ZENGİNLEŞİRKEN ARTAN SÖMÜRÜ
198O sonrasının küreselleşme sürecinde kapitalizmin, yalnız zenginlik değil demokratikleşme vaat etmeye başladığını da biliyoruz. Türkiye´de de, eğer dünya piyasasına eklemlenir ve pazarımızı serbestleştirirsek, hem zenginleşecek hem de demokratikleşecektik!
198O sonrasının küreselleşme sürecinde kapitalizmin, yalnız zenginlik değil demokratikleşme vaat etmeye başladığını da biliyoruz. Türkiye’de de, eğer dünya piyasasına eklemlenir ve pazarımızı serbestleştirirsek, hem zenginleşecek hem de demokratikleşecektik! 8o’den bu yana da demokratikleşme söylencesiyle yatıp kalkılıyor bu memlekette. Oysa demokratikleşme diye diye, siyasal İslam’ın iktidara gelmesini gösteriyorlar bize. Onların iktidarı kapitalizme yaradı yaramasına da, demokratikleşme rüyası her gün yeni bir haberle yeniden yıkılıyor. Peki, ya zenginleşme?
Evet, ekonomi büyüyor; büyüyen şirketler, bankalar, kişiler epeyce; zenginleşme hikâyeleri de çok. Peki, dünyanın 16. büyük ekonomisinin arka yüzü nasıl? Arka yüzü görmek için uzun araştırmalara da gerek yok. İstanbul Serbest Muhasebeciler MALİ Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) iki raporuna bakmak yeter.
Birinde, Türkiye’deki 1000 büyük sanayii kuruluşunun durumu ortaya konmuş. örneğin, bu dev firmalar, 1998’de çalışan başına 577 TL kar ederken, 2010 yılında bu karları 12 bin 178 TL’ye çıkarmışlar. Arada geçen 13 yıl içinde istihdamda artış değil, 500 kişiye yakın azalma olmuş, buna karşın kişi başına ettiği kâr 21 kat artmış. Yine bu dev 1000 firmanın, sanayi sektörünün yarattığı milli gelir içindeki payları yüzde 52’den fazla, Türkiye’nin toplam ihracatının da yüzde 54’ünü gerçekleştiriyorlar. Yani, bir yanda sanayide liderlerin hegemonyasının sürdürüldüğünü, öte yandan kârların ve zenginliğin nasıl arttığını anlıyoruz. Peki bu büyük şirketler daha da büyürken, bunun anlamı ülkenin de, devletin de zenginleşmesi olmalı değil mi? Madem her şeyi piyasadan bekleyecektik, öyleyse hangi derde deva oluyorlar; görelim!
İkinci rapor, bize devletin zenginliğiyle ilgili bilgi veriyor. Vergi gelirleri ve tahsilatıyla ilgili verilerden yola çıkarak Türkiye Vergi Profili oluşturulmuş; buradan birkaç bilgi aktarayım: 2010’da 4.7 milyon asgari ücretlinin ödediği vergi 5 milyar. Bu vergi tutarı, en fazla kurumlar vergisi ödeyen ve otomotiv sanayimden beyaz eşya üretimine, bankalardan petrol şirketlerine kadar en karlı sektörlerde yer alan 100 firmanın (yani en tepedeki lider kuruluşlar) 90’ının ödediği vergiye eşit….
22 milyar 649 milyon TL ödeyen diğer ücretliler ise, asgari ücretlilerle birlikte, toplamda 12 milyar TL vergi ödeyen 100 firmanın iki katından fazla vergi ödemiş. Ücretlilerin ödediği toplam vergi ise, tüm şirketlerin ödediği vergiye ulaşıyor.!
Toplam servet, sermaye ve gelir üzerinden alınan vergilerin yüzde 43’ü de ücretlilerin cebinden çıkıyor. Kısacası vergi geliri açısından devletin (tabii toplumun da) fakirliği ortada; bunun en önemli nedeninin de devletin ücretli dışında doğru dürüst vergi toplayamaması olduğu belli. Devletin niye toplamadığı da açık; şirketler ve yüksek gelir sahibi serbest çalışanlar vergi ödemek istemiyorlar; devlet de onların devleti! Bize de, bakmak, seyretmek düşüyor. Tabii, o zaman da gelsin dolaylı vergiler. Yani, bir de oradan, tüketimden vuruluyor ücretli olana, yoksula.
Vergi geliri içinde dolaylı vergilerin yüzde 67’e çıkmış. Vergi adaletsizliğini ayyuka çıkaran bir tablo olduğu ortada; ama kimin umurunda! Tabii vergi olmayınca kamu hizmeti de olmaz. Olurda, bir yandan hizmetin kalitesi düşer, öte yandan memurlar nasıl kemer sıkacaklarını şaşırırlar. Onunla da kalmaz kamu hizmetleri, bir yandan piyasaya devredilirken, çalışanlar da taşeronlara emanet edilir. Birilere selamete kavuşturulur devlet eliyle, ötekiler de mağduriyetler paylaşırlar. Devlet onların!
Kısacası kârlar ve zenginlik artıyor ama bu zenginliğin yaratılmasındaki emek kayıpta. İşsizlik sanki onun çilesiymiş gibi, çekiyor. Bu nedenle orada burada sönen hayatlar, intiharlar varmış; aldıran yok! İşini kaybetme korkusu bir türlü, işin taşerona havale edilmesi başka türlü onu bezdirirken, geçinme derdi hiç bitmiyor. İşyerlerinde kazalar, yaralanmalar, hatta ölümler de başından eksilmeyen başka dertler!
Yakın zamanlarda tersanede, madenlerde , barajlarda, inşaatlarda ölenlerin haberleri çıktıkça düşünmeden edemiyorum. Ölümler bile birkaç gün konuşulup unutulmakta; onlardan bu acılı, ölümlü zenginleşmeye gelen yok. Belki biraz devletten, denetimden söz edilir; sonra… Sonrası yok!
Not: Mesela, Adana’da 8 aylık kirasını ödeyemeyen, cebindeki son parayla odun alan, onları yakıp çocuklarını ısıtamadığı için saç kurutma makinesinden medet uman, sonra da öteki odaya geçip intihar eden kadın! Bu kadın ve hikâyesi kaç kişinin uykusunu kaçırdı diye merak ediyorum.