TÜSİAD VE SENDİKAL ÖRGÜTLENME
Sermaye sınıfının genel çıkarlarıyla tekil bazı sermaye gruplarının çıkarlarının zaman zaman örtüşmeyebileceğini biliyoruz. İkisi arasında bir düzey ve vade farkı olduğundan da bahsedilmeli.
Sermaye sınıfının genel çıkarlarıyla tekil bazı sermaye gruplarının çıkarlarının zaman zaman örtüşmeyebileceğini biliyoruz. İkisi arasında bir "düzey ve vade" farkı olduğundan da bahsedilmeli.
Ötesinde, sermaye birikim rejiminde yaşanan tıkanmalar, değişimler ve kırılmalar sermaye sınıfı içerisinde çatlamalara yol açıyor. Çıkarlar arasında "düzey ve vade" farkı ile de beslenen örtüşmezlik hali, böyle dönemlerde görünür hale geliyor. Türkiye’de sermaye sınıfının öyle ya da böyle temsilcisi olarak nitelenebilecek TÜSİAD’ın kuruluşu, sermaye birikim rejiminde tıkanmanın baş gösterdiği 70’li yılların başında gerçekleşmişti.
Anadolu sermayesinin daha çok yöneldiği MÜSİAD’ın ise yine birikim rejiminde makas değiştirme ihtiyacının ortaya çıktığı dönemde kurulması tesadüf değildi. 2000’li yıllardan günümüze TÜSİAD’ın hükümetle ilişkilerinin gerilme ve gevşeme sarmalında devam etmesi de yine aynı durumla ilgiliydi Patronlar Kulübü’nün son başkanının Muharrem Yılmaz olması ise bir uyumlulaşma çabası olarak değerlendirilmişti.
Yılmaz’ın TÜSİAD’ın Anadolu sermayesine açılma çalışmalarında aktif rol almış olması ve hükümetle ilişkilerde yeni bir dönemi hazırlayabilecek profile sahip bulunması dikkat çekiyordu. Yılmaz’ın göreve gelmesinin ardından ilk açıklamaları da buna hizmet edecek mesajlarla doluydu. Gezi eylemleri sonrasında Koç Grubu gibi bazı sermaye gruplarına dönük denetim ve cezaların gündeme gelmesi, ardından başlayan 17 Aralık süreci TÜSİAD ile hükümet arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin henüz başındayken bitmesine yol açtı.
Gezi eylemleriyle görünür hale gelen siyasi kriz ve arkasından gelen gelişmeler, sermaye sınıfının önünü görmesi için gerekli olan asgari mekanizmaları dağıtmıştı. Buna ekonomide AKP döneminde çarkların dönmesini sağlayan dışarıdaki ve içerideki koşulların değişmesi eklenince, kriz ister istemez derinleşecekti. İpleri koparan, TÜSİAD Başkanı’nın yılın ilk günlerinde sarf ettiği, özetle "hukukun olmadığı yere yabancı sermaye gelmez" şeklindeki sözleri oldu. Sonrası malum.
Başbakan, TÜSİAD Başkanı’nı bu sözleri nedeniyle vatan haini ilan etti. Başbakan Muharrem Yılmaz’ı vatan haini ilan ederken pek öne çıkarılmayan başka sözler de etmişti: "Sen hangi yüzle bu idarenin bakanlarını TÜSİAD’a davet edeceksin, bizimle herhangi bir işini görmeye geleceksin, hangi yüzle?"
Evet, Başbakan TÜSİAD’ın eninde sonunda bir çıkar örgütü olduğunu hatırlatmış ve hükümetle kamuoyunun çok da gündemine gelmeyen ilişkilerine işaret etmişti. Ülkede sermaye birikimindeki tıkanmaların aşılması için siyasal açıdan asgari mekanizmaların yeniden sağlanması ihtiyacının sık sık altı çizilirken, TÜSİAD üyelerinin "işlerinin de yürümesi" gerekiyordu. Bu tartışma sürerken, Sütaş’ta işçiler sendikal örgütlenme mücadelesi veriyordu. TÜSİAD Başkanı Yılmaz ise Sütaş’ın yönetim kurulu başkanı olarak bu mücadeleyi engellemek için elinden geleni yapıyordu.
TÜSİAD Başkanı’nın hükümete Anayasa ve yasalara uygun hareket edilmesi çağrısı yapar ve bu uğurda "vatan haini" ilan edilmeyi dahi göze alırken, sahibi olduğu fabrikalarda çalışan işçilerin yasal haklarını kullanmalarına engel olmaya çalışması çelişkili gibi görünse de şaşırtıcı değildir. TÜSİAD Başkanı Yılmaz’ın sahibi olduğu Sütaş’ın Bursa Karacabey ve Aksaray’daki iki fabrikasında işçiler Tekgıda-İş’e üye olmak için mücadele ediyor. Sütaş’ta sendikal örgütlenmenin engellenmesi uğruna bugüne kadar 18 işçi işten atıldı. İşçilere mobbing uygulanıyor. Hatta işçileri bu mücadelesinden vazgeçirmek için Cumhuriyet altını dahi dağıtıldı. Buna karşın Tekgıda-İş, yetki almak için gerekli sayıya ulaştı. Bir yandan da işten atılan işçilerin ve onlara destek olan arkadaşlarının mücadelesi sürüyor.
Bu örneğin de teyit ettiği gibi çeşitli engellere rağmen yasalarla işçilere tanınmış olan örgütlenme özgürlüğü, sermaye tarafından haktan hukuktan sayılmıyor. Konu işçinin örgütlenmesi ve sendikal haklar olunca, tekil sermaye sahiplerinin özel çıkarları ile sermayenin genel çıkarları hep çakışıyor. Benzer şekilde, hiçbir Başbakan da işçinin haklarını gasp eden patrona bu nedenle "vatan haini" demiyor.