YANANLAR, HERHANGİ BİR 11 KİŞİ Mİ?
Pazar gecesi Türkiye yeni bir toplu iş cinayetine tanıklık etti. İstanbul-Esenyurt´taki bir inşaatta çalışan 11 işçi kaldıkları çadırda yanarak can verdi.
Pazar gecesi Türkiye yeni bir toplu iş cinayetine tanıklık etti. İstanbul-Esenyurt’taki bir inşaatta çalışan 11 işçi kaldıkları çadırda yanarak can verdi.
Üç günden beri basında, TV kanallarında ve sendikal camiada bu cinayetin çeşitli yanları tartışılıyor.
Türkiye son yıllarda, en büyük patronlar ve uluslararası tekeller için bir para kazanma cenneti, birfırsatlar ülkesi! Ama Türkiye aynı zamanda, işçiler için, işçilerin onar yirmişerlik kitleler halinde iş cinayetlerine kurban gidenlerin ülkesi!
"Gerçekten böyle midir?" diye düşünülürse; Türkiye’de ne olup bitiyor diye izleyen herkesin aklına hemen şu iş cinayetleri gelir. Daha birkaç hafta önce Adana’da baraj inşaatında çalışan ve barajın patlaması sonucu sel sularına kapılarak yaşamanı yitiren 10 işçinin (2’si mühendis), Elbistan-Çöllolar maden sahasında kayan toprak altında kalan 10 işçinin ölmesini, Ankara OSTİM’de 20, Davutpaşa’daki patlamada 23 işçinin yaşamını yitirdiğini hemen anımsarız. Yine ülkedeki gelişmeleri izleyenler Tuzla Tersanelerİndeki ardı arkası kesilmeyen iş cinayetinde, maden ocaklarında yüzyıl öncesinde kalmış grizu patlamalarıyla yaşamını yitiren işçileri, her yıl yaz aylarında trafik kazalarında beşerli onarlı yok olup giden tarım işçilerini anımsayacaktır.
İstatistikler de diğer ülkelerde iş cinayetleri azalırken Türkiye’de günde ortalama üç işçinin "iş kazalarında" yaşamını yitirdiğini göstermektedir. Dahası yıldan yıla "iş kazalarımda ölen işçi sayısının arttığı da gözlenmektedir. "İş kazasında yaralananlardan, yaralandığı için çalışamaz hale gelen binlerce işçiden hiç söz etmiyoruz burada.
Bunca işçi ölümüne, bunca açıkça katliama karşın bugüne kadar bu iş cinayetlerin sorumlusu olarak bir tek patronun bile ceza aldığına tanık olmadık. Tersine iş cinayetlerinin hükümetin ya da patron örgütlerini "başarı ödülleri" verdiği patronların işyerinde olmaktadır. En son örnek Esenyurt’taki 11 işçinin öldürülmesini müsebbibi olan iki büyük inşaat firması da hükümetin ödüllü firmalarıdır!
Kısacası patronların kârı arttıkça, sermaye büyüyüp etkinliği arttıkça, sadece işçilerin sömürülmesi artmamakta, aynı zamanda kaza denemeyecek "işkazalarında" işçiler hayatlarını da yitirmektedir. Dahası bu iş cinayetlerinin birinci dereceden sorumlusu olanlar, hiçbir ceza almamakta, üstelik de ödüllendirilmektedir.
Burada iş cinayetlerinin patronlar için kârını artıran bir "vakaya" dönüşmesinin başlıca nedenlerinden birisi de bu cinayetlerin cezasız kalmasıdır. Bu cinayetlerin cezasız kalmasının bir nedeni ise, işçi ailelerinin bu davaları sürdürecek gücünün olmaması, çoğu zamanda işçi ailelerinin "Yargıya gidersen bir şey kazanamazsın. Al sana şu kadar para vazgeç davadan!" diye ikna edilmesindendir.
Buradaki boşluk da sendikaların "iş cinayetleri" karşısındaki duyarsızlığından gelmektedir.
Gerçi sendikalar Esenyurt’taki gibi toplu cinayetlerde tepki gösterip basın açıklaması gibi yollarla işçilere sahip çıkıyor görünse de gerçek böyle değildir. Sendikalar bir sınıf örgütü olarak bu olayları izleyip sorumluların ortaya çıkarılması için hukuki alan başta olmak üzer her yolla suçluların cezalandırılması için elindeki imkanları kullanmaktan uzak durmaktadırlar.
Gerekçe de hazırdır: "Bu kişiler bizim üyemiz değil!"
Açıktır ki bu, işçinin üye olup olmamasına göre tutum alma Türkiye’de sendikaların en önemli zaafıdır ve patronların haklarını gasbettiği işçiye, sendikasının üyesi olup olmamasına göre tutum alan sendikanın aslında bir sendika olmayı hak edip etmediği de tartışılırdır.
Umalım ki bu sefer böyle olmasın, Esenyurt’taki bu iş cinayeti karşısında Türk-İş, DİSK, Hak-İş ortak bir tutum alarak sorumluların açığa çıkarılması ve cinayete kurban giden işçilerin haklarını elde etmesini sağlamak için ortak bir girişimi başlatsınlar! Onlar bunu yapmazsa böyle bir sorumluluğu üslenmek Sendikal Güç Birliği Platformu’na düşer elbette.
Bunu yaparlar mı bilmiyoruz henüz. Çünkü önümüzde böyle bir örnek yok. Ancak bunu yapmazlarsa işçilerin de sendikaların hakkındaki yargısının değişmeyeceğini bilmek gerek.
Öte yandan Esenyurt’un bir özgünlüğü var. Bu bölgede bazı sendika şubelerinin desteğiyle kurulmuş bir işçi dayanışma merkezi var. Ve bu merkez, bu mücadelenin sürdürülmesinde üstüne düşenleri yerine getirmek için harekete geçerse, hem rüştünü ispat edecek hem de sendikal mücadelenin ilerlemesine bir dayanak sağlayacaktır.
Çünkü Esenyurt’ta yanan herhangi bir 11 kişi değil, işçi sınıfının ferdi 11 kişidir. Eğer sendikalar sınıf örgütü olacaksa, işçiler için "üye mi değil mi" sorusunu gündemlerinden çıkarmak zorundadır.