KIDEM TAZMİNATI KIDEM SAVAŞIDIR!
Halit Narin, İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı, kıdem tazminatından şikâyet ederdi.

ÜNİVERSİTEDE öğrenciydim, sendikada çalışırdım… Halit Narin, İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı, "kıdem tazminatından şikâyet ederdi. Evren de garsonun maaşından yakındı. Marmara Oteli o garsonları çağrıştırırdı ancak.
Darbe yapabilsin diye orada ölüme sıkıştırılmış onca 1 Mayıs kurbanını mı hatırlatacaktı! Narin (narin olmayan çok sayıda patron da) darbede TSK ile müttefikti. Ne de olsa… MESS’çi, TİSK’çi, TÜSİAD’cı patronlar da asker doğmuştu… TSK’nın darbeci paşaları da OYAK’ta kapitalist ve patron olmuştu! . 12 Eylül birazda budur: Tiskencedir, ne kadar oyak o kadar dayaktır! Netekim… Peşin darbeyi görüp keyiflenince, boşuna dememişti patronlar: Bugüne kadar işçiler konuştu, artık sıra bizde, diye. * Canım halkım; ister sivil işçi, memur, emekli, köylü… İster alttaki asker, polis, zabıta… Bunu nedense anlamak istemez. Sınıfları saymaktan, sınıfını bilmekten hoşlanmaz. . "Kıdem tazminatı"nın yenmesi, pardon "modernizasyonu" için artık darbeye gerek yok.
Hani kimi ülkücü, Türk-İslam sentezci, büyük hayal kırıklığıyla, yolunu döşemek için çok kullanıldıkları .darbede cezaevine girince demişti ya… "Biz içerideyiz, fikirlerimiz iktidar" mealinde… İşte hep öyle, her zaman öyle, yine öyle: Darbeciler içeride, darbe ruhu dışarıda! . "Sınıf mücadelesi"nde epeydir darbeye, darbeciye gerek yok.
Merkez sağ, piyasa liberaliydi; merkez sol da öyle. Milliyetçiler de öyle, muhafazakâr demokrat da. Darbeci de öyle; darbe karşıtı denen de. "Piyasa" en büyük mutabakattır. Siz milliyetçi, ulusalcı, muhafazakâr, demokrat olarak oy neyin verirsiniz; farklı şeyler istediğinizi düşünürsünüz. Nihayeti budur inayet! Aristo’yu filozof değil paralı dershane hocası sayan piyasacı; Prometheus’u da ofis boy yapar! .
Yok oldu denen sınıflar ve sınıf savaşı ise dibine kadar mevcuttur… Ama diptekilerin üstüne yığıldığı, yıkıldığı; şikeli, hileli, tek kaleli, mağlubu belli sayıldığı ve diptekiler kendi sınıfını bilmediği için epeyce hayalet gibidir. Ve o "Hayalet", iki asra yakın zaman sonra da vardır; öyle ayan beyan dolaşmasa bile… Birbirine giren niceleri ona karşı hemen "kutsal ittifak"ta buluşur: Her cinsten "papalar, çarlar, ajanlar, ajandalar" sıkışınca ona karşı birleşir. Prometheus ise inatla, kayayı tepeye çıkarmaya uğraşır! .
Ali Tezel ayrıntılı yazıp duruyor ya Habertürk’te… Esasen öyle: Kıdem tazminatı işverenin işçiye borcudur. Ama işçi bile öyle telakki etmekte zorlanır; kafası aşırı karıştırıldığı, dili başkasının kelimelerini konuştuğu için. Dilimizde, dinimizde, raconumuzda ise; borç, namustur! Bu borcu bilmek değil silmek isteyen, kadim emek borcunu, birikmiş "artık değer" tazminatını iç etmek isteyen varsa… O vakit adını da siz koyun! ATIP tutuyoruz da, ben dahil, çoğumuz yıllarca ücretin düşük gösterilip kıdem çalınmasına itiraz etmedi; yöneticilik yaparken de bir bakıma çalmış olduk!
Belki o utançla, yıllar önce şu oldu: 16 yıl her kademesinde emek, yürek koyduğum Milliyet’ten atılırken, eksik tazminata gık çıkarmadım! Ne yasal, ne duygusal! Ama bunu bir kişi için yaptım. Mahkemede şahitlik edip emeğinden, hep ölüm kıyısında dolaştırdığımız yaralı hayatından çalmak isteyenlere karşı, bir zamanların müthiş muhabiri Ali Haydar Yurtsever’in yanında oldum. Somali’den Bağdat’a, Romanya’dan Afganistan’a, nerede bela varsa yolladığımız Ali Haydar’ı utanmadan asgari ücretten göstermişti "işveren". Sağlığı, ailesi bozulmuş; her karesinin kuruş hesabını vermiş dürüst, fedakâr gazeteciye, bir kelimesinin heyecanını bile paylaşmamış "İnsan Kaynakları" dıngıllığının reva gördüğü buydu. Mahkemede ısrarlı tanıklıkla, hakkını aldı ya; benim kalmış ne hakkım varsa, onu da tüm Ali Haydarların hatırı için Milliyet’e helal ettim!