YAŞASIN ULUSLARARASI DAYANIŞMA!
Avrupa Sendikalar Birliği ETUC ilk kez ortak eylem çağrısı yapmıyor.
Geride bıraktığımız yıllarda da yapılan eylem çağrıları çok genel kaldığı gibi pek fazla bağlayıcılığı olmayan çağrılardı, iki yıl önce yapılan son ortak eylemde, "eylemlerin hafta içi veya hafta sonu mu yapılacağı konusuna ulusal sendikalar kendileri karar verecek" denilmişti. Buradan bakıldığında ETUC’un 17 Ekim günü aldığı karar bir ileri adımı ifade ediyor. Kararda, "14 Kasım günü bütün üye sendikalarımızı ülkelerinde grev, gösteri, miting, toplantı ve daha değişik eylemler örgütlemeye, Avrupa’da işçi haklarının korunması için harekete geçmeye çağırıyoruz" denildi.
Şüphesiz ETUC’un politikasında temelden bir değişim, dönüşüm söz konusu değil. Çatı örgütünün politikası AB düzeyinde sermaye ile "sosyal diyalog ve sosyal barışı" korumak ve geliştirmek. Özellikle ETUC içindeki etkin olan kuzey Avrupa ülkelerinden sendikalar (Almanya, Danimarka, Hollanda, Finlandiya, isveç), çatı örgütünün politikasını ciddi olarak belirliyorlar ve yönlendiriyorlar. Bu, Almanya’da çatı örgütü DGB’nin ve IG Metali, Ver.di, IG BCE gibi işkolu sendikalarının kriz politikalarına bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.
Krizin patlak vermesiyle birlikte Almanya’daki bütün işkolu sendikaları ücret artışından vazgeçtiler, bir takım hakların ‘geçici’ dondurulmasını onayladılar. Hükümetin kısa çalışma yasasını değiştirip altı aydan 24 aya çıkarmasını talep eden sendikalar bununla da yetinmeyip genel ve işkoluna özgü konjonktür paketleri talep ettiler. Aynı sendikalar, bankaları kurtarmak için hazırlanan yüzlerce milyarlık kurtarma paketlerini "başka alternatif yok" diyerek onayladılar.
Özellikle güney Avrupa’daki sendikaların (tabanın ciddi baskısıyla olsa da) Troyka’nın saldırılarına karşı mücadelelerini sürdürmeleri, genel grev çağrıları yapmalarına bizzat DGB Başkanı Michael Sommer müdahale etmeye çalıştı. Saldırıların en sert olduğu ve dolayısıyla mücadelenin de keskinleştiği ülkelerin konfederasyon başkanlarını Başbakan Merkel ile buluşturan Sommer toplantı sonrası, "Buluşmada diğer ülkelerden meslektaşlarım taleplerini aracısız Merkel’e iletme fırsatı buldular. Bizce bu sorunların çözümünde çok önemli bir adımdı" yorumunu yapmıştı.
Sommer’in bu girişimi, Almanya’nın AB hükümetleriyle sürdürdüğü ‘diyalogun’ farklı bir düzeyde devam ettirilmesinden başka bir şey değildi. Alman sendikacıları her ne kadar "tembel güney Avrupalı ve çalışkan kuzey Avrupalı" veya "tembel Yunanlı ve çalışkan Alman" karşılaştırılmasına karşı çıkar görünseler de, aldıkları tavırla birçok kez temelde bu görüşten çok uzak olmadıklarını ortaya koydular.
Sommer, Berthold Huber (IGM), Frank Bsirske (Ver.di), Michael Vassiliadis (IG BCE); hepsi de yeri geldiğinde "borçların bir şekilde ödenmesi", "kamu harcamalarında aşırıya(l) gidilmemesi" gerektiğini göğüslerini gere gere söylemekten geri durmadılar! Uzun yıllar sonra ilk kez, eşzamanlı genel grevlerin ve eylemlerin yapılmasının (bütün eksiklerine ve zayıflıklarına rağmen), uluslararası sendikal ve işçi hareketi için çok önemli olduğunu da gözden kaçırmamalıyız.
Eylemin (bütün biçimleriyle) güçlü geçmesi, sendika bürokrasisinin gücünün zayıflamasına, sınıf bilincinin gelişmesine; ortak düşmanın kim olduğunun görülmesine ve en önemlisi sınıfın mücadele tecrübesi kazanmasına hizmet edecektir. Ayrıca bu eylemler, bütün Avrupa’da olduğu gibi özellikle Almanya gibi ülkelerde "yaşasın uluslararası dayanışma" sloganının içeriğinin yeniden doldurulmasına, yeni bir işçi hareketinin doğmasına da vesile olabilir.
Şüphesiz bütün bunlar eylemin ardından, 15 Kasım günü gerçekleşmeyecek! Ama 14 Kasım, bunların gerçekleşmesi yolunda atılan önemli bir adım olacaktır. Bu nedenle bütün mücadeleci, dürüst ve sınıftan yana olan işçiler, sendikacıları her yerde 14 Kasım’a ilişkin somut eylemlerin yapılması için adımlar atmalılar.