YENİ FAŞİZMİN OSLO’DAKİ BUMERANG ETKİSİ
Avrupalılık kimliğinin dağıldığı paranoyasının beslediği İslam karşıtı, yabancı düşmanlığı bir Neo-Nazi Norveçli tarafından Oslo´da bumeranga dönüştü…

21. yüzyılda derinleşen siyasi ve ekonomik krizlerini bağrında uyuttuğu uygarlık canavarı faşizmi gıdıklayarak medet uman Avrupalı siyasetçiler ‘İslami bir teröristle’ değil bir Neo-Nazi’yle burun buruna geldiler…
Ayrıca olağan görünüşlü soğukkanlı bir Norveçli’nin 92 kişiyi öldürdüğü kıyım organizasyonu Avrupa coğrafyasının en emniyetli refah ülkesi, yaprak kıpırdamayan Norveç’in bile tekinsizliğini gösterdi.
Küreselleşme böyle bir şeydi Avrupalıların kendi halklarına pazarladıkları ‘terör belasına’ karşın gelişmiş güvenlik devletinin derinliklerinde fokurdayan sinsi faşizm vatandaş kılığında geri tepmişti…
Ve elbette Avrupa ‘Medeniyeti’ kendi sınırlarından uzaklaştırıp uzaklara taşıdığı savaş ve çatışma hatlarına silah pazarlarlarken asli barbarizmiyle evinde bir anda yüzleşivermişti.
Norveçli katliamcının İslam ve sol karşıtı sağcı Norveç’in ikinci büyük partisinin üyesi olması ve tek silahla İşçi Partisi gençlik kampındaki 85 genci öldürmesi ‘canilikle’ falan kolayca açıklanmazdı.
Bu katliam Avrupa’nın ikinci savaştan sonra bastırdığı ama refah döneminin tasfiyesiyle toplumda ortaya çıkan ‘kayıp duygusunu’ aşmak adına kurcaladığı tarihsel bilinç dışının kanlı geri dönüşüydü…
Avrupa’da neoliberal politikaların derinleşmesinin toplumdaki siyasi karşılığının neo faşizmle bulması tesadüf değil.
Üstelik popüler aşırı sağcı siyasetçilerin toplumun ‘iş ve sosyal güvence’ taleplerini sözde ‘ulusalcılık’ ama özde ‘İslam ve yabancı göçmen’ karşıtlığında örgütlemeleri de…
Bir tek yabancı işçi ve göçmenin çalışmadığı Finlandiya’dan Almanya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, İngiltere, Belçika, İtalya, Fransa’ya kadar ilgisiz seçmeni heyecanlandıran tek siyaset popülist yabancı düşmanlığı oldu.
Ve Avrupa uygarlığının kibirle övündüğü 19. ve 20. yüzyıl kazanımları olan evrensel hak ve özgürlükleri birer birer yağmaladılar.
Yoğun halk desteğini arkasına alan Avrupa, sağ siyaseti etnik ve kültürel saflığın peşine düşerek ‘insanlık-dışı’ mülteci kampları ve sürgün yasalarıyla tarihinin karanlık nefret dönemlerine sürüklendi, Nazi üniformalı yürüyüşler düzenlendi.
Ayrıca anti sosyalist söylemle yapılan kapitalizm eleştirisi, 1930’ların ‘ulusalcı sosyalizmini’ hatırlatıyordu ve tek fark ‘kara koyun’ imgesiyle temsil edilen Müslüman ve Afrikalı göçmenlerin yer aldığı afişlerdi.
Fransa’nın Fransız vatandaşı ‘Romanları’ sınır dışı etmesi başlı başına evrensel hukukun katliydi.
Diğer yandan Atlantik’in iki yakasındaki kapitalist ülkelerin yakaları bir araya gelemezken çöken liberal paradigmanın altında kalan devletler dev mali krizi toplumun sırtına yüklerken yine ırkçı politikalarla sosyal talepleri ve hareketleri susturma gayretindeler…
Açıkçası kaynak paylaşım savaşlarıyla başka halkların topraklarını ‘demokrasi’ inşası gerekçesiyle bombalayıp işgal eden ama kendi ülkelerini ‘terörle mücadele’ diye korku siyasetine boğan ve göçmenleri utanç kamplarında toplayan Avrupa’nın ‘bu temizliğine saflık düşkünü’ bir Norveçli de yardıma kalkışmıştı!
AKŞAM GAZETESİ – NİHAL KEMALOĞLU