YÜKSELEN GÜÇ: DEVLET KAPİTALİZMİ…
Dünya Ekonomik Forumu´nun (WEF) bu yıl BüyükDönüşüm temasıyla düzenlediği meşhur Davos toplantılannda büyük güçler ve patronlar, baş aşağı inişe geçen küresel kapitalizmi kurtarmak için teoriler üretirken, liberal ekonominin sesi The Economist dergisi Devlet Kapitalizminin Yükselişi: Gelişmekte olan Ekonomilerin Yeni Modeli başlıklı dosyasını kapağına taşıdı.
Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) bu yıl "BüyükDönüşüm" temasıyla düzenlediği meşhur Davos toplantılannda büyük güçler ve patronlar, baş aşağı inişe geçen küresel kapitalizmi kurtarmak için teoriler üretirken, liberal ekonominin sesi The Economist dergisi "Devlet Kapitalizminin Yükselişi: Gelişmekte olan Ekonomilerin Yeni Modeli" başlıklı dosyasını kapağına taşıdı. Konu iki açıdan önemli. Öncelikle Avrupa ekonomik krizden belini doğrultamazken, ABD yüksek cari açık ve işsizlikle boğuşurken Çin, Rusya ve Brezilya’nın başı çektiği gelişmekte olan ülkelerde kamu şirketlerinin dünya ticaretinde ve sermaye piyasalarında ön saflarda olduğu bir dönemin içindeyiz. Aslında VVEF’in açılış oturumunu "20. yüzyıl kapitalizmi, 21. yüzyıl toplumunda işe yaramıyor mu?" başlığı ile düzenlemesi bile yeterince çarpıcı.
The Economist’teki dosyada ise sadece Çin, Brezilya, Rusya’nın değil Singapur, Güney Afrika ve Arap ülkeleri gibi devlet kurumlarının, büyük şirketlerle iç içe geçmiş yapısı inceleniyor. Dergi "devlet kapitalizmi”nde piyasaya "görünen birel’ln müdahale ettiğini yazıyor. Son 30 yılda Çin’in her yıl ortalama yüzde 9.5 büyümesi, yine Çin’in uluslararası ticaretteki payının her yıl yüzde 18 dolayında artmasının arkasındaki en büyük etmen kamu şirketleri. Dünya petrol rezervlerinin dörtte üçünü kontrol eden en büyük 13 şirketin hemen hepsi devletlerin kontrolündeki kuruluşlar. Yalnız o kadar mı? Rusya’nın Gasprom’u, Çin Telekom, kimya sektörünün liderlerinden Suudi Basic Industries Corporation, dünyanın üçüncü büyük liman işletmecisi Dubai Ports…
Günümüzün devlet kapitalizmi ise geçmişteki örneklerinden hayli farklı. Devlet kontrolündeki bu büyük şirketler sermaye piyasaları ile de entegre haldeler ve liberal kapitalizmin araçlarını istedikleri gibi kullanabiliyorlar. Hisse senetleri halka açık olabiliyor ve çoğu profesyoneller tarafından yönetiliyorlar. Kamu sermayeli şirketlerin hisse değerlerinin toplam sermaye piyasalarındaki payları da hayli yüksek; Çin’de yüzde 80, Rusya’da yüzde 62, Brezilya’da yüzde 38. Aslında gelişmiş ülkeler cephesine baktığımızda da kamu şirketlerinin gücünü görebiliriz. Fransa’da enerji şirketi EDF’ninüzde 85’i devletin kontrolünde, Japon Tobacco’nun yüzde 50’si, Almanların Deutsche Telecom’un yüzde 32’si yine devlet kontrolünde.
The Economist’e göre kapitalizmin yeni modeli ilk kez Singapur’da ülkeyi 30 yıl boyunca yöneten Asya Değerlerinin’ savunucusu Lee Kuan Yew döneminde ortaya çıktı. İkinci girişim Çin’in dönüşümünde öncü rol üstlenen Deng Xiaoping’in Singapur modelinden esinlenmesi oldu. Çin özel ekonomi bölgeleri oluşturarak yabancı yatırımcıları ülkeye çekti; böylece küresel ekonomiye entegre oldu. Bugün Çin’in bilgisayar devi Lenova ve telekom sektöründe faaliyet gösteren hatta Türkiye’de de yatırım yapan Huavvei özel şirket mantığı ile çalışan ancak arkalarına başta Çin Bilimler Akademisi’nin Ar-Ge destekleri olmak üzere devletin tüm gücünü alan kuruluşlar. Keza Brezilya’nın maden şirketi Vale de farklı yönetilmiyor. Sonuçta devlet kontrolündeki bu tarz şirketlerden sadece ulusal devler çıkmıyor giderek dünya piyasalarında da gücü elinde tutan şirketler yaratılmış oluyor.
Devlet kapitalizmi ile sadece şirketler yönetilmiyor; son yıllarda dünya ekonomisinin itici gücü olarak görülen ve uluslararası likidite bolluğunun en büyük kaynağı olarak gösterilen egemen servet fonlarının da (sovereign wealth funds-SWF) yönetimi onlarda. Çin, Suudi Arabistan, Abu Dabi, Kuveyt’in SVVF’leri dünyanın en büyük bankalarında hisse sahibi. Böylelikle bir yandan Batı’dan bu ülkelere sermaye giderken, bir taraftan da bu ülkelerden Batı’ya bu yolla sermaye akıyor. SVVF’ler dünyada toplam 4.8 trilyon dolar tutarında bir varlığı kontrol ediyor. Bu rakamın en önemli kısmını 1.5 trilyon dolarla Çin oluşturuyor.
Liberal kapitalizmin baş savunucularından The Economist dergisi haliyle devlet kapitalizminin zararlarını da masaya yatırmış. Kamu sermayeli şirketlerin doğrudan veya örtülü olarak devletten destek alarak arkalarını sağlama almaları nedeniyle rekabet koşullarındaki eşitliğin bozulmasını, devletin ekonomik ağırlığının artması nedeniyle suiistimal ortamının oluşuyor olabileceğini; altyapı alanlannda başarılı olurken özellikle inovasyon işin içine girdiğinde sorunlann ortaya çıktığını ve yapının hantallaştığını savunuyor.
Sonuçta kim ne derse desin; küresel ekonominin krizlerle savrula savrula geldiği noktada kamu sermayeli şirketler, en azından şimdilik, emniyet supabı olarak kapitalizmin ayakta kalmasına katkıda bulunuyor. Ve Batı gelişmekte olan ülkelerin yeni kapitalist modelinden hayli rahatsız.
Bu noktada şimdilik duralım ve her şeyini babalar gibi özelleştiren Türkiye’nin kendine bu dönemin yeni modeli içinde nasıl bir yer açacağı sorusunu ortaya atalım. Artık elimizde ne bir TÜPRAŞ, ne bir PETKİM ne bir Ereğli kaldı. Teletaş çoktan ruhunu teslim etti. Türk Telekom Lübnan’ın kucağından Katar’ın koynuna geçiyor… Neyse, yazının devamı haftaya…