CUMHURİYETİN EKONOMİK TEMELİ: TARIM
Kurucu, dönemine göre çağdaş uygulamalarla bütünleşik, uygulatarak öğretilen, her alanda oluğu gibi bilim ve akıldan güç alan bir tarım politikasını daha ötesi bir tarım kültürünü sistematik hale getirmeye çalışmak…
Ve bunu başarmanın yöntemlerini Cumhuriyetimizin kuruluşundan çok önce zihinde tasarlamak; köylünün, çiftçinin emeğinin değerini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmayı ekonomi politikasının ana ilkesi haline getirmek…
Özetlemeye çalıştığım bu ilkelerin asıl kaynağının Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’nin 3. Yasama Yılı açılış konuşmasında Türk köylüsünün o güne kadarki durumunu ve layık görüldüğü muameleyi özetlediği şu cümlede olduğunu düşünüyorum:
“Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım.”
Aynı konuşmada artık hepimizin bildiği ama henüz tam anlamıyla idrak edemediğimiz ” Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için çalışmak gereklidir.” ifadelerinin de olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Sadece bu 3 cümlede bile 2 önemli amacın olduğunu vurgulamak gerekiyor: Hem Türk köylüsü yoksulluktan kurtulacak hem de tarım sektörünün gelişmesiyle Türk ekonomisi büyüyecek.
1918-1938 dönemi, istikrarsız ve uzun savaş yıllarından sonra geri bir tarımsal yapının miras alındığı ve Atatürk’ün bizzat ekonomi ve kalkınma politikalarını gerçek anlamda milli hassasiyetlerle yönettiği ve uyguladığı yıllardır.
Sadece Birinci Dünya Savaşı yıllarında (1914-1918) temel tarımsal ürünlerde hasat edilen ürünün yarı yarıya azaldığı bir dönemden söz ediyoruz. Milli Mücadele yıllarında ise verimli topraklar işgal, erkek nüfus ise silahaltında olduğu için tarımın tahribi, Birinci Dünya Savaşı döneminden daha da ağır olmuştur. Üstelik Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında dışarıdan temin ettiği kaynaklar da artık yoktur.
BUGÜN, O GÜN…
Bugün tarım toprakları sürekli azalırken, çiftçi sayısı düşerken; o gün “Memlekette asla topraksız çiftçi bırakılmamalıdır.” denilmiştir.
Bugün tarım havzalarının sınırlarının neye göre çizileceği konusunda tartışmalar sürerken, bir yıl 36 olarak ilan edilen tarım havzası sayısı sonraki yıl 900’e çıkarılırken; o gün “Memleketi; iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayırmak gerekir.” tespiti yapılmıştır.
Bugün tarımın temel sorunlarının çözüm kapısının anahtarı olan kooperatifçilik çalışmaları yetersizken, çeşitli ve çelişkili kanunlarla kurulmuş on binlerce kooperatif, birlik ve dernek sadece tabelada kalırken; o gün “Kooperatiflerden kredi ve satış için olduğu kadar, üretim araçlarını öğretip kullandırmak için de yararlanmayı mümkün görüyoruz.” vizyonu ortaya konmuştur. Cumhuriyetin kurulduğu yıl istihsal (üretim), alım ve satım ortaklık kooperatifleri nizamnamesi yayımlanmıştır.
Bugün mevcut tarım toprakları bölüne bölüne ekonomik üretimden çıkarken, arazi toplulaştırması çalışmaları istenilen seviyede ilerleyemezken; o gün “Bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle bölünmez bir mahiyet almasının gerekliliği” vurgulanmıştır.
Bugün toprak kullanımını ve tarımsal üretimi planlayamadığımız konusunda hemen herkes hemfikirken; o gün ‘”Çiftçilerin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu bölgenin nüfus kesafetine (yoğunluğuna) ve toprak verim derecesine göre sınırlandırmak lazımdır.” ifadesi tarım rejiminin ana unsuru olmuştur.
Bugün bile ortak makine kullanımı bilinci neredeyse yokken; o gün “Yakın köylerde müşterek harman makineleri kullandırtmak, köylülerin ayrılamayacağı bir adet haline getirilmelidir.” denilmiştir.
Bilenler bilir; bugün bile tarımın güncel konularından biri de çiftinin finansal okuryazarlığının yetersizliğidir. O gün “Çiftçilere sermaye yatırımı ve kârlılık kavramlarının öğretilmesi” yoluna gidilmiştir.
Belki dikkatinizi çekmiştir; yasal düzenlemelerden, çiftçiye büyük yük olan vergilerin kaldırılmasından, diğer sektörlerde olduğu gibi büyük bölümü bugün de yaşayan tarımsal idari, eğitim ve finans kurumlarının, kooperatiflerin Cumhuriyetin ilk döneminde kurulmasından ve Atatürk Orman Çiftliği ile diğer çiftliklerden söz etmedim.
Amacım sadece Cumhuriyetin Tarım Rejimi’nin ana unsurlarını bir kez daha hatırlatmaktı.
“YAPILAN BİR GÖREVDİR”
Ancak çiftlik demişken mutlaka aktarmam gerekir; Atatürk millete tarımı öğretmek için kendi parasıyla satın alıp yine kendi parası ile işlettiği çiftlikleri millete bağışlamaya karar verdi. Meclis oy birliği ile kabul etti ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda Atatürk’e şu telgrafı gönderdi: “Ülkenin tarımsal kalkınmasına yardım olmak üzere yıllardan beri bizzat uğraşarak yetiştirdiğiniz çiftlikleri ve içinde bulunan fabrika, alet ve sairenin tümünü tarımın gelişmesi uğruna millete bağışlamanız haberi mecliste derin heyecan uyandırmış ve meclisin derin teşekkürlerini yüksek huzurunuza sunmama oy birliği ile karar vermiştir. Derin saygılarımla arz ederim.”
Atatürk’ün bu telgrafa cevabı çok kısa ve anlamlıdır; “Yapılan bir görevdir.”
O yıllarda bu ülküleri ortaya koyan Büyük Deha, %80’i okuma-yazma bilmeyen, %90’ı çiftçi olan, toplam 13 milyon nüfusun sadece %7’sinin tarım topraklarının %70’ine sahip olduğu, savaşlar döneminde tarımı büyük yara almış bir ülkeyi hepimizin bildiği tüm olumsuz şartlara rağmen yine tarım ile yeniden yola çıkarırken tabii ki bu yasal, idari ve teknik düzenlemeleri yapacak, kurumların temelini atacaktı.
Cumhuriyetimizin 99. yılını kutlamanın onurunu yaşarken Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile millî egemenlik uğrunda mücadele eden herkesi rahmet, minnet ve saygı ile anıyoruz.
Bağımsızlığımızın simgesi Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!