SERBEST SÖMÜRÜ REJİMİ HAZIRLIKLARI
Orhan Kurmuş´un yazı dizisi, 24 Ocak kararlarının yürürlüğe girişi ve sonrasıyla devam ediyor. İşçi sınıfının ve sendikal mücadelenin, emek düşmanı serbest piyasacılığa yanıtı…
Serbest sömürü rejimi hazırlıkları Turgut Özalın hazırladığı ve "24 Ocak Kararları" olarak bilinen bir dizi bakanlar kurulu kararı, 25 Ocak 1980 günü Resmi Gazete’nin iki mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Kararlarda sürpriz olmayan tek şey, dolar kurunun 70 TL olarak belirlenmesiydi. Kararların geriye kalan bölümleri, ihracata dayalı bir serbest piyasa ekonomisinin kurulabilmesi için gerekli ön koşulları oluşturuyordu. Burjuvazinin korkusu ve 24 Ocak ORHAN KURMUŞ Bölüm 2: İşçi sınıfı, grevler ve 24 Ocak 1961 anayasasının sağladığı ortamda yeşeren ve grev/toplu sözleşme hakkıyla güçlenen sendikalar reel ücretlerin yükseltilmesinde önemli başarılar sağladılar. O kadar ki, 1970-1980 yılları arasında reel ücretler (1974 yılı dışında) sürekli yükseldi, işçi sınıfinın maddi koşullarında meydana gelen bu iyileşme kendiliğinden değil, mücadele ve grev ile oldu. Tablo 1, 1975-1980 yılları arasında Fransa, ingiltere ve Türkiye’deki grevlerle ilgili ilginç bulgular gösteriyor:
TÜRKİYE’DE İNATÇI SENDİKAL MÜCADELE
Fransa ve ingiltere gibi sınıf bilincinin ve işçi sınıfı örgütlenmesinin çok yüksek düzeyde olduğu, sınıf mücadelesi tarihinin yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip bu ilci ülkeyle Türkiye’nin karşılaştırılması biraz iddialı gibi görünse de ortaya şaşırtıcı bir sonuç çıkıyor. Bu ilci ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi ve dolayısıyla ortalama işletme büyüklüğü göz önüne alınırsa grev başına işçi sayısı konusunda Türkiye aralarında ile çok büyük bir fark yok.
Bir o kadar ilginç olan diğer sonuç ise, özellikle Fransa’da, ortalama grev süresinin Türkiye’deki ortalamadan çok düşük olduğu. Bu ülkede altı yılın ortalama grev süresi 2,45 gün, ingiltere’de 11,18 gün, Türkiye’de ise 49,5 gün. Bu grevlerin sonuçlarının ne olduğunu bilmesek de 1976-1980 yılları arasında Türkiye’deki sendikal mücadelenin çok dayanıldı ve inatçı Tablo 1: Grevler, Greve Katılan işçiler Kaynak: ILO Laborsta (eski veritabanı) olduğunu söyleyebiliriz. işte bu inatçılık ve mücadele azmi 1975-1980 yılları arasında reel ücretlerin işgücü verimliliğindeki artışın üzerinde bir hızda seyretmesini sağlıyor.
Grafik 1 bu ilişkiyi gösteriyor: Koyu renk çizgi gerçek ücretleri, açık renk çizgi ise emek üretkenliğini gösteriyor. Her ilci zaman serisi de 1987 yılı bazlı tüketici fiyat endeksiyle deflate edilmiş. 1975 yılında artmaya başlayan reel ücretler, 1976-1979 yılları arasında emek üretlcenliğindeki artışın üzerinde seyrediyor, 1980 yılında azalarak üretkenliğin altında kalıyor.
Gerçek ücretlerdeki bu artışın yukarıdaki tabloda özetlenen mücadelenin ürünü olduğunu herkesin kolaylıkla kabul edebileceğini düşünüyorum. ihracata yönelik sanayileşme politikaları açısından burjuvazinin katlanmaya tahammül edemeyeceği bir durum vardı ortada. Türkiye böyle bir gelişme stratejisi izlemiyordu, ama açıkça görülen oydu İd reel ücretlerdeki artışlar sermayeye giden payı azaltacak bir gelişme gösteriyordu, ihracata dayalı üretim yapan ülkelerin başında gelen ve yıllarca bize tavsiye edilen Güney Kore modelinde 1968-1988 yılları arasında imalat sektöründe emek üretkenliği yılda ortalama %10 artarken, reel ücretler sadece %3,7 arüyordu. Reel ücretlerin devlet zoruyla baskı altına alınması, Güney Kore’nin uluslararası pazarlarda rekabetçi konumunu koruyor ve geliştiriyordu.
ÖDEMELER DENGESİ KRİZİNE ÇÖZÜM: DEVALÜASYON
Petrol fiyadarındaki artışın tetik lediği ödemeler dengesi sorunları ,zamanında alınabilecek önlemlerle geçici biçimde olsa da azaltılabilir, hatta çözülebilirdi. Nereden bakarsak bakalım, Türldye’nin karşılaşüğı durum yeni bir şey değildi ve ilk kez Türkiye’nin başına da gelmiyordu.
Döviz kıtlığı biçiminde kendini gösteren sorun tipile bir ödemeler dengesi kriziydi ve çözümü için birçok ülkede uygulanan bir reçete vardı; Merkez Bankası başkanı ve bazen MALİye bakanı görevden alınır, ulusal para yabancı paralara göre devalüe edilir, yeni bir döviz darboğazıyla karşılaşılıp aynı reçete tekrar uygulanana kadar yola devam edilirdi. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin popülist politikaları yüksek bir devalüasyon yapmaya engel oluyordu.
Bu yüzden, Türk lirasının dolar karşısındaki değeri 1975-1979 yılları arasında küçük ayarlamalarla tam yedi kez düşürüldü. 1975 yılı başında 14 TL olan dolar, 1979 yılı ortasında 35 TL oldu. Bu tür mini devalüasyonların derde deva olmayacağı biliniyordu ama yüksek bir devalüasyonun yaratacağı genel fiyat düzeyi yükselmesi ve özellikle ithalata dayalı tarım girdilerinin fiyatlarında meydana gelecek arüşlar böyle bir karar alınmasını engellemişti.
SERBEST PİYASANIN TOHUMLARI ATILIYOR
Demirel, azınlık hükümetini kurduktan sonra Turgut Özal’ı başbakanlık müsteşarı yaptı. ÖzaPın hazırladığı ve "24 Ocak Kararları" olarak bilinen bir dizi bakanlar kurulu kararı, 25 Ocak 1980 günü Resmi Gazete’nin ilci mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kararlarda sürpriz olmayan tek şey, dolar kurunun 70 TL olarak belirlenmesiydi.
Kararların geriye kalan bölümleri, ihracata dayalı bir serbest piyasa ekonomisinin kurulabilmesi için gerekli ön koşulları oluşturuyordu. Kambiyo işlemlerinin ve dış ticaretin serbestleştirilmesi için atılan adımları, ihracatı teşvik etmek için alınan tedbirler, fiyat kontrollerinin kaldırılması, kamu yaürımlarının sınırlandırılması ve bir dizi temel malın fiyatına yapılan zamlar izliyordu. Hiç kuşku yok ki, 24 Ocak Kararları, Dünya Bankası ve IMF’nin "yapısal uyum" ve "istikrar politikası" paketlerinin birebir izdüşümü olmasa da büyük ölçüde benzeşmekte ve daha sonra uygulamaya konacak olan "serbest piyasa ekonomisi" rejiminin tohumlarını taşımaktadır.
Ne var ki, 24 Ocak Kararları’mn öngördüğü ihracata dayalı ekonomik gelişme programının vazgeçilmez koşulu, reel ücretlerin baskı altına alınmasını gerektiriyordu.