Uygarlık düzeyinin bir göstergesi de, çocuk köleliğe, çocuk işçiliğe, çocuk emeğine yaklaşımdır.
Hele ki son yüzyılda çok sayıda uluslararası sözleşme yapıldı da, sözleşme düzeyinde de olsa evrensel ölçüm mümkün olabildi. Bazı sözleşmeleri sırasıyla inceleyelim:
CENEVRE ÇOCUK HAKLARI BİLDİRGESİ
Çocuklara dair ilk sözleşme, Birinci Dünya Savaşı sonrasındadır. Savaş, sadece köleleri değil, özgür insanların, hatta köle sahiplerinin çocuklarını da yetim bırakmıştı. Savaşan bütün ülkelerde her yaştan milyonlarca çocuk… Hal böyle olunca, çocukların açlığı, evsizliği ve sahipsizliği, köle ticareti yapan ülkeler için dahi sorun oldu.
1920’de Cenevre’de ‘Uluslararası Çocuklara Yardım Birliği’ örgütü kuruldu. Birlik, beş maddelik bir çocuk hakları bildirgesi hazırladı. 26 Eylül 1924’te, Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda görüşüldü ve kabul edildi. İmzalayanlar arasında Atatürk de vardı. Bildirge şöyle:
“Tüm Ulusların erkek ve kadınları, insanlığın sahip olduğu en biricik şeyi çocuğa vermeye zorunlu bulunduğunu; soy, ulus ve din dayanan bir görev olarak kabul ettiklerinin Cenevre Bildirgesi adı verilen bu çocuk hakları bildirgesi ile onaylar.
1. Çocuk, bedensel ve ruhsal yönden, doğal bir biçimde serpilmesine elverişli ortam içinde bulundurulmalıdır.
2. Acıkan çocuk, beslenmelidir; hasta çocuk sağaltılmalıdır; düşünce yönüyle geri kalan çocuk desteklenmelidir; yoldan çıkmış doğru yola getirilmelidir; çocuk korunma altına alınmalı ve yardım görmelidir.
3. Çocuk, felaket zamanında en önce yardım görmelidir.
4. Çocuk, yaşamını kazanabilecek bir konuma getirilmelidir ve her türlü sömürüye karşı esirgenmelidir.
5. Çocuk, en özenle korunan değerlerinin, kardeşlerinin hizmetine sunulması gerekeceği duyguları ile büyütülmelidir.”
Çocuk işçiler dikkate alınmamış, kölelikten gelen çocuk sömürüsü ayrıca vurgulanmamış olsa da, savaşın acılarını yaşayan çocukları sahiplenmesi, çocukları kollayan ilk uluslararası sözleşme oluşu bakımından önemliydi, ilerisi için umut vericiydi.
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
İkinci önemli sözleşme, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”dir. İnsanlık, öncesinden de büyük bir savaş yaşamış, daha büyük acılar ortaya çıkmıştı. Acıların tamiri için yeni ve daha belirgin kurallar lazımdı.
Çocuk sömürüsü, çocuğa zulüm daha iyi görülmüş, kavranmış da olmalıydı. Çocukların da önemsendiği Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi’nin üzerinden 24 sene geçmişti zira.
Yeni savaş, daha çok çocuğu yetim bırakmış, daha çok çocuğa acıyı göstermişti. Bir de öteden beri acının içindekiler, çocuk köleler, çocuk işçiler…
10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler, 30 Maddelik İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ilan etti.
Beyannamenin 30 maddesinin bir yerinde, acıyla yeni karşılaşan çocukların yanında, kısa da olsa vurgulanmıştır belki. Evet belki…
Önsöz “Adalet” ile başlıyordu. Umut verici.
Sonra, “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyet”, diyor, “Bunların eşit ve devir kabul etmez hakları”, diyor. Güzel, umut sürüyor.
“Dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanlar”, diyor.“İnsanın zulüm ve baskıya karşı ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olduğundan” söz ediyor.
Harika!
“Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar”, diyor. Kölelik lanetleniyor.“Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır”, diyor.
Bu çok daha önemli… Hatta “Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz” diyor “köleliğin ve köle ticaretinin her türlü şekliyle yasak olduğunu” belirtiyor.
Mal edinme, ikamet etme, uyrukluk, eğitim, öğrenim, ibadet, evlenme, çalışma, sosyal güvenlik, fikrini açıklama, dernek kurma, hatta toplanma özgürlüğü, hatta sanat ve edebiyatla uğraşma özgürlüğünü bile teminat altına almış.
Ya çocuk işçilik?
Dinler, cinsiyetler, renkler, ırklar ve her sosyal tabaka düşünülmüş, ama sayıları o dönemde 500 milyonun üzerinde olan bu kitle yok!
Çiftlikte, madende, atölyede, lağım çukurunda zorla çalıştırılan, ırzına geçilen, uyuşturucu dağıttırılan, dilendirilen, alınan satılan, acıların her türlüsünü yaşayan körpecik bedenler ne zaman fark edilecek?
Demek ki, faşizmin kör karanlığı geride bırakılırken bile, “modern” dünya hâlâ bazı şeylerle yüzleşmeye hazır değildi.