2010’UN İLK YARISI TAMAMLANIRKEN
IMF ve dış piyasalar Türkiye’yi kayırıyor, bunun iktisadi ve siyasi bedelleri nedir?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2010’un ikinci çeyreğine ait ulusal gelir istatistiklerini yayımladı. Verilerden edindiğimiz ilk izlenimleri sizlerle paylaşmak arzusundayım.
1) Baz etkisi: Rekor büyüme, rekor küçülmenin yansımasıdır. Verilere göre Türkiye ekonomisi 2010’un ikinci çeyreğinde, geçen seneye görece sabit fiyatlarla (reel olarak) yüzde 10.3 artış gösterdi. TÜİK ulusal hesapları mevsimsel etkilerden arındırılmış olarak da takip ediyor. Buna göre mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH değerinin bir önceki döneme göre yüzde 3.7 arttığı gözleniyor.
Rakamlar Türkiye ekonomisinin hızlı bir büyüme konjonktürüne girdiğini gösteriyor. “Büyüme hızı” hesaplarıyla uğraşan hemen herkesin ilk yorumu söz konusu büyüme oranının geçen seneki düşük değerlerden kaynaklandığı; yani zayıf baz etkisine bağlı olduğu yönünde olacaktır. Bu kuşkusuz doğru bir gözlemdir: Türkiye ekonomisi geçen senenin ilk çeyreğinde yüzde 14.6, ikinci çeyreğinde de yüzde 7.6 daralmış idi. Şimdi toparlanma süreci ile birlikte bu kayıplar geri alınmaya başlanmış gözüküyor. Bu gözlemi doğrulamak için aşağıdaki şekilde son üç yılda ikinci dönemler itibarıyla yıllıklandırılmış gayrı safi yurtiçi hasıla büyüklüklerini sunmaktayız. Şekilde her bir kutucuk, ilgili yılın ikinci çeyrek döneminden geriye doğru dört dönem boyunca yıllık toplam ulusal gelir düzeyini veriyor.
Verilerden de açıkça görülebileceği üzere, yıllık gelir düzeylerini takip edersek, Türkiye krizin etkilerini hissetmeye başladığı 2008’e göre henüz ulusal gelirini net olarak arttıramamış konumdadır. Bu gözlemin daha pratik ve iktisat siyasası bakımından daha anlamlı bir izdüşümü ise şudur: Türkiye’nin son iki çeyrek dönemde rekor büyümesinden söz ediliyorsa, net olarak toplamda henüz krizin etkilerini aşamadığımıza göre, kriz boyunca Türkiye’nin rekor oranda küçülme yaşamış olduğunu tespit etmemiz gerekmektedir.
2) Büyüme dışa bağımlı ve spekülatif niteliklidir. Verileri daha yakından incelersek, 2010’un ikinci çeyreğindeki ulusal gelir artışının ardında yatan en önemli kalemlerin özel tüketim ve özel sabit sermaye yatırım harcamaları olduğunu görmekteyiz. Özel tüketim harcamalarında geçen seneye göre gözlenen (1998 sabit fiyatlarıyla, reel olarak) 1.06 milyar TL’lik artış, ulusal gelirdeki toplam 2.41 milyar TL’lik artışın yarısını açıklamaktadır. Özel yatırımlar söz konusu dönemde 1.23 milyar artmıştır. Bunun da 0.9 milyarı makine teçhizat alımlarından gelmektedir.
Türk özel sektörünün ulusal gelirdeki artışın yüzde 40’ını veren makine teçhizat alımlarının kaynağı ise doğrudan doğruya ithalata dayalı bir unsurdur. İthalat talebimizin bu dönemde yüzde 17.8’lik artışla 1.07 milyar TL daha yükseldiğini görüyoruz. İhracattaki artış ise sadece 0.69 milyar TL düzeyinde gerçekleşmiş; Türkiye’nin dış ticaret açığı büyümüştür.
Dolayısıyla Türkiye ekonomisi dış açığını finanse edebildiği, yani dışarıdan borçlanmasını sürdürebildiği sürece bu saman alevini andırır büyüme konjonktürünü sürdürebilecektir. Bu tür spekülatif büyüme dalgasının neden olduğu istihdam kayıpları ile siyasi bedellerini ise daha önceki yazılarımızda sürekli gündeme getirmiştik.
3) IMF’nin ve piyasanın tavrı. Daha önce (18 Ağustos tarihli) bir yazımızda IMF’nin “IV. Madde Program-Sonrası İzleme” raporunu tartışmıştık. IMF heyeti söz konusu raporda büyümenin niteliği ile ilgili olarak en büyük tehlikenin “iç talebe dayalı büyüme” olduğunu belirtmekte; ve “iç talebin dış talep ile ikamesinin mümkün olmadığını” vurgulayarak, bir an önce genişleyici mali ve para politikalarından vazgeçilmesini önermekteydi. Özellikle 12 Eylül referandumu sonrasında “siyasi istikrar sağlandı” sloganlarıyla coşan piyasa oyuncularının ve IMF yetkililerinin, borçlanmaya dayalı ve iç talep tarafında yönlendirilen bu büyüme performansını nasıl değerlendireceğini merakla beklemekteyiz.
Ya da soruyu şöyle soralım: IMF ve dış piyasalar Türkiye’yi kayırıyor, bunun iktisadi ve siyasi bedelleri nedir?
Kaynak: Cumhuriyet / ERİNÇ?YELDAN