Arabuluculuk sistemini zorunlu hale getirmek için kolları sıvayan AKP hükümeti, 16 Nisan referandumu sonrasında düzenlemeyi hayata geçirmeyi hedefliyor. Geçen yıl özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi veren tasarıyı yasalaştıran hükümet bu yıl da emekçinin kazanılmış haklarını ortadan kaldıracak Kamuda Çalışma Reformu, kıdem tazminatının fona devredilmesi ve zorunlu arabuluculuk sistemini yasalaştırmak için referandum sonrasını tarih olarak verdi. Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı ve taraflara gönderildiği belirtilen İş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı Taslağı yasalaşırsa, çalışan kesimin mevcut hakları ortadan kalkacak, işçilerin dava açma hakkı da "zorunlu arabuluculukla" tarih olacak. Avukat Elif Eskin, taslakta öngörülen düzenlemelere ilişkin zorunlu arabuluculuğun çalışma hayatında yaratacağı etkileri Aydınlık’a anlattı.
GÖNÜLLÜLÜK ESASI ORTADAN KALKIYOR
Eskin, arabuluculuğun tarafların aralarındaki uyuşmazlıklara, dava yerine kendi iradeleri ile uzlaşarak son vermelerini amaçlayan barışçı çözüm yollarından biri olduğunu, iş Mahkemeleri Kanunu Tasarısı Taslağıyla ise işçilik alacakları ile işe iade talebiyle açılacak davalarda, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurmanın zorunlu hale getirildiğini belirtti. Bu koşula uyulmamasının yaptırımının da "dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın usulden reddi" olarak öngörüldüğüne dikkat çeken Eskin, "Bu tasarı ile işçiye, dava açmadan önce mutlak surette arabulucuya başvurma ve bu doğrultuda öngörülen prosedürü tamamlama gereği bir şart olarak dayatılıyor. Oysa hukuksal bir uyuşmazlığın, ‘müzakere ve sulh’ yöntemiyle çözümlenebilmesi, ancak tarafların gönüllülüğü esasma dayalı olarak ve özgür istemleri uyarınca gerçekleştirilebilir. Taraflardan bir ya da birkaçının baskı ve zorlama ile onayladığı anlaşma sonucuna sulh’ diyebilmek olanaksızdır. Bu arabuluculuk kurumunun özüne de aykırıdır" ifadelerini kullandı.
ZAMANAŞIMI GÜVENCESİ
Tasarı ile 4857 sayılı îş Kanunu’nda da esaslı değişiklikler öngörüldüğünü hatırlatan Eskin, "Bunlardan birisi de ‘yıllık izin ücreti, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve eşit davranma ilkesine aykırı davranılmasından kaynaklanan tazminatlarda’ zamanaşımı süresinin 10 yıldan 2 yıla düşürülmesi" dedi. Eskin, şunlan söyledi: "Ülkemizde zaten hak aramak son derece maliyetli bir süreç. İşçinin dava harç ve giderlerini karşılayacak parayı denkleştirmesi başlı başına bir sorun. Bu nedenle uygulamada işçilerin birçok zaman işçilik alacaklarından kaynaklanan davalarını yıllar sonra ekonomik olarak uygun koşullan sağladıklarında açmaya karar verdiklerini görebiliyoruz. Bu açıdan mevcut zamanaşımı sürelerinin işçinin alacağına ulaşabilmesi için belli oranda güvence sağladığını söyleyebiliriz. Tasarı taslağında ise süreyle ilgili öngörülen 2 yıllık düzenlemenin gerçekleşmesi halinde, birçok işçinin kâğıt üzerinde var olan yasal alacaklarına dava yoluyla ulaşması ekonomik nedenlerle fiilen çok daha zor hale gelecek."
MADDİ GERÇEĞE ULAŞMAK MÜMKÜN DEĞİL
Zorunlu arabuluculuğa ilişkin bir başka önemli noktaya daha dikkat çeken Eskin, süreç uzlaşı üzerine işleyeceği için işçinin hak kaybına uğrayacağına işaret etti. Eskin, şu değerlendirmede bulundu: "Özellikle ülkemizde yaşanan kayıt dışı istihdam sorunu, bordrolarda gerçek ücretler yerine sıklıkla asgari ücretin gösteriliyor olması, işveren tarafından işçiye çalışmasına ilişkin kendi kontrolünde tuttuğu belgelerin birçok zaman verilmemesi vb. nedenlerle, mahkeme önüne gelmeyen işçilik alacaklarının tutarının sağlıklı olarak belirlenmesi çok zor görünüyor. Sistem uzlaşı üzerine kurulu olduğundan zaten alacaklarından bir miktar taviz vermesi gerektiği psikolojisiyle sürece katılan işçi, masaya otururken üzerinden fedakârlıkta bulunması istenen gerçek alacak tutarları bilemeyecek durumda olacaktır. Zira mahkemelerin yetkisinde olan işveren nezdindeki delillerin toplanması, emsal ücret araştırması, bilirkişi eliyle hesaplama yapılması vb. imkânlar kullanılmadan maddi gerçeğe ulaşmak mümkün değil."
HUKUKTA ÖNCELİK ‘YÜK’DEĞİL ADALET
Zorunlu arabuluculuğa dayanak olarak öne sürülen "yargı yükü" konusuna da değinen Eskin, şunları söyledi: "Zorunlu arabuluculuğun getirilme amacı olarak öne sürülen ‘yargının yoğun yükünün azaltılması’ için ilk ve en doğru çözüm; devletin nitelik ve nicelik olarak ihtiyaca cevap verebilecek yeterlilikte yeni mahkemeler kurması ve hâkim ve savcılar istihdam etmesidir. Ayrıca hukuk devletinde yargının iş yükünü azaltmak asla öncelikli amaç olamaz. Yapılan düzenlemelerde öncelikli amaç, vatandaşın adalete kolay, hızlı ve güvenli bir biçimde erişimini sağlamak, hak aramanın önündeki engelleri azaltmak olmalıdır.
Hukuk devletinde yurttaşlar için temel bir hak olan adaletin gerçekleşmesi talebiyle doğrudan mahkemeye erişme hakkının önüne bir takım engeller konulması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı demokratik anlayış ile bağdaştırılamaz. Anayasamıza göre kayıtsız şartsız millete ait olan egemenlik, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır ve hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz ve yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır."
Yasalaşırsa süreç nasıl işleyecek?
Av. Elif Eskin, iş Mahkemeleri Kanun Tasarısı Taslağı yasalaştığı takdirde sürecin nasıl işleyeceğine ilişkin de bilgi verdi: "Düzenleme doğrultusunda arabuluculuk için başvuru karşı tarafın yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna yapılacak. Taraflar arabuluculuk listelerindeki herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşabilecek, anlaşamamaları halinde görevlendirme, arabuluculuk bürosu tarafından yapılacak. Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandıracak, müzakerelerinin sonuçları tutanak halinde düzenlenecek. Tarafların arabulucu huzurunda anlaşmaları halinde, arabuluculuk ücreti, taraflarca eşit şekilde karşılanacak. Anlaşamaması halinde arabuluculuk görüşmelerinin ilk iki saatlik bölümü Hazine’den, iki saati aşan kısmı ise taraflarca eşit şekilde karşılanacaktır. Geçerli bir mazeret göstermeksizin arabuluculuk görüşmelerine katılmayan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, yargılama giderinin tamamını ödemeye mahkûm edilecek."
Av. Elif Eskin, işverenlerin talebiyle gündeme gelen düzenlemede öne sürülen "zamanaşımı sürelerinin çalışma barışını bozduğu" iddiasına ilişkin de şu görüşleri paylaştı: "iş Hukuku derslerinde ilk öğretilen şey, iş Hukuku’nun varlık nedeninin ‘ekonomik olarak işveren karşısında çok daha zayıf durumda olan işçinin korunması ihtiyacı’ olduğudur. Bu nedenle iş Hukuku alanındaki düzenlemelere yön vermesi gereken temel ilke de işçinin Korunması İlkesidir. Çağdaş hukuk sistemlerinde bu ilkeyi daha fazla hayata geçirebilmek için iş Hukuku alanında işçi lehine emredici (taraflarca işçinin aleyhine olacak biçimde aksinin kararlaştırılamayacağı) hükümlerin ağırlığının fazlalaştığını görürüz. Söz konusu düzenlemenin hayata geçmesi halinde bu ilke ciddi erozyona uğramış olacaktır. Daha zayıf konumdaki işçinin, yasalardan doğan meşru haklarını talep edebilmesinin hukuk devleti tarafından güvence altına alınması, çalışma barışını neden bozsun? Aksine emeğinin hukuk düzeni tarafından daha uzun süre korunduğunu bilmek, işçinin hak arayışını daha meşru zeminlerde yapma imkânını genişlettiği için toplumsal barışa katkı sunar."