TARİH UNUTMAZ…
Özlük haklarını korumak için direnen TEKEL işçilerinin eylemi 50 günü aşmıştır. Eylemi, bir yandan akademisyenler destekliyor; AKP’nin söylediklerinin “kendine demokrat” olduğunu belirtirken sendikalar, başta DİSK ve KESK, AKP’nin samimiyetsizliğini ortaya koyuyor.
Özlük haklarını korumak için direnen TEKEL işçilerinin eylemi 50 günü aşmıştır. Eylemi, bir yandan akademisyenler destekliyor; AKP’nin söylediklerinin “kendine demokrat” olduğunu belirtirken sendikalar, başta DİSK ve KESK, AKP’nin samimiyetsizliğini ortaya koyuyor.
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, AKP’nin sermayenin çıkarlarını savunmak için ideolojik bir baskı ve saldırı içinde olduğunu belirtirken şöyle diyordu: “Her şeyden önce TEKEL işçilerini, verdikleri bu mücadeleden ötürü, unuttuğumuz pek çok değeri hatırlattığı için tebrik ediyorum. AKP, genel olarak özelleştirmelerle ilgili aldığı kararlar ve uygulamaları, asgari ücret konusundaki tavrı, sendikal yaşamla ilgili tavırlarında genellikle sosyal ve demokrat değildi. Ancak, genel söylemleriyle böyle bir yanılsama doğurmuştu. Şimdi, 2 aya yaklaşan haklı bir kazanılmış hakkı kaybetmeme mücadelesi kamuoyunun olumlu tepkisini alınca, AKP’nin tüm kadrolarıyla yaptığı riyakârlık da daha iyi görünür oldu”.
Öte yandan, direnen TEKEL işçileri, Bakan Yazıcı’nın “İşe şeytan karıştı, PKK’lisi de dahil, bu işe fitne sokuldu”, şeklindeki sözlerine ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a tepki gösterdi. İşçiler, “Biz çocuğumuza ekmek götüremiyoruz. Bizi PKK ile eş tutan bakana yazıklar olsun. Ülkenin bütün kurumlarını satışa çıkardılar. Şimdi soruyoruz: Asıl şeytan kim?” (Cumhuriyet, 9 Şubat 2010).
TEKEL işçilerinin direnişi gerçekten büyük ve unutulmayacaktır.
*
Hrant Dink cinayetiyle ilgili davanın yürüyüşüyle de çarpıcı gelişmeler var: Katledilen aydınların aileleri toplaşıp Türkiye’nin vicdanına seslendi; bir yakınını siyasal cinayete kurban vermiş aileler, 8 Şubat günü, Beşiktaş Adliyesi önünde adalet isteklerini haykırdı.
Ortak metni -1948’de öldürülen- Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali okudu. Filiz Ali, “Hrant Dink’in derin ailesiyiz. Buraya Arat, Delal ve Sera’nın kardeşleri olarak geldik. Örgütlü siyasi cinayetlerin nasıl örtbas edildiklerini hatırlatmaya geldik” diyordu.
Filiz Ali şöyle devam etmiş: “Bizi öldürenlerin ardındaki örgütlenmeyi ortaya çıkarmakla yükümlü olan bütün devlet kurumları sorumludur. Bunu yerine getirmedikleri sürece, gözümüzde hep suçlu kalacaklar; ‘Sizi izlemekteyiz’ demek için buradayız” diyordu. (Milliyet, 9 Şubat 2010)
Cumhuriyet gazetesi, birinci sayfada, “Adalet arıyorlar” deyip çarpıcı bir sunuşla, siyasal cinayetlerle öldürülen aydınların yakınlarına sözü bırakıyor; onların istekleri arasında, Meclis’te araştırma komisyonu da göze çarpıyor. (10 Şubat 2010).
*
Uygar dünya, 19 ve 20. yüzyıllardan beri, tarihe, “Kadınların Devrimi” olarak bakar. O dünyaya, gecikerek bağımsız, laik ve demokratik Türkiye de katılmıştır; ülkeye kazandırdığı da başta Medeni Yasa devrimidir.
Ne var ki, direnenler bizde de var.
Her şey bir yana, “Töre Cinayetleri”ne ne demeli?
Toplumumuzda kadın, ailenin içinde olsun olmasın, açık bir sömürünün, korkunç bir cinsel açlığın, bu arada dinmez bir şiddetin sultası altındadır. Kadın, kaçma ile kurtulamıyor; “töre cinayetleri”, kendisini arayıp buluyor ve insanlığı da aşağılıyor.
Son olarak, geçenlerde Adıyaman’ın bir köyünde -ömrünün baharında- Medine’ye yapılanları unutmuş değilsiniz..
Olayların incelenmesinde erkeklere çıkarılan “zimmet” gerçekten korkunçtur ve çok cephelidir. Sadece bu değil, kadını her yönden kuşatan cendereden kurtarmalıyız.
Şu anda masamda da bir kitap var: Kadının insan hakları mücadelesinde her fırsatta rastladığımız bir imza, Nazan Moroğlu’nunkidir. Bugün de, 30. Yılında Kadınların İnsan Hakları Sözleşmesi adlı dev bir eserin üstünde. On İki Levha Yayıncılık’ta çıkan bu kitabı hepimiz okuyalım, okutalım.
Yazarını da yürekten kutlayarak…
Kaynak: Server TANİLLİ / Cumhuriyet