Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
01 Ocak 2024
ÜÇÜNCÜ NESİL KRİZ

Türkiye’nin ‘üçüncü nesil bir kriz’ yaşadığını söyleyen Prof. Dr. Yeldan, “Durgun, düşük ücretli, düşük yatırım performanslı, vasıfsızlaştırılmış bir ülke olmanın krizini yaşıyoruz” dedi.

ÜÇÜNCÜ NESİL KRİZ

Yeldan, kâr oranlarının yükseltildiği yepyeni bir üretici enflasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu kaydetti.

Türkiye seçim döneminde neler yaşadı? 2026’ya ertelenen tek haneli enflasyona kadar ülke ekonomisini ne bekliyor? Yaşanan enflasyonun kaynağı ne? Ülkenin içerisinde bulunduğu bu döneme ‘kriz’ denilebilir mi? Prof. Dr. Erinç Yeldan ile tam 59 dakika boyunca bu sorular çerçevesinde sohbet ettik. Özetleyecek olursak, Yeldan, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu dönemi ‘üçüncü nesil bir kriz’ olarak tanımlıyor. Prof. Dr. Yeldan, kâr oranlarının yükseltildiği yepyeni bir üretici enflasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu kaydetti.

Seçim öncesi ve sonrası birbirinin zıttı ekonomi politikaları ile karşı karşıyayız. Öncelikle buradan başlayabiliriz. Son bir seneyi nasıl ele alırsınız?

Son bir sene çok uzun ve karmaşık tarihçe. Kısa bir süre gibi gözüküyor ama içerisinde neredeyse her gün, her saat mikro ihtiyati tedbirler, makrosunu geçtim artık! Güncel tedbirler aracılığıyla bir yapboz tablosuna dönmüş ekonomi idaresi oldu. Bunu bir iki cümleyle özetlemek zor ama tasarımın genel hatlarıyla özetlemek gerekirse şunu diyebiliriz: 2015-2016’dan başlayarak AKP ekonomi idaresi, iktidarını bir arada tutabilmek için yepyeni rant kaynakları oluşturmak durumundaydı. Hemen hemen iktisat biliminin bütün kısıtlamaları, bütün koşullandırmaları şu veya bu şekilde ötelenip, rant ve haksız kazançlar yaratmayı amaçlayan yapboz politikaları sürdürüldü.

Ulusal ekonomi, deyim yerindeyse ‘ucuz bol kredi’ye kavuşturuldu. Bunun için de düşük faiz politikası, aynı zamanda propaganda malzemesi olarak dini motifler de kullanılarak, kamuoyunda sanki Türkiye’de yepyeni bir büyüme modeli tasarlanıyormuş gibi devreye sokuldu. Bütün bu karmaşanın bir bedeli olacaktı. Yüksek enflasyonla bu politikaların bedeli ödenmekte.

Seçimden hemen sonra büyük medya ve ‘rasyonale dönüş’ şovuyla bu işi bilen ekip görev başına getirildi imajı kurgulandı. Haziran ayından sonra Türkiye’de izlenen politikalar, doğrudan doğruya yerli ve uluslararası finans sermayesinin potansiyel bir döviz krizi ve yüksek enflasyondan tahrip edilmiş finansal varlıklarını onarma stratejisidir. Türkiye’de hemen hemen hiçbir teknolojik veya rekabetçi hamle söz konusu değilken, doğrudan doğruya finans sermayesinin kayıplarını telafi etme, onarma stratejisi gündeme konulmuştur. Mehmet Şimşek uluslararası finans sermayesinin ‘en güvenilir’, ‘en gözde’ teknokrat idarecisi öyküleriyle bu görevi üstlenmiştir. 2023 yaz ayları, aynı AKP’nin hemen 2001 krizi sonrasında Kemal Derviş programını devralması, 2009 küresel krizi sonrasında tekrardan finans sermayesinin kayıplarını onarmak için attığı adımların bir uzantısıdır. Ne var ki, AKP ekonomi idaresinin siyasi ve ekonomik reel gerçeklerle karşılaştığında, 2003-2008 veya 2010-2015 kadar elinin rahat olmadığı bir konjektördeydik. Artık o dönemlerdeki gibi bol sıcak para sermayesinin mevcut olmadığı bir konjonktürdeyiz; AKP’nin güvendiği “yabancılar” da bir türlü gelmiyor.

Bir de 2024 yerel seçimleri var…

Çok yüksek enflasyon ile yerel seçimlere gidilecek. AKP için hayat memat meselesi olan İstanbul metropolünün artık kaybedilmemesi lazım. Çünkü İstanbul AKP’nin çok ihtiyaç duyduğu imar rantlarının, kent rantlarının ana kaynağı. Deprem dönüşümü, Kanal İstanbul gibi çok büyük projeler altında oradaki kent ormanlarının arazilerin kentsel dönüşüm altında yerleşme merkezlerinin yeniden inşaat rantına dönüştürülmesi ancak ve ancak İstanbul’un kazanılmasıyla söz konusu olacak.

Neredeyse iki sene sonra artık enflasyonun tek haneye düşeceğini öngörmüş durumdalar. Yani enflasyonla mücadele 2026’ya kadar devam edecek bir tasarım olarak gözüküyor. Kaçınılmaz olarak enflasyonla mücadelenin geciktirilmesi, döviz kurundaki olumsuz konjonktürü devam ettirecek. Bunun baskılandırılması, TCMB’ye büyük maliyetlere neden olacak. Türkiye’nin cari işlemler dengesindeki olumsuz eğilim sürdürülecek ve bunun yarattığı işsizlik baskısı ücretleri daha da aşağıya çekecek.

Artık yerel seçimlerdeki siyasi rekabet kısıtları ortadan kalktıktan sonra da AKP, emek aleyhtarı yüzünü çok daha somut bir şekilde sergileyecek.

Fakat yüksek enflasyon ortamında yani 2024’ün mayıs ayına kadar yükselmesi öngörülen enflasyon ortamında bu bir kaşık bal ile yamalanmış düşük orta gelir ücretli kesim, bir buçuk 2 ay içinde en geç aslında hayat pahalılığının devam etmekte olduğunu fark edecek.

KÂR İTİLİMLİ ENFLASYON

Hocam, ücretler konusunda klişeleşmiş, her ücret artışı gündeminde ortaya atılan tartışmalar var. Türkiye’de dahi enflasyonun kaynağı nedir?  Ücret artışlarının enflasyona etkisi nasıl oluyor?

Biz, çok yakın bir süre içerisinde Korkut Boratav hocanın liderliğinde Ahmet Haşim Köse arkadaşımla beraber İktisat ve Toplum Dergisi için bir çalışma yürüttük. Çok uzun süreli bir çalışmaydı. Üzerinde 3-4 aydır çalışıyorduk. Burada bütün dünyada tartışılmaya başlayan ‘Enflasyonun ana kaynağı, bileşenlerin nedir?’ sorusuna Türkiye verileri kullanarak yanıt bulmaya çalıştık.

Ana yaklaşımımız Türkçe ’de kâr itkili enflasyon olarak biliniyor. Ücret maliyetlerinden değil ücretlerin bastırılarak kâr oranlarının yükseltildiği yepyeni bir üretici enflasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu göstermeye çalıştık. Washington’da emek yanlısı, Ekonomik Politikaları Araştırma Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalarda Amerika için örneğin; 1979-2019 dinamiklerinin tersine artık ücretlerin Amerikan enflasyonu içerisindeki sorumluluğunun payı yüzde 8’iken kâr marjlarının payı yüzde 54 olarak belirleniyordu. Biz de Türkiye’de 2015’ten başlayarak 2021 sonuna kadar kâr marjlarının Türkiye genelinde yüzde 14’ten yüzde 22’ye, sanayi sektörleri ortalamasında ise yüzde 11’den yüzde 18’e kabaca 7 puan yükseltildiğini ve bunun da üretici fiyat enflasyonunda özellikle çok belirleyici bir unsur olduğunu gösterdik.

Reel ücretlerin ise sanayinin hemen hemen bütün sektörlerinde ve Türkiye ekonomisi ortalamasında kabaca yüzde 10 ile yüzde 20 arasında geriletilmiş olduğunu gösterdik. Asgari ücretteki yamalara, memur maaşlarındaki ötelenmelere rağmen bu kâr etkili enflasyonun dinamikleri o kadar dirençli, o kadar uzun süreliydi ki ücretlerdeki bu 1-2 aylık iyileştirmeler emekçiye refah artışı sağlamadı, ücret artışı getirmedi. 2021 sonu itibariyle 2015’e göre emeğin milli gelirden aldığı pay yaklaşık 10 puan geriletildi. Reel ücretler yaklaşık yüzde 15 ile yüzde 25 sektörlere göre reel olarak geriletilmiş oldu.

Bütün bu çalkantılı dönemin maliyeti, düşük orta gelirli, yüksek orta gelirli bütün ücret gruplarına, özellikle düşük vasıflı, genç kadın emekçilere, kayıt dışı çalışan erkek emekçilere, yüklenerek, dibe doğru yarış içerisinde reel ücretler reel gelirler geriletilmiş oldu.

Anlık yükseltmeler, yandaş medya gruplarının vitrinde ‘halkımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz’ propagandası sürdürülürken, ücretlilerin gelirlerinin böylesine tahribatı son derece pasif, edilgen ve olası iktidara geldiğinde de AKP’den farklı olarak emekten, halktan yana ne yapacağını bir türlü açıklayamayan, hatta buna da inanmayan, başarısız ve şu anda da kendi içerisinde liderlik kavgasına düşmüş parçalanmış muhalefetin de eseri.

Bu günkü sonuçlara bakarsak 1970-1980 enflasyonuna göre çok farklı bir enflasyon dinamiğiyle karşı karşıyayız. Hem Türkiye’de hem de kapitalizm merkez ekonomilerinde.

İzlenmekte olan politikalar 2026 sonrasına ötelenmiş enflasyonla mücadele, kısa dönemde de finans sermayesinin kayıplarını en aza indirgeyecek, yabancı yatırımcı –geldi –geliyor -gelmek üzere -kapımız ardına kadar açık, söylemiyle finans kapitalin önceliklerine hizmet eden bir ekonomik anlayışıyla karşı karşıyayız.

Burada da dramatik olarak herhalde en çarpıcı yanılsama şu: Yabancı yatırımcı denilen şahıs aslında yatırımcı değil finansal spekülatör. Reel sektörde yeni teknoloji, yeni fabrika, yeni iş sahası açacak yeni üretkenlik artışına yol açacak teknolojik hamleden gerçek anlamda sermaye yatırımından değil, spekülatif para sermayeden bahsediyoruz. Oradaki ‘yatırım’ sözcüğü de aslında herhalde iktisat medyasının en büyük yalanlarından tanesi olarak karşımızda duruyor.

Belirsizlik ve güvensizlik ortamında elindeki ürünü daha yüksek kâr oranıyla satma olanağına sahip olan çoğunlukla tekelci işletmeler, bunu sonuna kadar kullanıp enflasyon dinamiklerini bu şekilde harekete geçiriyorlar.

Ve uzun süre sabredeceğiz…

Bakın enflasyonu 2026 sonuna kadar yani bu söz telaffuz edildiği zamandan, yaz aylarından başlarsanız neredeyse 3 sene öteledik. 3 sene ‘sabır’ edeceğiz. Hakikaten 3 senelik zaman dilimi varsa enflasyonu tek haneye düşürmek, büyüme hızımızı tekrardan yüzde 5’e kalıcı olarak monte etmek için klişe ön yargılı basit ‘ücret maliyetlerini düşürmek zorundayız’ gibi sloganlarla değil ekonominin ve dünyanın gerçekleriyle beraber hareket etmek durumundayız.  Mademki sabır isteniyor, bu sabrı sonunda rekabetçi daha verimli daha üretken bir ekonominin ön koşullarını yaratmak için kullanmak zorundayız, fedakarlıkları emekçi halka yıkarak değil.

TÜRKİYE KRİZİN İÇİNDE

Türkiye’nin ekonomik krizde olduğu veya ucundan döndüğü yönünde görüşler var. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu döneme ekonomik kriz diyebilir miyiz?

Bu çok önemli bir soru. Türkiye bir krizin içinde, bunu net bir şekilde ifade edebilirim.

Ekonomik kriz, iktisat tarihinde dinamikleri, çözüm yolları dahil olmak üzere birkaç kategoride değerlendirilir. 70-80’lerin krizlerinin özellikleri şöyle sıralanabilir: ‘Popülist’ müdahaleler, siyaseten rastgele politikalar izleyen bir devletin sorgusuz sualsiz yaptığı harcamalar, döviz kurlarının çoğunlukla sabit olduğu rejimler, denetleyici mekanizmalarının piyasaların regülasyonunun tamamlanmadığı koşullar. Bunlara birinci nesil krizler diyorduk.

Sonra finansal serbestleştirmeyle beraber, Sovyet sistemi sonrasında kurulan finansal küreselleşme altında finansal sermaye hareketlerinin aşırı oynak, belirsizlik yaratan spekülatif saldırıları altında peş peşe yaşanan krizler geliyor. Çoğunlukla da iktisatçıların “ahlaki tehlike” diye tanımladığı, bir yerde bir rant mekanizması kaçınılmaz olarak krizi tetikliyor. Meksika 1994, Arjantin 2001, Türkiye 2001, Türkiye 1994, Brezilya 1998, Asya ülkeleri 1997 gibi…  Bunlar da ikinci nesil krizlerdendi.  Her 2 kriz biçiminin ve bizde oluşan kriz algısının tezahürü: Derin bir çöküş, banka iflasları, şirket iflasları, döviz kurunda muazzam hareketlenme, işsizlik…

94-2001’i hatırlayacak olursanız, Türk lirasının birdenbire yüzde 50-60 reel olarak değer kaybetmesi, enflasyonun fırlaması onlara yetişmeye çalışan gecelik faizlerin yüzde 400-500 çıkması, para piyasasının fon piyasasının çökmesi… Nihayetinde sermaye el değiştirirdi. Yakınlarda yitirdiğimiz Jim Crotty hocanın sözleriyle, ‘Sermaye hiçbir krizi boşa geçirmez, sarf etmez’ sözünü kanıtlar nitelikte rakamlara baktığınız vakit yepyeni bir denge sürdürülüyor, anlık bir muazzam çöküş söz konusu değil.  Ama enflasyon, döviz kuru, finansal piyasalar ve büyüme, işsizlik tekrardan rehabilite edilmiş, toplumsal maliyetleri emeğin üzerine yıkılmış, yolumuza devam ediyoruz.  Üçüncü nesil diye hitap edilen bir kriz dalgasıyla karşı karşıyayız. Bu üçüncü nesil krizler, uzun vadeye yayılmış bir durgunluk, süregelen işsizlik, “büyük durgunluk” diye anılan düşük üretkenlik ile tezahür ediliyor.  Kapitalizm bir türlü yeni bir ivmelenme gerçekleştiremiyor, finansal rantlar ile tekelci karlarını beslemeye çabalıyor. Kabaca ülkeden ülkeye farklılıklar göstermekte kuşkusuz.

Peki hocam, bu üçüncü nesil krizin Türkiye’ye has özellikleri var mı?

Arka planda ana dinamik bir türlü üretkenlik kazanımlarını harekete geçiremeyen, uluslararası çalışma örgütünün tanımıyla ‘insan onuruna yakışır’ yüksek ücretli, güvenceli istihdam biçimlerini bir türlü yaratamayan kapitalizm gerçeği var. Türkiye de uluslararası iş bölümüne ucuz iş gücü ve ucuz ithalat deposu olarak katılan ‘taşeron ekonomi’ sıfatıyla büyük durgunluktan nasibini alıyordu.

Buna Türkiye’nin yaşadığı hukuk ve bürokrasi cinayeti, eğitim cinayeti, gençlerimizin geleceklerinden umudunu kesmeleri, sanayicinin ihracatçının Türkiye coğrafyasından umudunu yitirmeleri, Anayasa mahkemesinin bir ‘terörist’ ilan edildiği, hukukun çiğnendiği, Boğaziçi Üniversitesi’nden örneklerle eğitimin her kademesinin Anaokullarına kadar vasıfsızlaştırıldığı, İslamlaştırıldığı, çağdışılaştırıldığı bir ekonomi içindeyiz. Korkut hocanın betimlemesiyle, büyük çürüme…

Bütün bunların tezahürü sanki bir düdüklü tencerenin sibobu gibi yüksek enflasyon olarak tezahür ediyor. Bu anlamda bir krizin zaten ortasındayız. 1. ve 2. nesil krizlerde gördüğümüz muhteşem çöküşü değil, düşük ücretli düşük üretkenlikle düşük yatırım performanslı sıradanlaşmış vasıfsızlaştırılmış bir ülke olmanın krizini yaşıyoruz.

Bu bugüne kadar gördüğümüz krizlerden farklı. İşte o yüzden de zaten bir-iki kaşık bal ile sanki düşük gelirli vatandaşlarımıza birtakım kaynak transferleriyle “kriz olmadı” denilirken, aksine bu yeni biçim genel durgunluk krizi devam ediyor.

KAYNAK Birgün
DİĞER HABERLER
1996-1998 DÖNEMİNDE İŞVEREN SENDİKACILIĞI VE TİSK
1996-1998 DÖNEMİNDE İŞVEREN SENDİKACILIĞI VE TİSK

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ 51.Cumhuriyet Hükümeti (II.Çiller Hükümeti) 5.10.1995-30.10.1995 tarihleri arasında, 52. Cumhuriyet Hükümeti (III.Çiller Hükümeti) 30.10.1995-6.3.1996 tarihleri arasında görevdeydi. 24 Aralık 1995 tarihinde gerçekleştirilen milletvekili seçiminde oyların yüzle 21,4’ünü alan Refah Partisi 158 milletvekili çıkardı. ANAP’ın oyu yüzde 19,6 (132 milletvekili) ve DYP’nin oyu yüzde 19,2 (135 milletvekili) düzeyinde kaldı. DSP oyların yüzde 14,6’sını (76 […]

YAPIŞKAN ENFLASYON, YOLDAN ÇIKARIYOR
YAPIŞKAN ENFLASYON, YOLDAN ÇIKARIYOR

Son vaka, Sosyal Güvenlik Kurumu’nda yaşanıyor. Emekli maaşı alabilmek için eşinden boşananların sayısındaki artıştan yola çıkan kurum; boşandığı eşiyle yaşamaya devam eden 2 bin 418 kişi belirledi.

İŞVEREN İMKÂNIYLA YAN İŞ MÜMKÜN MÜ?
İŞVEREN İMKÂNIYLA YAN İŞ MÜMKÜN MÜ?

Aynı anda veya çalışma sürelerini bölerek farklı işverenlere yönelik çalışma giderek yaygınlaştı. Çoğunlukla ekonomik gerekçelerle olsa da kişilerin farklı uzmanlık alanlarında faaliyet gösterme isteği de bunda etkili oluyor.

“GEL, DÖVİZE GEL” DİYEN ÇIĞIRTKANLAR, NEREDESİNİZ?
“GEL, DÖVİZE GEL” DİYEN ÇIĞIRTKANLAR, NEREDESİNİZ?

Bir ay önce bugünler… Yerel seçimlere birkaç gün kalmış. Seçim sonrasına ilişkin tahminler havada uçuşuyor. En çok merak edilen de dövizin seçimden sonra nasıl bir seyir izleyeceği…