Dibe vuran sendikal hareketin sorumlusu kim?
Türk sendikal hayatı son günlerde sendikaların kapatıldığına ilişkin bir iddiayı tartışıyor. Sorunları doğru zeminde ve doğru biçimde tartışmak ülkemizde nedense yapılamıyor. İdeolojilerin esir aldığı sendikalar, sorunları gerçekler üzerinden değil ideolojik tutumlar üzerinden değerlendiriyor. Hal böyle olunca çarpıtmalar kimi zaman gerçek olarak sunuluyor.
Türk sendikal hareketi bugün bir krizle karşı karşıyadır. Bu krizin dışsal sebeplerinin yanı sıra sendikaların kendilerinden kaynaklanan sebepleri de var. Sendikalar, içinde bulunduğu olumsuz durumu tartışmak ve bunlara çözümler bulmak yerine daha çok dış sebepler üzerinde durmayı tercih ediyor. Bu ise sorunların artarak devam etmesine neden oldu. Yaşanılan krizin içsel sebepleri üzerinde durmadı sendikalar. Sorunlara gerçekçi çözümler üretmeye kafa yormak yerine başkalarını suçlamayı seçti. Sendikaların örgütlenmeye ilişkin önemli sorunları ve bunların farklı nedenleri var. Örgütlenmenin önündeki engellerin yasalardan, işverenlerden ve hükümetlerin tutumlarından kaynaklanan nedenleri elbette var. Ancak bu konuda sendikalardan kaynaklanan engeller yok mu? Eğer bugün toplu iş sözleşme yetkisini kaybetmemek için yüzde on barajının yüzde üçe düşmesi bile sendikalara yetki kazandırmıyorsa kendimizi özeleştiriye tabi tutmamız gerekmiyor mu? Toplu iş sözleşmesi yetkisi için yüzde yarımı savunan bir sendikal hareket olmak ne kadar doğru? Konfederasyonların ve sendikaların birleşmesini neden savunamıyor ya da başaramıyoruz? Tüm dünyada sermaye birleşirken bizde sendikalar hangi nedenlerle birleşerek güçlenemiyor?
İşçileri ilgilendiren 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu birleştirilerek "Toplu İş İlişkileri Yasa Taslağı" haline getirildi. Taslak işçilerin sendikalara üye olmalarını kolaylaştırıyor. Zira işçilerin mevcut yasaya göre sendika üyesi olabilmesi için notere gitmesi ve yaklaşık 70 TL ödemesi gerekiyor. Taslağa göre işçiler e-devlet üzerinden hiçbir ücret ödemeden sendikaya üye olabilecekler. Ayrıca taslağın ilk halinde toplu sözleşme yapmak için iş kolunda çalışanların en az binde 5’inin (mevcut durum yüzde 10) o sendikanın üyesi olması öngörülüyordu. Taslağın son halinde ise toplu sözleşme yapma yetkisi için yüzde 3 örgütlenme öngörülürken, 5 yıllık bir geçiş süresi gerekiyor. Dolayısıyla kapanan sendika yok. Oysa bu süreçte özellikle hükümet karşıtı bazı sendikaların kapatılmak istendiği söyleniyor.
Öncelikle sendikaların kapatılma iddiasını anlamaya çalışalım. Çalışma Bakanlığı yasa gereği yılda iki defa (ocak ve temmuzda) çalışma hayatına ilişkin istatistikleri yayınlamakla mükellef. Bu istatistiklerde hangi iş kolunda ne kadar işçi çalıştığı, hangi sendikanın ne kadar üyesi olduğu, toplu sözleşme sayısı vb. bilgiler yer almakta. İşçi sendikalarında toplu sözleşme yapmak için öncelikle o iş kolunda çalışanların en az yüzde 10’unun ilgili sendikaya üye olması gerekir. Yüzde 10 barajının tespitinde bakanlığın istatistikleri dikkate alınır. Bakanlık hangi iş kolunda ne kadar işçinin çalıştığını sendikaların kendilerine bildirdiği bilgileri dikkate alarak yayınlar. Sendikalar da "naylon üye" olarak nitelendirilen üyelerle birlikte olduğundan çok fazla üyeye sahipmiş gibi görünür. Çünkü ölen üyeler, emekli olan üyeler ve benzeri nedenlerle sendikayla üyelik ilişkisi olmayanları sendikalar Bakanlığa bildirmeyerek resmî kayıtlarda üye gösterir. Bu durumu sendikalarda Bakanlık yetkilileri de yıllardır bilirler. Bir anlamda istatistik yalanını herkes bilir de sorun bir türlü çözülmezdi. Sendikalar ülke barajını aşmak için bu yanlışın devam etmesine ses çıkarmaz iken, hükümetler de resmî istatistiklerde işçilerin örgütlenme oranının yüzde 57 olarak görünmesine ses çıkarmadılar. Oysa ülkemizde gerçek sendikalı (işçi) oranının yüzde 8 olduğu bilinmesine rağmen sendikalar ve hükümetler, burada kazan-kazan anlayışıyla hareket ettiler.
SENDİKALARIN TEMSİL GÜCÜ
2009 yılında yapılan yasa değişikliği ile ülkemizde işçi sendikalarının üye sayılarının tespitinde sendikaların bildirimleri değil, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarının esas alınması kararlaştırıldı. Bu yasal düzenleme gerçek sendikalı sayısını ortaya çıkaracak, ancak birçok sendika, toplu iş sözleşmesi yapma yetkisini (yüzde 10 ülke barajı nedeniyle) kaybedecekti. Sendikalar, yıllardır ötelenen ve görmezden gelinen bir sorun nedeniyle üyelik gelirlerinden yoksun kalacaktı. Bu krizi çözmek için Çalışma Bakanlığı’nın istatistikleri yayınlaması 4 defa yasal değişiklikle ötelendi. Son öteleme 12 Haziran seçimlerinin hemen ertesinde ilk yasal düzenleme olarak yapılmıştı. Ocak ayının sonunda süre dolmadan sendikaların yeni bir öteleme yapılacağı beklentisi gerçekleşmeyince kriz kendini gösterdi. Türk-İş’e üye sendikaların büyük kısmı toplu iş sözleşme yetkisi kaybederken, Hak-İş ve DİSK’e üye sendikaların birkaçı istisna olmak üzere tamamı toplu iş sözleşmesi yetkisini kaybediyor. Üç konfederasyonda yetki kaybedecek sendikalar var. Üç konfederasyonun hükümet karşıtı oldukları için sendikaları kapatılıyor demek gerçeği saptırmaktır. Üstelik sendikaların yaptıkları toplu iş sözleşmeleri sürelerinin bitimine kadar geçerlidir. Toplu sözleşme yapma yetkisinde yer alan baraj 1983 yılından beri uygulanıyor. Bu uygulamanın yanlış olduğunu söylemek ve değişmesini talep etmek başka şey, gerçeği çarpıtıp hükümet karşıtı sendikaların kapatılmasını söylemek ise başka şey. ILO ve evrensel ilkeler toplu sözleşmelere kısıtlama getirmenin yanlış olduğunu söylüyor. Toplu sözleşmelerin kısıtlanması doğru olmadığı gibi, binde 5’i savunmak zorunda kalan sendikaların özeleştiri yapmaktan kaçınmaları da doğru değil. Toplu pazarlık sisteminin önüne barajlar koymak nasıl eleştirilmeyi hak ediyorsa, sendikaların işçileri örgütleme oranlarının yerlerde sürünmesi de o kadar eleştiriye açık olmalıdır. Dünya sendikal hareketinde sendikalar milyonları aşan üye sayısını yetersiz görüp başka sendikalarla birleşirken, Türk sendikal hareketinin 900 bin sendikalı işçi ile 3 ayrı konfederasyon ve 56 ayrı sendika olarak örgütlenmeyi masaya yatırması gerekmez mi? Sendikalar 1983 yılında çıkan yasanın sorunlu bir yasa olduğunu her fırsatta dile getirmesine ve 29 yıldır birçok hükümet gelmesine rağmen bu sorunun çözümü için neden bir çözüm üretemedi?
Çalışma hayatına ilişkin konularda hükümetin yaptığı yanlışları söylemek ne kadar görevimiz ise sendikaların örgütlenme konusundaki eksikliklerini söylemek de o kadar görevimiz olmalıdır. DİSK haklı olarak her fırsatta 12 Eylül darbesi ürünü olan yasaları eleştirirken, 12 Eylül’ün karanlığını silecek olan referandumda, DİSK’in "güçlü biçimde hayır" demesini de tartışmamız gerekmez mi?
Yaşanan bu süreçte sendikalar, yapması gerekenleri tartışmaya başlamalılar. Öncelikle sendikalar neden tabansal ve toplumsal destek kaybettiklerini tespit etmeliler. Ülkede yaşanan darbe süreçlerine sendikaların desteği, güven kaybının en önemli nedenidir. Darbelere zemin hazırlayan sendikalar olduğu gibi darbe sonrası darbecileri selamlayan sendikalar da olmuştur. Sendikalar eğer gerçek işlevlerine dönerlerse yeniden toplumsal ve tabansal destek bulabilirler. İdeolojilerin esiri olmaktan kendilerini kurtarır, yüzünü işçilere dönerlerse tüm engelleri aşabilirler. İşçilerin hassasiyetlerine dikkat eder ve demokrasinin gelişmesi için çalışırlarsa bu krizden kurtulabilirler. İşçi konfederasyonları birleşmeyi gündemlerine alır, bunu tabanlarında tartışmaya başlarlarsa krizden kurtulma adına önemli bir adım atmış olurlar.