılanması sağlanmalıdır.

“İş kazalarında sigortanın işverenle rücu etmesini öngören hüküm kaldırılmalıdır. İşverenlerce iş kazası – meslek hastalığı primi ödenmesine rağmen Kurum’un iş kazalarında bir de işveren rücu keyfiyeti önlenerek mükerrer ödemelere yol açılmamalıdır.

“SSK, asıl işlevi olan sigortacılıkla uğraşmalı, yan hizmetlerden kurtarılmalıdır. SSK, hastane işletmeciliği, ilaç ve tıbbi malzeme işletmeciliği, rant tesisi işletmeciliği gibi yan hizmetleri bırakarak asli fonksiyonu olan sigortacılık alanında hizmetlerini sürdürmelidir.

“Özel sigorta programları teşvik edilmelidir. Gönüllülük esasına dayalı olarak özel sigorta programları ile SSK’nın yeterli olmayan yardımları karşısında kişiler munzam bir güvenceye kavuşmuş olacaklardır.” (TİSK,1998;158-159)

Sosyal Güvenlik Sisteminde Değişiklik Tasarılarına Tepkiler ve 4447 Sayılı Kanun’un Kabulü

Özellikle 1990’lı yıllarda hemen hemen her hükümet bir sosyal güvenlik reformu taslağı hazırladı. Ancak bunların bir bölümü eylemlerle, bir bölümü de hükümetlerin kararsızlığı nedeniyle uygulanamadı. 1995 yılındaki taslak, Türk-İş’in 30 Nisan 1995 günü İzmir’de ve 21 Mayıs 1995 günü Rize’deki mitingleriyle ve Demokrasi Platformu’nun 1 Mayıs kutlamalarında bu konuya ağırlık vermesiyle engellendi.

1995 yılında hazırlanan tasarı taslağı üzerindeki tartışmaların ardından, 1996 yılında yeni bir tasarı gündeme geldi. Bu tasarının önemli bazı maddeleri konusunda TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonundaki görüşmeler sırasında işçi, işveren ve hükümet temsilcileri arasında büyük ölçüde bir mutabakat sağlandı. 1999 yılı Temmuz ve Ağustos aylarındaki tartışmalarda sürekli olarak bu mutabakata gönderme yapıldı.

Refahyol Hükümeti’nin istifasından sonra oluşturulan Anasol-D Hükümeti, 25 Ağustos 1997 tarihinde Ekonomik ve Sosyal Konsey’i toplantıya çağırdı. Bu toplantının ağırlıklı konusu, sosyal güvenlik reformu oldu. Çıkan tartışmalar üzerine, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e bir rapor sunmak üzere Sosyal Güvenlik Reformu Komisyonu oluşturuldu.

Bu Komisyon, SSK’nın sorunlarının çözümünde kaçak işçilikle mücadeleyi öne alan ve 1996 mutabakatını vurgulayan bir rapor hazırladı (Sosyal Güvenlik Reformu Komisyon Raporu, Ankara, Kasım 1997, 29 s.). Ancak bu rapor, Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından ele alınıp incelenmedi; bir belge olarak kaldı.

Ekonomik ve Sosyal Konsey’in 8 Şubat 1999 günü yapılan toplantısında da yeni bir Sosyal Güvenlik Reformu Komisyonu oluşturuldu. Bu Komisyon ilk toplantısını 3 Mart 1999 günü yaptı. Toplantılarda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası konusunda SSK tarafından hazırlanan bir değişiklik taslağı incelendi. Ardından da 4792 sayılı Yasa konusunda bir tartışma başladı. Ancak 506 sayılı Yasa konusundaki görüşmeler bir rapor haline getirilemeden, bu görüşmelerin dikkate alınmadığı bir tasarı taslağı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından kamuoyuna açıklandı ve ardından Bakanlar Kurulu’na sunuldu. Bunun üzerine, bu Komisyonun çalışmaları sona erdi.

Hükümetin sonuç alıcı girişiminin ilk adımı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 28 Haziran 1999 günü açıklanan ilk tasarı taslağı oldu. Bu tasarı henüz yaygın bir biçimde dağılmamışken, 30 Haziran 1999 günü ikinci bir taslak sendikalara gönderildi.

Bu taslağın ardından, Ekonomik ve Sosyal Konsey 1 Temmuz 1999 günü Ankara’da toplandı. Bu toplantıda ciddi tartışmalar oldu. Ekonomik ve Sosyal Konsey’de, işçi ve işveren taraflarının taslak konusunda görüşerek bir anlaşmaya varmaları konusunda karar alındı. Aynı gece, Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TİSK, TOBB, TESK ve TZOB Genel Başkanları Ankara’da Hilton Otelinde bir toplantı yaptılar. TİSK, bu toplantıda bazı kararlar alındığını ileri sürdüyse de, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK Genel Başkanları, bir karar alınmadığını, yalnızca belirli görüşmelerle yetinildiğini ifade ettiler. Bu arada belirli yörelerde sendikalar tasarıya karşı eylem önermeye başladı.

Türk-İş, Hak-İş ve DİSK temsilcileri 3-4 Temmuz 1999 günleri Türk-İş’te bir araya gelerek, yasa tasarı taslağına alternatif bir taslak hazırladılar (Türk-İş, Hak-İş, DİSK Ortak Önerisi, 7 s., çoğaltma). Bu metinde, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nda yapılması öngörülen değişikliklere ek olarak, sınırlı bir iş güvencesi getirecek düzenlemeler de öneriliyordu.

Türk-İş, 5 Temmuz 1999 günü Mezarda Emekliliğe Hayır broşürünü basına ve üyelerine dağıtmaya başladı. Aynı gün, Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TİSK, TOBB, TZOB, TESK ve TÜSİAD temsilcilerinin katıldığı bir toplantı TİSK’te gerçekleştirildi. İşçi konfederasyonlarının temsilcileri, iş güvencesinin yer almadığı bir değişikliğe karşı olduklarını açıklayarak, bu konunun görüşülmesi kabul edilmeden diğer konuları tartışmayacaklarını bildirdiler. TİSK de iş güvencesini tartışmayı reddedince, toplantı dağıldı.

Aynı gün öğleden sonra tekrar bir araya gelen kuruluş uzmanları, üzerinde görüş birliği olan konularla farklılık olan konuları saptadılar. Aynı gün akşam üstü Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TİSK, TOBB, TESK ve TZOB Genel Başkan ve yöneticileri bir araya gelerek, uzmanlar düzeyinde yapılan saptamalar üzerinde çalıştı ve anlaşmazlık bulunan noktaları iyice azalttı. 6 Temmuz 1999 günü Türk-İş ve Hak-İş Başkanlar Kurulları ayrı ayrı toplanarak, daha sonraki günlerde izlenecek stratejilerini belirlediler. 6 Temmuz’da 7 örgütün temsilcileriyle Türk-İş’te yapılan toplantıda ise bir anlaşma sağlanamadı.

Bunun üzerine, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK Genel Başkanları 5-6 Temmuz günleri işverenlerle birlikte yapılan toplantılarda üzerinde anlaşma sağlanan ve sağlanamayan noktaları saptadılar. 15 sayfalık bu tutanak, 7 Temmuz 1999 günü Bayram Meral tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’a sunuldu.

Bu görüşmelerin ve daha sonra yapılan açıklamaların ardından ilişkiler sertleşmeye başladı. Özellikle 9 Temmuz 1999 günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan yasa taslağının Bakanlar Kurulu’nda kısa bir görüşmenin ardından tasarı haline getirilmesi ve öncelikle görüşülmesi talebiyle TBMM’ye gönderilmesiyle, tartışmalar daha da büyüdü.

Türk-İş Başkanlar Kurulu, 12 Temmuz 1999 günü Ankara’da toplanarak, 15 Temmuz 1999 günü tüm illerde şube yönetimlerinin ve işçilerin, DSP, MHP ve ANAP il örgütlerini ziyaret etmesi; aynı eylemin 19 Temmuz 1999 günü Ankara’da genel merkez ziyaretleri biçiminde sürdürülmesi ve 24 Temmuz günü de Ankara’da bir miting düzenlenmesi kararlarını aldı. Ayrıca, demokratik kitle örgütlerinin yöneticilerinin de 14 Temmuz 1999 günü Türk-İş Genel Merkezinde toplantıya davet edilmesi kararlaştırıldı.

Başbakan Bülent Ecevit’in 11 Temmuz günü yaptığı konuşmada, sosyal güvenlik reformunun yapılmaması durumunda devletin çökeceği biçimindeki iddiası da geniş tepki uyandırdı.

14 Temmuz 1999 günü Türk-İş Genel Merkezinde Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti, Tüm İşçi Emeklileri Derneği, Tüm Bağ-Kur Emeklileri Derneği, TMMOB, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve TÜRMOB Genel Başkan ve yöneticileri bir araya gelerek, daha sonra Emek Platformu adını alacak olan bir birliktelik oluşturdu.

Emek Platformu, hükümetin, memur ve emekli aylıkları, sosyal güvenlik reformu, uluslararası tahkim, özelleştirme ve tarım ve hayvancılık politikalarına karşı çıkarak, bunların IMF’nin talimatları doğrultusunda biçimlendirildiğini ileri sürdü. Emek Platformu, Türk-İş tarafından programlanmış olan eylemleri birlikte gerçekleştirme kararı aldı. Ayrıca, diğer kuruluşlar tarafından planlanmış bazı eylemlerde de bütünlük ve dayanışma sağlandı.

Türk-İş 16 Temmuz 1999 günü TİSK ile yeniden görüşme yaparak, bir anlaşma sağladı. TİSK, iş güvencesine ilişkin düzenlemelerin ortak metinden çıkarılması karşılığında, yaşlılık aylığına hak kazanma koşulları konusunda sendikaların taleplerine iyice yaklaştı. Bu anlaşmanın sağlandığı gece, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve TİSK Genel Başkanı Refik Baydur, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’la bir görüşme yaptılar.

17 Temmuz 1999 Cumartesi günü de, Türk-İş Yöneticileri Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ile görüşerek, varılan anlaşma konusunda kendilerine bilgi aktardılar. Daha sonraki günlerde Türk-İş ile hükümet yetkilileri arasında çeşitli düzeylerde görüşmeler oldu; çeşitli seçenekler geliştirildi. Ancak bu arada eylemler de sürdü.

Bu süreçte TİSK’in tavrı ilginçtir. TİSK, primlerin toplam işgücü maliyeti içindeki payının düşük tutulması için, sendikalaşmayı teşvik edici düzenlemeleri onayladı. Aynı şekilde, işsizlik sigortası ve iş güvencesinin taslaktan çıkarılması koşuluyla, mevcut sigortalılar ve yeni sigortalı olacaklar için yaşlılık aylığına hak kazanmada sendikaların taleplerini kabul etti.

Türk-İş 13 Temmuz 1999 günü tüm milletvekillerine tasarının neler getireceğini anlatan birer dosya gönderdi. Tasarı TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nda görüşülürken, Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanları Komisyon üyelerine görüşlerini anlattılar ve bazıları birer dosya sundu. Ancak bu görüşmelerden bir sonuç elde edilemeyince, 19 Temmuz 1999 günü Ankara’da 10-15 bin kişilik bir grupla DSP, ANAP ve MHP Genel Merkezleri ziyaret edildi ve buralara siyah çelenk bırakıldı.

24 Temmuz 1999 günü de Ankara’da Kızılay Meydanı’nda kitlesel bir basın açıklaması yapıldı. Hipodrom, Tandoğan ve Kurtuluş’ta toplanan yüzbinlerce kişi, üç ayrı koldan Kızılay Meydanı’na girdi. Katılanların sayısı, güvenilir kaynaklara göre, 350 bin ile 400 bin arasında değişti. 24 Temmuz mitingi, Türkiye tarihinin en büyük işçi-memur mitingi oldu. Mitinge katılanların büyük çoğunluğunu Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri oluşturdu. Miting dağılmaya başladığında Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri henüz alana girememişti; kortejin sonu daha Sıhhiye’deydi. Ankara Valiliğinin, Türk-İş’e, bu toplantının yasadışı olduğu yolundaki bildirimi sonrasında herhangi bir hukuksal işlem de yapılmadı.

Ankara mitinginin ardından yapılan görüşmeler sonucunda TBMM’de görüşülmekte olan tasarının Plan ve Bütçe Komisyonu’nda altkomisyona gönderilmesi sağlandı. Türk-İş, bu nedenle, 29 Temmuz günü için görüşülmüş olan 1 saatlik iş durdurma eyleminin ertelenmesini önerdi. Emek Platformu Başkanlar Kurulu, 28 Temmuz günü yaptığı toplantısında, bu öneriyi kabul etti; isteyen kuruluşların 29 Temmuz günü eylem yapabileceğini belirtti. Türk-İş’in Hükümetle görüşmeleri konusunda ayrıntılı bilgi aktarmaması, 29 Temmuz günkü eylem sırasında KESK’e bağlı sendikalara üye bir grubun Türk-İş’in önünden geçerken Türk-İş’i hedef alan sloganlar atması ve KESK, DİSK ve Hak-İş Genel Başkanlarının Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral’i hedef alan açıklamaları, Emek Platformu içinde ciddi bir bunalıma yol açtı.

Türk-İş ile Hükümet yetkilileri 29 Temmuz 1999 günü öğleden sonra bazı görüşmeler yaptılar. Bu görüşmelerde yasa tasarısının bazı noktalarda iyileştirilmesi sağlandı. Tasarı ertesi gün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda ele alındığında verilen önergelerle bu değişiklikler tasarıya yansıtıldı.

Türk-İş yaş konusundaki eski tavrını sürdürdü. Ayrıca, hükümeti oluşturan üç siyasal partinin genel başkanlarının iş güvencesi ve sendikal güvence sağlanması için gerekli çalışmanın yılbaşına kadar gerçekleştirileceği konusunda bir taahhütte bulunması sözü de alındı.

Türk-İş Başkanlar Kurulu, 30 Temmuz 1999 günlü toplantısında, tasarıdaki bazı olumlu gelişmelere dikkati çektikten sonra, başta 58-60 yaş olmak üzere, bazı noktaların kabul edilemez olduğunu tekrar belirtti. Aynı gün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda değiştirilen yasa tasarısı, TBMM Genel Kurulu’na gönderildi. Ancak özellikle emekli aylığı bağlama sistemi ve emekli aylıklarının artırılması konularında verilmiş sözlerin tasarıya yansıtılmadığı gözlendi. Yeniden bazı görüşmeler yapıldıysa da, bir sonuca ulaşmak mümkün olmadı.

Bu gelişmeler Emek Platformu içinde ciddi sorunlara neden oldu. Emek Platformu’nun 30 Temmuz 1999 günü yapılan toplantısında ortak eylem olanakları ortadan kalktı. Bir ortak açıklama önce kabul edildi; daha sonra iptal edildi.

Bu tartışmalar daha sonraki günlerde de sürdü. Türk-İş’e bağlı 9 sendika ortak bir bildiri yayımladı. Hükümetin verdiği bazı sözlerin tutulmaması da sorunları artırdı. Bu koşullarda, 3 Ağustos 1999 günü iki önemli gelişme oldu. DİSK Genel Başkanı Vahdettin Karabay Türk-İş’i ziyaret etti ve önce Genel Başkan Bayram Meral’le, daha sonra da Türk-İş Yönetim Kurulu ile bir toplantı yaptı. Ardından, Türk-İş Yönetim Kurulu, Genel Sekreter Şemsi Denizer’i aynı gün Genel-İş Sendikası Genel Merkezi’nde yapılan Emek Platformu toplantısına gönderdi. Emek Platformu bazı kararlar aldı.

Emek Platformu toplantısı devam ederken, Türk-İş Yönetim Kurulu toplanarak, 6 Ağustos 1999 günü bir günlük süreyle işe gitmeme doğrultusunda bir eğilim belirledi; Emek Platformu toplantısından dönen Genel Sekreter Şemsi Denizer de bu karara katıldı ve bu konuda gerekli kararların sendikalar tarafından alınmasını talep eden bir yazı, Türk-İş’e bağlı sendikalara gönderildi.

4 Ağustos 1999 günü de 26 sendika, 6 Ağustos 1999 günü programlanan eyleme katılacağına ilişkin görüş bildirdi. Emek Platformunu oluşturan diğer örgütler de bu eyleme katılacaklarını açıkladılar.

4 Ağustos 1999 günü Emek Platformu Ankara’da Kızılay’da Güvenpark’ta bir oturma eylemi yaptı. Ardından örgüt genel başkanları TBMM’ye kadar yürüdüler ve Genel Kurulda görüşmeleri izlemeye başladılar. Yasa tasarısının aynı gün genel kurulda görüşülmesi öngörülüyordu. Görüşme başladı, ancak Hükümet tasarıyı geri çekti.

Türk-İş Başkanlar Kurulu, 5 Ağustos 1999 günü yaptığı toplantısında, Yönetim Kurulu tarafından alınmış olan eylem kararını onayladı; tasarının geri çekildiğini göz önüne alarak, 6 Ağustos eylemini erteledi; tasarının Türk-İş’in talepleri doğrultusunda değiştirilmeden yeniden gündeme getirilmesi durumunda, üretimden gelen gücün kullanılması konusunda Yönetim Kuruluna yetki verdi. Ancak, daha sonraki günlerde yapılan bazı görüşmelerden de bir sonuç alınamadı.

Hükümet, tasarıyı eski biçimiyle yeniden genel kurul gündemine sokmaya karar verdi. Bunun üzerine 12 Ağustos günü sabahı Türk-İş Yönetim Kurulu’nun genel eylem kararı açıklandı. 13 Ağustos 1999 Cuma günü de, ülke çapında genel eylem gerçekleştirildi. Genel eylem bazı işyerlerinde vizite eylemi, bazılarında işbaşında iş durdurma, bazılarında da işe gitmeme biçiminde oldu. Bazı kuruluşlar ise eyleme katılmadı.

Ancak Hükümet bu konuda ısrarcı bir tutum izledi; yasa tasarısı, Emek Platformu’nu oluşturan örgütlerin yöneticileri dinleyici localarında görüşmeleri izlerken, Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partili milletvekillerinin geciktirici çabalarına karşın, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen biçiminde fazla bir değişiklik yapılmadan madde madde görüşülmeye ve kabul edilmeye başlandı.

Genel Kuruldaki görüşmeler sırasında, Türk-İş’le birçok maddede anlaşma olduğuna ilişkin iddialar dile getirildi. Bunun üzerine Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve Genel Eğitim Sekreteri Salih Kılıç imzasıyla 16 Ağustos 1999 günü milletvekillerine gönderilen bir mektupta, Türk-İş’in tasarıya ilişkin değerlendirmesi yer aldı.

Genel Kuruldaki görüşmeler devam ederken, 17 Ağustos 1999 sabahı ülkemizi büyük acıya boğan deprem felaketi oldu ve görüşmeler kesildi.

Türk-İş’in depremin yaralarını sarmaya çalıştığı günlerde TBMM yeniden toplandı ve tasarıyı, 25 Ağustos 1999 günü 4447 sayılı Yasa olarak kabul etti. 4447 sayılı Kanun Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından onaylanarak 8 Eylül 1999 günlü Resmi Gazete’de yayımlandı ve yürürlüğe girdi.

DİĞER HABERLER
YENİ KURULAN BALIKESİR ŞUBEMİZİN KONGRESİ TAMAMLANDI
YENİ KURULAN BALIKESİR ŞUBEMİZİN KONGRESİ TAMAMLANDI

Balıkesir Şubemizin 1. Olağan Kongresi tamamlandı.

GÜNÜMÜZDEKİ TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİNDE SENDİKA ÜYESİ OLMAYAN KAPSAM-İÇİ PERSONELE TİS HAKLARININ UYGULANMASI
GÜNÜMÜZDEKİ TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİNDE SENDİKA ÜYESİ OLMAYAN KAPSAM-İÇİ PERSONELE TİS HAKLARININ UYGULANMASI

6356 sayılı Kanuna göre, sendika üyesi olmayan kapsam-içi personelin toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmesi, taraf sendikaya dayanışma aidatı ödemelerine bağlıdır.

SOĞUK, AÇLIK, POLİS ABLUKASI: NE OLURSA OLSUN MÜCADELE SÜRECEK
SOĞUK, AÇLIK, POLİS ABLUKASI: NE OLURSA OLSUN MÜCADELE SÜRECEK

Başkente yürümek isteyen Polonez işçileri 3 gündür polis ablukası altında direnişlerine devam ediyor. Geceyi soğuk havada, sokakta geçiren işçiler ‘‘Bize ‘Haklısın’ diyenler ortada yok, hakkımızı biz alacağız’’ diyor.

POLONEZ İŞÇİLERİ KEFENLERİ GİYDİ VE SUSTU: ŞİMDİ KONUŞMA SIRASI DEVLETİ YÖNETENLERDE
POLONEZ İŞÇİLERİ KEFENLERİ GİYDİ VE SUSTU: ŞİMDİ KONUŞMA SIRASI DEVLETİ YÖNETENLERDE

Anayasal haklarını kullandıkları için işten atıldılar. Beş aydır boyun eğmeden mücadele ettiler. Ne Bakanlık ne Ürdünlü işveren haklarını verdi. ‘Cumhurbaşkanı’na gideceğiz!’ dediklerinde Çatalca’ya hapsedildiler.