AVRUPA MERKEZ BANKASI’NIN ‘ENFLASYON KORKUSU’ – II –
Pazartesi günü, Avrupa Merkez Bankası (ECB) “faizleri neden arttırmakta ısrar etti” diye sorumuştum. Yazımı “ECB’nin yeni faiz oranları, AB üyelerinin değil Almanya’nın gereksinimlerine uygun gibi görünüyor” diyerek bitirmiştim.
Pazartesi günü, Avrupa Merkez Bankası (ECB) “faizleri neden arttırmakta ısrar etti” diye sorumuştum. Yazımı “ECB’nin yeni faiz oranları, AB üyelerinin değil Almanya’nın gereksinimlerine uygun gibi görünüyor” diyerek bitirmiştim.
Kısaca Almanya
Almanya Avrupa Birliği’nin en büyük ülkesi; ekonomisi, özellikle sanayi üretimi, verimliliği ve ihracat kapasitesi açısından dünya klasmanının en ön sırasında yer alıyor. Almanya’nın teknolojik düzeyi, otomotiv, hassas ölçüm aletleri, tıbbi aletler, ilaç, kimya, optik ürünler, iş makineleri alanlarında ürettiği malların dünya piyasalarında adeta sarsılmaz bir yeri var. Bu yüzden sürekli dış ticaret fazlası üretiyor. Bu fazla 2010 yılından 190 miyar dolar dolayındaydı.
Almanya’da birim emek maliyeti Avrupa ülkelerinden, özellikle de Yunanistan, Portekiz, İspanya’dan belirgin bir oranda daha düşük. Buna karşılık hane halkı tüketimi artış hızı yavaş olmakla birlikte, istikrarlı bir eğilimi sergiliyor. Bir araştırma (Carlo Bastasin, Waltzing with the elephant… 20.12.2010. Brookings, Europe Analyisis series No: 49) Almanya’da finans dışı sektörlerdeki işletmelerin 2004-2008 döneminde çok büyük bir finansal fazla yarattıklarına ancak bu fazlanın ülke içindeki yatırımlara değil, ülke dışına yönelik sermaye hareketlerine yol açtığına dikkat çekiyor. Alman bankalarının, Avro bölgesindeki alacakları da 1999-2008 döneminde dört kat artmış. Bastasin, bu sermaye hareketlerinin büyük bir kısmının Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz’e gittiğine dikkat çekiyor.
Kısacası Alman kapitalizmi kendi ülkesinde kârlı biçimde yatıramayacağı bir aşırı birikim yaratmış; bu birikimin harekete geçirdiği kriz dinamiklerinden de, bu fazlayı ülke dışına, AB periferisi olarak bilinen, bugün derin bir mali kriz içinde kıvranan ekonomilere göndererek kurtulmaya çalışmış. Bu ülkelerin sermayesi de bu gelen fazlayı iç tüketimi, kısa dönemli finansal kârları, Almanya’dan dışalımı desteklemekte kullanmış. Bir süre için adeta bir saadet zinciri, “AB’ye girenin refah düzeyi artar” fantezisi oluşmuş. Bu ülkelerde ekonomik büyüme, yüksek ücret düzeyi, gittikçe artan dış borçlanma, cari açık, kamu açığı pahasına bir süre sürdürülebilmiş. Sonrasını biliyorsunuz.
‘Neokolonyalizm’, yeniden…
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, eski sömürgelerin siyasi bağımsızlıklarını kazanması sürecinin ardından bunların, ulusal bağımsızlıklarını, karar alma kapasitelerini, bu kez ekonomik ilişkiler üzerinden kaybettiklerini vurgulamak için “neokolonyalizm” (bir yeni tür sömürgecilik) kavramı üretilmişti. Bu ülkelerin egemen sınıfları sürekli dış kaynak girişine, diğer bir deyişle, merkez ülkelerin sermaye ve mal fazlasını emmeye mahkûm ediliyorlardı. Bu kaynak girişi aksadığında bu egemen sınıflar salt birikim olanaklarını değil, siyasi iktidarlarını da sürdüremez konuma düşüyor, bu kaynağı almaya devam edebilmek için her türlü tavizi veriyorlardı.
Bu süreç, 1982’de bir borç kriziyle kesildikten sonra, bu “neokolonyal” ilişkinin yönetimi, neoliberal modele, özellikle finansallaşma sürecine bağlanarak IMF ve Dünya Bankası’na devredildi. MALİ kriz, benzer bir dinamiğin Avrupa Birliği genişleme sürecinin bir bileşeni olarak, birliğin yapısının içine, sermayenin sorunlarını yeni mekânlara kaçarak öteleme eğilimine uygun olarak ve Almanya başta olmak üzere, birliği ilk oluşturan çekirdeğin lehine kurgulandığını ortaya koydu.
Gelişmekte olan ülkelerin tüm direncini kırarak neoliberalizmi kabul etmelerine zemin hazırlayan1982 borç krizini, ABD Merkez Bankası’nın 1979’da faizleri yüzde 11’den 20’ye yükseltmesi tetiklemişti. Avrupa Merkez Bankası faizleri yükseltince birçok yorumcu, krizdeki AB üyelerinin krizini daha da ağırlaştıracağını savundu. Hafta sonunda The Observer mali danışmanlık şirketi Fathom’un bir raporuna dayanarak “Faiz artışı Güney Avrupa’yı bitirebilir” diyordu.
Bence bu faiz arttırımı Almanya’nın enflasyondan korunma gereksinimlerine uygun, ama daha derin bir işlevi daha olacak. Almanya AB periferisini, güçlü bir AB ekonomik blokunu destekleyecek, daha yakından denetlenebilir bir biçimde yeniden yapılandırmaya çabalıyor. Ancak periferi hükümetleri, halkı, ülkelerini, New York Times’da Erlanger’in cuma günü vurguladığı gibi bir “borç kapanına” iten kurtarma paketlerinin getirdiği koşullara, daha fazla egemenlik kaybına yol açacak “reformlara” direnmeye devam ediyor. Bu faiz arttırımı bu direnişin son kalelerini de yıkabilir ya da siyasi istikrarsızlık, direniş denetimden çıkarak tarihte yeni bir sayfa açmaya başlar.