YASALAR MI? HAKLAR MI?
İşçi sınıfının yıllarca süren mücadelesi ve ödenen bedeller üzerinden elde edilen kazanımların egemenler tarafından yasa haline getirilmek zorunda kalınması, sınıf mücadelesinin sonraki aşamalarında en önemli dayanak noktalarından birini oluşturmuştur.

İşçi sınıfının yıllarca süren mücadelesi ve ödenen bedeller üzerinden elde edilen kazanımların egemenler tarafından yasa haline getirilmek zorunda kalınması, sınıf mücadelesinin sonraki aşamalarında en önemli dayanak noktalarından birini oluşturmuştur. Emekçi sınıflar açısından bir hakkın kazanılması ve korunması kadar, o hakkın egemenler tarafından tanınması, bunun için yasal düzenlemeler yapılması elbette önemlidir. Ancak hakların yasa haline getirilmesi, onların pratikte özgürce ve hiçbir fiili sınırlama olmaksızın kullanılabileceği anlamına gelmez.
Hakların yasa haline gelmesi o hakkın özgürce kullanılabilmesi için tek başına yeterli olmadığı gibi, sendikalar açısından yeni hakların kazanılması, mevcut hakların korunması ve geliştirilmesi de önemlidir. Sınıf mücadelesinin yükseldiği, emekçilerin geniş kesimlerinin hak ve çıkarları için harekete geçtiği dönemlerde hak kazanımları artarken, emek mücadelesinin durgunluk yaşadığı dönemlerde geçmişte kazanılmış hakların nasıl çok hızlı bir şekilde geri alındığını yanunu, kın geçmişe bakarak görebilmek mümkün.
BARAJLAR DURDUKÇA…
Bugünlerde gündemde, 2821 Sayılı Sendikalar Ka2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ve 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılması düşünülen, işçi ve kamu emekçileri sendikalarını yakından ilgilendiren yasal değişiklikler var. Genel olarak bakıldığında özellikle 2821 sayılı sendikalar kanununda yapılması düşünülen kimi değişikliklerin (üyelik ve istifada noter şartının kaldırılması gibi) teorik olarak örgütlenmeyi arttıracağı iddia edilebilir. Ancak 2822 sayılı kanundaki işkolu barajı sendikaların önerdiği gibi binde 5’e düşürülse bile işyeri barajının yüzde 50 1 olarak kalması durumunda bu değişikliğin bir anlamı yok. Üstelik böylesi bir baraj uygulaması dünyada sadece Türkiye’de var. İşçilerin yasaların da üzerinde olan anayasadaki sendikal örgütlenme hakkını kullandığı için işten atıldığı bir ortamda tek başına yasal düzenlemelerin örgütlenme özgürlüğünü güvenceye almak için yeterli olması mümkün değil.
FİİLİ MEŞRU MÜCADELE
Türkiye’de sendikalarla ilgili yasalar, genelde tepeden inmeci, baskıcı otoriter devlet zihniyetinin bir ürünü olarak, sendikaların iç işleyişlerine, tüzüklerine kadar müdahale eden bir içerikte oluşturuldu. Dolayısıyla bu yasalar, sendikal örgütlüğü mümkün olduğunca engelleyici, sendikaları devlet güdümlü, bürokratik, işçileri ve işçi hareketini denetim altına alma mantığı üzerinden inşa edildi. Gündemdeki yasal değişikliklerle eski yapıya uygun olan bu durum değiştiriliyor. Ancak bu sefer de, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda olduğu gibi sınıf işbirliğini temel alan "sosyal diyalog" mekanizması kurularak, sendikalarla ilgili mevzuat dönemin koşullarına uygun, "sosyal tarafların" müzakeresine açık hale getiriliyor.
Sınıflar arasındaki güç mücadelesinin etkisiyle biçimlenen ve uygulanan yasaların içeriği, tek başına sendikal hareketinin sınırlarını çizmek için yeterli değildir. Çünkü kendisini sınıf örgütü olarak tanımlayan sendikalar mücadelelerini ilk ortaya çıktıkları günden bu yana yasalara dayanarak, yasaların izin verdiği sınırlar çerçevesinde değil, fiili durum üzerinden, kitleler içinde mücadeleyle kazandıkları meşruiyet üzerinden sürdürürler ya da sürdürmeleri gerekir. Ancak ülkemizde işçilerden kamu emekçilerine kadar sendikaların büyük bir bölümünün mücadelesini "yasal mevzuat" çerçevesinde yürüttüğü de bir gerçektir.
HAKLARIN YASALARDAN ÖNCE GELİR
Hukukta "kanunlar lafzı ve ruhi ile meridir" şeklinde temel bir ilke vardır. Anlamı sadece kanunun sözünden anlaşılanın yeterli olmamasıdır. Kanunlar özü ve sözü ile birlikte yorumlanır ve uygulanır. Kanun maddelerini okuryazar herkes okur ve anlayabilir, ancak bu tek başına yeterli değildir. Kanun maddelerinin kanunun bütünü içerisindeki anlamı, diğer maddelerle ilişkileri, sistem içerisindeki yeri ve işlevi de önemlidir. Tek tek maddeler haline bakılırsa hem 2821, hem de 4688’de önceki düzenlemelerden daha olumlu değişiklikler bulunabilir. Ancak sorun tek tek maddelerde yapılan düzenlemeler değil, yapılan değişikliklerin bir bütün olarak sendikal örgütlenme ve mücadeleyi nasıl etkileyeceğidir.
Gerek önümüzdeki süreçte yürütülecek yeni Anayasa tartışmaları, gerekse çalışma yaşamında yapılması düşünülen yasal değişiklikler ile sendikal mevzuat, günümüz kapitalizminin koşullarına uygun olarak değiştiriliyor. Burada sendikaların yapması gereken yasa değişikliklerine ilişkin görüş belirtirken "Hakların yasalardan önce geldiği" ilkesini asla göz ardı etmemeliler. Sınıf hareketinin sermaye karşısında son derece güçsüz olduğu, işçi sınıfının yüzde 95’inin örgütsüz ve dağınık bulunduğu günümüz koşullarında hükümetten sendikalaşma, grev ve toplu pazarlık alanında "özgürlükçü" bir düzenleme beklemek yakın geçmişte yaşanan SSGSS, torba yasa vb gibi bütün emek düşmanı düzenleme ve uygulamayı haklı bulmak anlamına gelecektir.
LEHTE DÜZENLEME BEKLEMEK DOĞRU DEĞİL
Bugün sermayenin içinde bulunduğu ve önümüzdeki aylarda derinleşmesi beklenen kriz koşullarda, işçi sınıfının hak ve özgürlüklerini gerçek anlamda genişletecek yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi mümkün olamadığı gibi, kıdem tazminatı gibi önemli bir hakkın nasıl ve hangi yöntemlerle geri alınacağı tartışılıyor. Bir taraftan esnek ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırılıp, sendikal örgütlenme fiilen zorlaştırılirken, diğer taraftan sendikal yasalarda göstermelik olarak kimi değişiklikler yapmanın kime ne faydası olacak?
Tek başına yasalar üzerinden sendikaların lehine kimi düzenlemelerin yapılmasını beklemek gerçekçi olmadığı gibi doğru da değil. Sendikalar, son yıllarda örnekleriyle fazlaca karşılaştığımız gibi sadece yasaları ya da uluslararası sözleşmeleri kendisine dayanak yapmak yerine, öncelikle kendi öz güçlerine ve temsil ettikleri sınıfa güvenerek hareket etmek zorundalar. Sendikalar çıkarlarını temsil ettikleri sınıfın beklentilerine uygun, her adımda emekçilere güven ve cesaret veren bir örgütlenme ve mücadele çizgisi izlerler ise, bugün çoğu zaman bahane olarak ileri sürdükleri çok sayıda yasal engelin pratikte hiçbir anlamının olmadığını görecekler.