Aydınlık yazarlığının yanı sıra 3 yıldır Tekgıda-İş Sendikası EĞİTİM Müdürlüğü görevini de yürütüyorum. Bu süre içerisinde pek çok eğitim yaptık. Yönetici ve temsilci eğitimlerinin yanı sıra işyeri eğitimleri de düzenledik ve gerçekleştirdik. İşyeri eğitimleri bizim için de eğitici oluyor. Hem sendika üyesi işçilerle karşılıklı konuşma ve kendini dolaysız ifade edebilme şansı oluyor, hem de farklı şehirler, farklı kültürler ve fabrikalar görmüş oluyoruz. Sendika olarak işverenlerin tek taraflı inisiyatifine bırakılan eğitim sorununu, toplu iş sözleşmelerine eğitim maddesi de ekleyerek büyük ölçüde aştık. Artık yetkili olduğumuz tüm işyerlerinde her sözleşme dönemi eğitim yapabileceğiz.
Endüstriyel ilişkiler ve çalışma hayatı yasaları konusunda verdiğimiz eğitimler sadece işçinin hakları konusunda bilgilenmesini sağlamıyor. Aynı zamanda sendikanın geleceğine de önemli bir yatırım oluyor. Daha bilinçli üye, daha güçlü sendika demek. Sınıf kimliği ancak bilinçle ve farkındalıklarla anlam kazanıyor. Çalıştığı işe salt bir gelir kapısı olarak bakan bir işçinin aslında ne kendisine ne de bağı olan kurumlara bir katkısı olamaz. Bu yüzden eğitimlerimizde yasal bilgilerin yanısıra sınıf dayanışması ve örgütlülükle ilgili de hayatın içinden örnekler veriyoruz.
Bu eğitimler için il il geziyoruz. En son özelleştirme satılan Türkiye’nin dev bir kurumunda eğitim düzenledik. Gittiğimiz her fabrikada devletin bu devasa tesislerini gözlerimizle gördük ve bir kere daha özelleştirme denilen ihanetin boyutlarını hissettik. Bu kurum şimdi bir Amerikalı sermaye grubunun. Kuruluşu Atatürk öncesine, büyümesi ve ülkenin dört bir yanına dağılması da Atatürk’e dayanan bir çınar, artık Türkiye için sınırlı sayıda istihdam ve vergiden öte bir şey değil. Özelleştirme sonrası alan özel sektör bazı fabrikaları kapatmış.
KALELERİ YIKTILAR
Bunlardan biri de Diyarbakır Fabrikası. Dicle’nin kenarında 440 dönümlük bir arazi ve içerisinde devasa tesisler çürümeye bırakılmış. Fabrikayla birlikte devlet vatandaş bağı, birlikte yaşama bilinç ve isteği de çürümüş ve işsizlik bölgede almış başını gitmiş. Oysa o çürümeye terk edilen fabrikalar devlet ve vatandaş için ne vergi demekti ne kâr. Hatta elinde, avcunda ne varsa ortaya koyarak yapıldı bu fabrikalar. Çünkü iş demekti, aş demekti, kalkınma demekti, birlik demekti, güç demekti. Bayrağın dalgalandığı birer kaleydi fabrikalar. O kaleleri yıktılar.
Kısacası eğitim için gittik ama benim içim sızlamadı değil. Bizim olanı yok pahasına satıp şimdi uzaktan bakıyoruz. Koca arazilerin içine binaları yapmışız, makinaları, üretim sistemini kurmuşuz, denizle bağlantısı olanlara limanını bile yapmışız sonra götürüp resmen hibe etmişiz. Şimdi dönüp bakınca özelleştirmeler sonucunda doğu ve güneydoğu bölgelerimiz değil ülkenin beline vurulmuş en büyük darbe. Bu toprakların etiyle, kemiğiyle var ettiği ve var olmasının sebebi olan kurumlar eğer satılmamış olsaydı, bugün ne emperyalizmin planı olan ortadoğu bataklığında debelenirdik ne ekonomik sıkıntı içerisinde olurduk.
Keşke bu fabrikaları hepinize gösterebilme şansım olsaydı. Biz ancak işverenlerin izniyle girebiliyoruz. Ve her seferinde aynı acıyı hissediyoruz. Hammaddesini bizden alıp, bizim kurduğumuz fabrikalarda bizim insanımıza ürettirip onlar kazanıyor. Bu akıl ve vicdanın kabul edemeyeceği bir durum. Tabii bunun bir tesellisi de var; en azından bazılarının hammaddesi bizden.