ÇADIR, DİRENİŞ VE MOLA
Netameli aydı, pusluydu hava. Yoksul ve yorgundular. Yüreklerini ve umutlarını alıp gelmişlerdi. Süslü cümleleri, büyük lafları yoktu lügatlarında. Talepleri yalındı. Ekmek, iş ve güvence istediler. Dönmek ve ölmek eş anlamlıydı artık.
TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve KAMU-SEN’in 26 Mayıs için aldığı “genel eylem” kararının altının doldurulması, hazırlıklara bir an önce başlanması gerekmektedir. Eylemin, “genel grev”e dönüştürülmesi farzdır.
Ankara’ya geldiklerinde bir avuçtular. Netameli aydı, pusluydu hava. Yoksul ve yorgundular. Yüreklerini ve umutlarını alıp gelmişlerdi. Süslü cümleleri, büyük lafları yoktu lügatlarında. Talepleri yalındı. “Ekmek, iş ve güvence” istediler. “Dönmek” ve “ölmek” eş anlamlıydı artık. Dönüşsüz yolun başında “gaz”a maruz kaldılar, havuza döküldüler. Sökülüp atılmak istendiler Ankara asfaltından. Oysa zulüm daha bir biledi yüreklerini, direnci kuşandılar. Alfabenin 3. harfine, ucube istihdam modeline direndiler. Sığındıkları sendika binalarından bile atıldılar, sokakları mesken tuttular. Modernizmin bireyciliğine inat çadırlarda umudu büyüttüler. “Dayanışma”yı yeniden eklediler sözlüklerimize.
Yaktıkları ateş 78 gündür hiç sönmedi, ısıttı yurdun dört bir yanını. Bazen bir vapurun güvertesinde, bazen lüks bir lokantanın penceresinde protestoydular. Ağrı’nın doruklarında görüldükleri de oldu. 17 Ocak’ta miting, 4 Şubat’ta grev oldular. 20 Şubat’ta 40 bin kişiyle karşıladılar geceyi. Yurdun her köşesinde miting, yürüyüş, oturma eylemiydiler. Ölü toprağını kaldırıp attılar üstümüzden. Umudun meşalesini tutuşturdular. Kör duvarlar, sağır sultanlar duydu seslerini. Namları gitti deryaların ardına. Her dilden slogan oldular Berlin sokaklarında. Vahşi kapitalizm çağında, başkasının derdiyle kederlenmeyi öğrettiler bize. “Govend” ve “horon”u buluşturdular, ezgileri harmanladılar. Sahte açılımlara inat halkların gerçek kardeşliğini yarattılar.
İhanet ve ölüm
En çok da yalanlarla uğraştılar. Yalan makinesi hiç durmadan çalıştı. “Marjinal”di onlar. “Yan gelip yatan”, “yetim hakkı” çalanlardı. Muhalefetin oyununa geliyorlardı üstelik. 4/C’nin kıymetini bilmeyen nankörlerdi. İktidarın merhametine maraz çıkartanlardı. Duygu sömürücüsüydüler. “Devletin kasası”na göz koyanlardı. Ekonomiyi batıran bunlardı. İşsizliğin müsebbibiydiler. “AK İktidar”a kara çalmaya çalışan “bindirilmiş kıta”lardı. “Bölücü”ydüler. Ekmeklerini bölüşmüyorlar mıydı? “İşgalci”ydiler”, üstelik “görüntü”yü bozuyorlardı. Birileri “aidat” için kışkırtıyordu onları. İşsiz kalırlarsa sorumlusu sendikalardı. “Derhal iş başı yapılmalı”, iktidara “minnettar” kalınmalıydı.
Sendikal ihaneti gördüler. Kendi konfederasyonları bile ürkek davrandı direnişlerine. Desteği, dostlar alışverişte görsün türündendi. Dayanışma grevini kırmak için çabaladı, üye sendikaları uzak tutmak için çırpındı. Bazı “hizmet sendikaları” baştan sırt çevirmişti zaten. Hükümetten yana tavır almışlardı açıktan.
Onlar ölümüne direnirken, gemisini kurtarmak isteyen bazı arkadaşları kuzu kuzu 4/C’ye teslim oldular. İktidar sahipleri, direnişi kırmak için kapı kapı dolaşmış, ölümü göstererek sıtmaya razı etmişti onları. Ağacın kurdu bir kez daha devreye sokulmuştu. Direnişi kırmak için akıl almaz yöntemler denendi. Ama hiçbir neden 4/C’ye geçenleri aklamaya yetmedi. İhanetin mazereti olmazdı.
Ölümü de gördüler bir sabah ezanında. Çadırla cami arasında yitip gitti bir ömür. Kızılay asfaltına kazındı bedeni, “Direniş şehidi” oldu Hamdullah Uysal. Cenazesine bile tahammül edilemedi. Apar topar yollandı memleketine. “Ölmek var, dönmek yok” denilen bu yolculukta, ancak ölüsü geri yollanabilmişti. Geriye, hüzün bulaşmış umudu kaldı direniş çadırlarında.
Çadırlar sökülürken…
“Adalet”li ve “Kalkınma”cı iktidar, direnişin “emsallerine kötü örnek teşkil etmesi”nden korktu. Mücadeleyle hak kazanılamayacağını kazımak istedi beynimize. Suskun, örgütsüz ve rücu eden “sadaka toplumu” yaratmak için seferber oldu. Emekçiler verilene razı olsun, aza kanaat getirsin, sendikalar “yandaş” olsun istedi. Hasbelkader çalışanları ise işsizlikle tehdit etti. “İş güvenliği”ni sağlamak yerine “iş güvencesi”ni ortadan kaldırmayı görev edindi. Tuzla tersanelerinde, Bursa ve Balıkesir maden ocaklarında tekerrür eden işçi ölümlerine sessiz kaldı. Timsah gözyaşları döktü en fazla.
Merhametli Sadrazam, “Çadırınızı başınıza yıkarım” demekten çekinmedi. “Şubat’ın sonuna kadar” müsaade buyurdu sonra. Ferman kesindi. “Emniyetimiz” yıkım tatbikatına başladı hemen. Sabaha doğru çadırlar basılacak, kan uykularında avlanacaklardı! “Bu kez Gandi Yöntemi’yle dağıtacağız” dediler. Emekçiler de, direnişi her yere yaymanın hazırlarını yapıyordu.
Tam da “büyük taarruz”un arifesinde Danıştay kararı geldi. 4/C’ye geçmek için verilen 30 günlük süre iptal edildi. “Müjdeli haber” coşkuyla karşılandı direniş çadırlarında. Yorgun yüzler aydınlandı, gözyaşları sevinçten döküldü bu kez. Tekgıda-İş, direnişe 1 Nisan’a kadar “mola” verileceğini, eylemlerin yerellerde sürdürüleceğini açıkladı. Çadırlar söküldü. Memleketlere dönüldü. Sökülen çadırlardan hüzün kaldı geriye, bir de yanıtsız sorular…
Danıştay’ın “süre iptali” kararının, kesin bir zafer olarak değerlendirilmesi yanılsamadır. Kaldı ki 4/C tehdidi orta yerde durmaktadır hala. Böylesine teknik bir yargı kararına istinaden direnişe “mola” verilmesi hatadır kanımca. Gücünü haklığından ve meşruluğundan alan, inanılmaz kamuoyu desteği sağlayan direnişin, kazanılmış mevziyi terk etmesi sıkıntı yaratacaktır. Mücadeleyi soğutma tehlikesi de vardır. Yerel eylemler elbette önemlidir. Ancak Tekel İşçilerini dünyanın gündemine taşıyan esas olgunun uzun soluklu Ankara Direnişi olduğu unutulmamalıdır. 1 Nisan’da bin işçiyle Ankara’da toplantı yapılması kararı da bu boşluğu dolduramayacaktır. Umarız Tekel İşçileri 1 Nisan’da “şaka” ya gelmezler.
Tekel Direnişi, ciddi kazanımlar sağladı. “Öldü” denilen işçi sınıfını yeniden ayağa kaldırmayı başardı. Sınıf dayanışmasını geliştirerek hepimize mücadele gücü verdi. Fiili ve meşru mücadelenin adresini güncelledi. 4/C sistemini hem teşhir hem de mahkûm etti.
Ancak sorun Tekel İşçileriyle sınırlı değildir. Esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırma, özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma uygulamalarıyla emekçilere yönelik saldırılar devam etmektedir. EĞİTİM, sağlık ve sosyal güvenlik başta olmak üzere kamusal alan tasfiye edilmekte, şirketleştirilmektedir. Sinter Metal, Esenyurt Belediye, Marmaray, İzmir Kent A.Ş, Gaziantep Çemen Tekstil ve İtfaiye işçileri başta olmak üzere onlarca yerde direnişler devam etmektedir. Özelleştirmenin taze mağduru Tariş İşçileri de direnişe başladı. Şeker fabrikaları sırada… Acil talepler ve ihtiyaçlar doğrultusunda birleşik mücadelenin örgütlenmesi kaçınılmazdır. Avrupa’daki grev dalgası, mücadelenin küresel olanaklarını da açığa çıkartmaktadır.
TÜRK-İŞ, DİSK, KESK ve KAMU-SEN’in 26 Mayıs için aldığı “genel eylem” kararının altının doldurulması, hazırlıklara bir an önce başlanması gerekmektedir. Eylemin, “genel grev”e dönüştürülmesi farzdır. Bugünden işyeri ve kamuoyu çalışmaları ile süreç zenginleştirilmedir. 8 Mart ve 1 Mayıs etkinlikleri “genel grev”in altyapısı olarak değerlendirilmelidir.
Tekel’in ateşini söndürmemek, çadırları büyütmek gerekiyor şimdi.
Kadri Gönüllü: Hatay Tarım Orkam-Sen