EKONOMİDE RİSKLER
EKONOMİDE RİSKLER
İyimser tahminler yapıp, övgü düzmek yerine, olası riskleri öngörüp, önlemler almak ekonomik açıdan daha sağgörülü bir yaklaşımdır. Dünya ekonomisi için riskler; özellikle AB bölgesinde bazı ülkelerin kamu borçlarının yüksekliği nedeniyle, borç ödemede karşılaşılabilecek güçlüklerin bankacılık sistemini olumsuz etkilemesi; krizden çıkmak için yaratılan likidite bolluğu; ekonomik dengesizliklerin tümüyle giderilememiş olmasıdır. Türkiye için riskler de, cari işlemler açığının yüksekliği, sıcak para akımı ile açığın fonlanması ve gayrimenkul piyasasının balon yapma olasılığı ile tüketici kredilerinde karşılaşılabilecek sorunlardır.
AB ülkeleri, İrlanda, Portekiz, Yunanistan, İspanya da yaşanabilecek borç krizleri, gerekli destek verilmediği takdirde, bankacılık krizine dönüşebilir. Söz konusu ülkelere verilen borçların önemli bir bölümü bankalar tarafından sağlanmıştır. Borçların geri ödemesinde yaşanabilecek sorunlar, sonuçta bankaların mali yapılarını bozarak, ödeme güçlerini zayıflatır. İrlanda, Yunanistan, İspanya, Portekiz’e verilecek mali destekler, dolaylı biçimde bankacılık sektörünü kurtarmaya yönelik etki doğurur. Olaya, borçlu ülkelere verilen mali desteklere, alacaklı bankaları bir tür kurtarma operasyonu olarak bakılabilir. Almanya’nın desteği borçluyu mu yoksa Alman bankalarını mı kurtarmaya yöneliktir? Tartışılabilir.
Dünyada, gelişmiş ekonomilerde likidite aşırı derecede genişlemiş, faizler fiilen sıfır düzeyine inmiş; ancak ekonomik anlamda yatırımlar canlanmamış, hızlanmamıştır. Beklentilerin netleşmemesi, yeni ürün ve teknolojilerin geliştirilememiş olması; çok söz edilmesine karşın inovasyon, yenilikçiliğin yetersiz kalışı, yatırımlarda hareketlenmeyi sınırlamıştır.
Gelişmiş ekonomilerde özellikle ABD’de bundan önce yaşanan krizlerden çıkışta, yeni ürünler geliştirilmesi, yeni teknolojiler uygulanması etkili olmuş, hem yatırım hem de tüketim talebini canlandırmıştır. Kapitalizmin yaşaması, büyük ölçüde yenilikçiliğe bağlıdır. Yeni ürün, yeni teknolojiler, yeni pazarlar, sisteme dinamizm kazandırır. Dinamizmini yitirmiş, kriz yaratan bir sistemle krizleri aşmak olanaksız gibidir.
Gelişmiş ekonomilerde likidite, aşırı para basılarak genişletilmiş; risk alma iştahı yüksek, ancak ekonomik anlamda yatırım alanları kısıtlı bir ekonomik ortamda, fonların spekülasyon güdüsü ile finansal pazarlara, altına, hatta gayrimenkul piyasasına yönelmesi doğaldır. Geleneksel bankacılıktan uzaklaşmış, reel sektörle ilişkileri zayıflamış, türev finansal araçlarla sanal gelir peşinde koşan bankacılık; şişkin balon yapmış menkul kıymet pazarları, geçmişten ders alınmamışçasına yeniden yoğunlaşmanın yaşanmaya başladığı gayrimenkul pazarları, yüksek risk, yüksek kâr iştahı; tüm bunlar yeni bir krizin nedenleri ya da krizden çıkışı güçlendiren etkenlerdir.
***
2010 yılının kesin ekonomik sonuçları henüz açıklanmamıştır. Gelişmeler Türkiye’nin 2010 yılında 400 milyar USD’nin üstünde cari işlemler açığı verdiğini göstermektedir. Türkiye bu açığın önemli bir bölümünü sıcak para girişi ile fonlamıştır.
Likidite bolluğu, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerde faizlerin, getirinin çok düşük oluşu, kabaran risk iştahı, kriz yıllarında gelişmekte olan (emerging) piyasalara sermaye, sıcak para akışına yol açmıştır. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) tahminine göre, gelişmekte olan finansal piyasalara sermaye akışı 2009 yılında 581 milyar USD iken, bu tutar 2010 yılında 825 milyar USD’ye yükselmiştir. Kuşkusuz sermaye akışı, krizin etkilerinin kısa sürede daha az hissedilmesine olanak vermiştir. Ancak bir orta vadede sıcak para çıkışı bir yana, Türkiye dahil gelişmekte olan piyasalara sermaye girişinin durması, yavaşlaması bile yeni bir krize yol açabilir. Sermaye hareketlerinin gelişmekte olan pazarlara yönelik olarak yavaşlaması, durması olası bir risktir.
Türkiye’de banka sektörü son yıllarda ipotek karşılığı konut kredileri (mortgage) dahil, tüketici kredilerine yönelmiştir. Tüketici kredilerinin toplam krediler içindeki payı yüzde 35 dolayına değin yükselmiş, bazı bankalarda yüzde 50’yi aşmıştır. Tüketici gelirlerinde artış olmaması, gayrimenkul piyasasında önce bir balon, ardından duraklama, gayrimenkul fiyatlarında düşüş, bankacılık kesimini mali açıdan zor duruma düşürecek gelişmeler olur.
Ekonomi yönetilirken, dünyada ve ülkemizde oluşan, oluşmakta olan riskler göz önünde tutulmalıdır.