TÜRK-iŞ’TE OLAĞANÜSTÜ OLURSA
Türk-İş’in 21. Genel Kurulu’nun üstünden henüz 10 ay geçti. Ama Türk-İş, şimdi “olağanüstü genel kurulu” tartışıyor. Oysa, 60 yıllık geçmişi içinde Türk-İş’te yönetimi değiştirmek için hiç olağanüstü genel kurul olmamış. Eğer olursa bu ilk olacak.
Türk-İş’in 21. Genel Kurulu’nun üstünden henüz 10 ay geçti. Ama Türk-İş, şimdi “olağanüstü genel kurulu” tartışıyor. Oysa, 60 yıllık geçmişi içinde Türk-İş’te yönetimi değiştirmek için hiç olağanüstü genel kurul olmamış. Eğer olursa bu ilk olacak.
Türk-İş’te işler “sorunsuz” gibi gözükürken, sendikalar yasasında, Hak-İş’in sendikalarını kayıran ve sendikal hareketteki kan kaybını artıracak bir protokole, Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun Türk-İş yönetimi adına (diğer yönetim kurulu üyelerinin iddiasına göre yönetimden habersiz) imza atması, yönetimde krize yol açmıştır.
Eğer bu kapsamda alırsak, yönetimdeki kişilerin arasındaki anlaşmazlık ya da “teknik olarak” bir yetki aşma tartışması merkezli bir olağanüstü genel kuruldan sendikal mücadele ve sınıf adına bir hayır çıkmayacağı ortadadır.
Ancak, sorunu bu dar çerçeve içinde görmek yanıltıcıdır. Belki bu olanlar sadece balona sokulan bir iğne rolü oynamış, balon patlamıştır.
Ve böyle bir kamplaşmada taraf olmak da elbette “kırk satır mı kırk katır mı” seçeneği ile karşı karşıya kalmaktır.
Ancak, bilinen sorunları ne kadar büyük olursa olsun, en büyük işçi konfederasyonu olarak Türk-İş’in içine sürüklendiği bu yeni kriz, aslında Türk-İş‘in sendikal sorunlar karşısında düştüğü çözümsüzlüğün devasa büyümüş olmasından gelen bir krizdir. “Protokole habersiz imza atma” sadece bir bahanedir.
Bu yüzden de Türk-İş içindeki olup bitene; “Bu koltuk kavgası, öyleyse yesinler birbirini!” denilerek geçilemez. Böyle denirse bundan bugün Türk-İş’te koltuk kavgası yapanlar kazanır; Türk-İş, bağlı sendikalar ve işçiler kaybeder.
Başka bir söyleyişle Türk-İş’in krizi, Türk-İş’in sendikacılık çizgisinin krizidir ve bu çizgide kalındığında yönetime kim gelirse gelsin, isterseniz, en temiz, en mücadeleci işçi önderlerini getirin ne sendikal harekete bir nebze fayda gelir ne de Türk-İş içinde bir rahatlama olur.
Bu yüzdendir ki; eğer bir olağanüstü genel kurul olacaksa bu genel kurul, Türk-İş’in sendikacılık anlayışını tartışan ve mücadeleci bir sendikacılık anlayışını Türk-İş’e egemen kılma amaçlı, sendikal bürokrasinin Türk-İş’ten tasfiyesinin adımı olacak bir genel kurul olmak durumundadır.
– Türk-İş’e bağlı sendikaların iç işleyişlerinin demokratikleştirilmesi,
– Patronların ve hükümetlerin değil sınıf talepleri etrafında işçilerin birleştirildiği, başlıca ilkenin sermayenin saldırılarına açıkça karşı duran
– Türk-İş’in bütün sermaye güçlerinden, hükümetlerden bağımsız bir sendika merkezi olmasını önüne koyan bir platformda birleşmiş her kademeden sendikacılar ve ileri işçilerin bir hareketinin örgütlenmesi böyle bir genel kurulun başarılmasının ilk şartıdır.
Aslında bunun koşulları da vardır. Çünkü artık herkes görmektedir ki, Türk-İş ve genel olarak Türkiye sendikal hareketi bugünkü mücadele çizgisiyle ve örgütlenme tarzıyla hiçbir yere gidemez. Kumlular bu mecalsizliğin, tükenmişliğin çözümsüzlüğün ürünüdür.
Ama Türk-İş içinde ve tabanında bu gidişatı gören ve değiştirmek isteyen her kademeden çok sayıda sendikacı ve geniş bir işçi kesimi olduğu da bir gerçektir. Burada sorun bir grup cesur ve mücadeleci sendikacının inisiyatif alarak kendisini öne atmamasıdır.
Eğer bir olağanüstü genel kurul olursa, bu genel kurul işte bu inisiyatifi gösteren sendikacılar ve ileri işçilerin Türk-İş ve sendikal hareketin kaderini ellerine almaları için bir vesile olursa anlamlı olacaktır. Bu olmazsa; hamasetle “Türk-İş kardeşliği” ile bir iki koltuk değişse de Türk-İş değişmeyecek ve bundan sonra da Türk-İş’in ne kadar sendika ne kadar işçilerin mücadelesinin engeli olduğu tartışılacaktır.