TÜRK-İŞ’İN 16 HAZİRAN 1975 İZMİR GENEL GREVİ
Türkiye’de işçi-işveren ilişkileri 1967-1968 yıllarında gerginleşti. Birçok işyerinde grev ve yasadışı grev yapıldı. İşçilerin çeşitli protesto biçimleri yaygınlaştı.

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Eylemlerin sertleştiği ve yaygınlaştığı bir dönemde genel grev konusu da tartışılmaya başlandı.
1968 yılı sonlarında İstanbul Milletvekili ve Türk-İş’e bağlı Metal-İş Federasyonu genel başkanı Kaya Özdemir ile iki arkadaşı, TBMM Başkanlığı’na 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesi için bir kanun teklifi sundu. Kanun teklifinde genel grev savunuluyordu: “1 ve 2nci bentler dışında sendikalı işçilerin çoğunluğunu temsil eden Konfederasyon, Devletin sosyal ve iktisadi politikasını etkilemek, işçilerin sosyal ve iktisadi durumlarını korumak ve düzeltmek amacı ile genel grev kararı alabilir.”
Ayrıca, dayanışma grevi de savunuluyordu: “Bir işyerinde, işyerlerinde veya işkolunda işçi sendikası veya Konfederasyonu tarafından uygulanan grev, o işkolu dışında faaliyette bulunan işçi teşekküllerince desteklenebilir ve destekleyen teşekkül faaliyette bulunduğu işyerinde, işyerlerinde veya işkolunda dayanışma grevi kararı alıp uygulanabilir.” (TİSK, Genel Grev ve Dayanışma Grevi Hakkında Muhtıra, Ankara, 1969 s.3-4)
TİSK bu girişime 12 sayfalık bir broşürle tepki gösterdi:
“(1) Genel grev (politik grev), teklifteki şekliyle bir dayanışma grevi bütün Batı demokrasilerinde kanunlarda veya mahkeme içtihadında ve doktrinde hukuk dışı kabul edilmektedir.
“(2) ‘Mesleki amaç’ dışında yapılacağı muhakkak olan bir genel grev ile ‘akdi amaç’ ve ‘sosyal partnerlerin mevcudiyeti’ şartından yoksun bir dayanışma grevi, Batı demokrasilerinde olduğu gibi, Anayasamızın 47.maddesine de aykırıdır. Anayasamız bu hükmü ile, yalnızca, dayanışma grevine değil siyasi grev niteliğinden başka bir mana ifade etmeyen genel grevlere cevaz vermemektedir. Bu hukuk, kanunun Millet Meclisi müzakerelerinde de, zamanın Çalışma Bakanı ve Komisyon Sözcüsü tarafından açıklıkla ifade edilmiştir. Bu hakların tanındığı memleketlerde bile uygulama, ya pek nadir veya hiç yoktur. (…)
“Grev müessesesiyle en yakın ilişkileri olan teşekkülümüzün bu konudaki kesin görüşü şudur ki, Batı demokrasilerinde dahi hukuk dışı olduğu kabul edilen politik grev fantezisine mevzuatımızda yer verilmesi halinde memleketimizin bugünkü ve yakın bir gelecekteki ekonomik, sosyal ve politik bünyesi bu ağır yükü taşıyamayacaktır.
“Bu muhtıra ile Konfederasyonumuz, tarih önünde, milli bir kuruluş olarak ödevini yapmış olmanın huzurunu duymakta, memleketin genel yararları ve şartları bakımından bu hakların tanınmasına imkân bulunmadığına da inanmaktadır.” (TİSK, Genel Grev ve Dayanışma Grevi Hakkında Muhtıra, Ankara, 1968;11-12)
Türk-İş’in 16 Haziran 1976 İzmir genel grevi, Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin çok canlı olduğu bir dönemde yapıldı.
15-18 Aralık 1969 günlerinde Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS), İLKSEN’in de desteğiyle gerçekleştirdiği Büyük Öğretmen Boykotu yaşandı.
İzmir Çiğli’deki TARİŞ İplik Fabrikası’ndaki 630 işçi, 27 Ağustos 1975 günü, DİSK’e bağlı Tekstil Sendikası’na üye olan 30 arkadaşlarının işten atılmasını protesto etmek amacıyla direnişe geçti. İşyerinde Aralık ayında da büyük eylemler yapıldı.
Bu rapor, Tekgıda-İş Sendika Akademisi yöneticisi Yıldırım Koç tarafından hazırlanmıştır.
DİSK’in Demokratik Hak ve Özgürlükler İçin Mücadele Mitingi, 6 Eylül 1975 Cumartesi günü İzmir Cumhuriyet Meydanı’nda yapıldı.
16-19 Eylül 1976 günleri gerçekleştirilen DGM direnişine İzmir’deki DİSK’e bağlı sendikaların üyeleri etkili bir biçimde katıldı.
16 Haziran 1975 genel grevi, Türk-İş’in 3 Ocak 1991 eylemi ve 20 Temmuz 1994 eyleminin de öncüsü sayılabilir.
GENEL GREVİ OLUŞTURAN ORTAM
Türkiye’de bu dönemde iktidarda, Başbakan Süleyman Demirel’in, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi milletvekillerinden oluşan I. Milliyetçi Cephe (IV. Demirel) hükümeti görevdeydi. 31 Mart 1975 tarihinde görev başlayan bu hükümet 21 Haziran 1977 tarihine kadar görev yaptı.
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 günü gerçekleştirdiği “İzmir Genel Grev”i veya “Emeğe Saygı Direnişi”, çeşitli etmenlere bağlı olarak oluştu. Bunların en önemlileri, kıdem tazminatı konusundaki gelişmeler, memurlaştırma çabaları ve işverenlerin saldırı lokavtlarıydı.
Türk-İş, yeni Genel Başkan Halil Tunç döneminde işçi kurultaylarına başladı. 1975 yılı Mart ayında Ankara’da düzenlenen Birinci İşçi Kurultayı’ndan sonra, 3-4 Mayıs 1975 günleri Diyarbakır’da, 10-11 Mayıs 1975 günleri Samsun’da, 31 Mayıs – 1 Haziran 1975 günleri Sivas’ta ve 7-8 Haziran 1975 günleri de Eskişehir’de İşçi Kurultayları düzenledi.
Diğer taraftan, DİSK’in 5. Olağan Genel Kurulu’ndan sonra DİSK’in kitle eylemleri başlamıştı. Genel-İş Sendikası’nın da Türk-İş’ten ayrılması gündemdeydi. Nitekim bu ayrılma 1975 yılı Ağustos ayında gerçekleşti.
GENEL GREV ÖNCESİ
Türk-İş’in Tavrı
Halil Tunç, 50 yıl önce, 8-12 Mart 1975 günleri Türk-İş’in Ankara’da düzenlediği Birinci İşçi Kurultayı’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Tüm konuşmacı arkadaşlarım genel grevden söz etti. Sayın Tunç, genel grev konusunda sık sık konuşuyor, konuşmaktansa bunu uygulama alanına koyalım, dediler. (…)
“Genel grev nedir, arkadaşlar? Genel grev, yapıldığında, hayatın işçisiz yaşanılmaz olduğunu, yaşanamayacağını gösterir. Elektrik kesiktir, su kesiktir, ekmek yoktur, radyo susmuştur, gazete yoktur, tren işlemez, uçak işlemez, dolmuş işlemez, üretim yoktur, adeta hayat durmuştur. İşte böyle bir uygulama, işçiye şimdiye kadar öğrettiklerimizin, öğretmek istediklerimizin, işçinin kendisine güven duyduğunu sağlamasının en etkili aracı olacaktır. İşçi o zaman, ben ne büyük bir varlıkmışım da şimdiye kadar haberim yokmuş, demek hayat benim elimdeymiş, istersem hayatı durdururum, diyecektir. İşte genel grevin, ancak bütünleşmek suretiyle, bütün sendika yöneticilerinin inançla benimsediği bir ortamda yapılması, bir gün de olsun, yarım gün de olsun, başarısı bir tarafa, işçinin kendisine güven duygusunu sağlayacaktır. Genel grev bu bakımdan anlamlıdır. Arkadaşlarım, genel grev tehdidini muayyen zamanlarda yaptığımız doğrudur. Bu kurultaya kadar teşkilatıma yüzde yüz güvenim olmakla beraber ve genel grev ilkesinde birleşmiş olmamıza rağmen uygulamada değişik kanaatlere sahiptik. Bunları kınamak için söylemiyorum, fakat bir zaman geldi, Halk Partisi, MSP Koalisyonu kuruldu. Hükümet buhranları, seçimden sonra 100 gün süren hükümet buhranları gibi devam etmeğe başladı. Unutkan milletiz, geçmişi çabuk unutuyoruz. Halkın o günlerde sıkıntıları bugün olduğu gibi zirvedeydi. Siyasi partilere sorumluluğunu hatırlatmak ve teşkilatımızın büyük desteğini sağlayarak bir genel grev düşünüyorduk, göze alamadılar. Nitekim 20’sinden önce hükümet kuruldu. İstediğimiz biçimde güçlü bir hükümet mi oldu? Elbette değil. Fakat şekil bakımından genel grev tehdidi yerini buldu.” (Türk-İş, Birinci İşçi Kurultayı, 8-12 Mart 1975, Ankara, Türk-İş Yay.No.83, Ankara, 1975, s.377)
Halil Tunç, Türk-İş’in 3-4 Mayıs 1975 günleri düzenlediği Diyarbakır Bölge Kurultayı’nda da şöyle konuştu:
“Denir ki, Halil Tunç sık sık Genel Grevden bahseder, fakat bunu uygulamaz. Bu da evvela ilkeler gibi işçiye benimsetilmesi lazım gelen bir konuydu. Evvela genel grevin tartışması vardı. Biliyorsunuz Erzurum’da da bu yapıldı. Önce işçi hareketi genel grev tartışmasını iç bünyesinde halletmeliydi. Genel grevin uygulanırlığı konusunda hiçbir işçimizde tereddüt kalmamalıydı. Bir de genel grev öğretilmeliydi. Onun için bilinçli olarak sık sık genel grevden söz ettim. Türk işçisinde genel grev şuurunun uyanmakta olduğunu yapılan müracaatlardan anlamak mümkündü. Soruyorlardı: Genel grev nedir? Genel grev şudur dedim.
“Basit ifadesiyle: Suların akmaması, elektriklerin kesilmesi, uçağın işlememesi, otobüsün işlememesi, daha doğrusu hayatın durdurulması, dedim. Zaman içinde işçinin şu düşünceye gelmesini istedim: Benim elimde ne büyük güç varmış da ben bunun bilincinde değilmişim. Demek ki ben genel grev yaparsam, hayat felce uğruyor. Demek ki benim elimdeki silah bu denli güçlüymüş. İşçinin kendisine güven duygusu yükseldi. Benim elimde gerektiğinde öyle bir silahım var ki bu silahımı kullandım mı alamayacağım hak yoktur. Genel grev, haklı olduğu bir davada başarıya ulaştıracak tek güçtür, demeye başladı. İşte bu noktadan sonradır ki genel grev uygulanabilir hale geldi. (…)
“Beyler, sendikacılık biraz da risk işidir. Elbette riski gözüne alacaksın. Ben yine iddia ediyorum, Türk toplumunun hayatiyetiyle ilgili bir konuda eğer bu haklara müdahale edilmesi gerekirse, yine huzurunuzda söylüyorum, genel grev yasa dışı olsa dahi, ben Türk işçisine genel grev yaptıracağım. Kendimi bu konuda haklı görüyorum. Benim bu hakkıma tecavüz edilecek de ben susacağım. Benim en etkili silahım grevdir.” (Türk-İş, İlkbahar Bölge Kurultayları, Diyarbakır, Samsun, Sivas, Eskişehir, Türk-İş Yay.No.88, Ankara, 1976, s.116)
Halil Tunç, Türk-İş’in 10-11 Mayıs 1975 günleri düzenlediği Samsun Bölge Kurultayı’nda da İzmir’de kısa bir süre önce gerçekleştirilen mitingi şöyle anlattı:
“Arkadaşlar, miting yaptık. İşçi arkadaşlarım İzmir’de üç günde muhteşem bir miting hazırlamışlar. Ankara’dan geniş bir sendikacı topluluğu gittik. İzmir’de konuşacaktık. 30 bin kişinin muhteşem bir yürüyüşü oldu. Vakur, kendinden emin, güçlü bir yürüyüş. Mitingde kürsüye 9 yaşında bir işçi çocuğu çıktı. Daha 2-3 kelime söyledi, başladı ağlamağa. Ama muhallebi çocuğu gibi ağlayıp da, konuşmasını kesmedi. Hem gözlerinden yaşlar akıyor, hem de konuşmasına devam ediyordu. Şöyle diyordu 9 yaşındaki işçi çocuğu: Ey işveren, senin de çocukların var. Onlar elbette okuluna araba ile gidip geliyor. Çeşitli oyuncaklarla oynuyor. Her türlü imkanları var. Ben onları çok görmüyorum. Fakat benim babam 30 sene ömür verdiği senin işyerinden atıldı. Ben ne oyuncak düşünüyorum, ne de araba düşünüyorum. Benim yarın evime ekmeğimi kim getirecek, kalemimi, defterimi kim alacak diye düşünüyorum. Sende insaf, sende vicdan yok mu? Hem ağlıyor, hem konuşuyordu.
“Arkadaşlarım, arkasından 18 yaşında bir genç kız çıktı. Çiçeği burnunda, daha ömrünün baharında idi. Elini kaldırarak, ey işveren, dedi, şu el 18 yaşındaki bir genç kız eline benziyor mu? Mekik dokumaktan elleri nasır bağlamıştır. Utanmıyorum, dedi, şeref duyuyorum bu ellerimle senin hanımının giydiği ipekli kumaşı dokuyorum. Evindeki halıları ben dokuyorum. Sana her şeyi ben veriyorum. Senden istediğim lüks değil, emeğimin hakkını istiyorum.” (Türk-İş, İlkbahar Bölge Kurultayları, Diyarbakır, Samsun, Sivas, Eskişehir, Türk-İş Yay.No.88, Ankara, 1976, s.253-254)
Türk-İş Yönetim Kurulu ile bağlı Sendikaların Genel Başkanları 11 Haziran 1975 günü İzmir’de bir olağanüstü toplantı yapmaya karar verdiler. Halil Tunç’un bu konuda 10 Haziran 1975 günlü açıklaması şöyleydi:
“İşverenlerin son zamanlarda işçilere ve sendikalara karşı giriştikleri saldırı, İzmir toplantısının belli başlı konularından biridir. Bu arada, kıdem tazminatı tasarısını kuşa çevirmek isteyen tutuma da İzmir toplantısı gerekli cevabı verecektir. Türk işçisi haklarını almada gösterdiği çabanın da üstünde, haklarını korumada kararlıdır. Gerek işverenlerin işçileri sindirmek için giriştikleri saldırı lokavtları, gerekse işverenlerin telkini ile Parlamentonun kıdem tazminatında işçi aleyhine hüküm getirme eğilimleri başarıya ulaşamayacaktır. Bu arada işçiyi memur yapma zihniyetine karşı da Türk işçisi gerekli cevabı verecektir.
“Uyarı amacını taşıyan İzmir’deki eylemimiz mutlaka başarıya ulaşacak, İzmir işçisi tam bir dayanışma ve disiplin içinde uyarı görevini gerçekleştirecektir. Bu uyarıya kulak asmayanlara elbette daha geniş eylemlerle cevap verilecektir.” (Türk-İş Haber Bülteni, 10.6.1975)
Halil Tunç 11Haziran 1975 günkü toplantıyı açarken yaptığı konuşmada bir süre önce tekstil işkolunda ve o günlerde de toprak sanayii işyerlerinde uygulanan lokavtlara değindi ve “gelecekte toplu iş sözleşmeleri yapılırken bu tür davranışlarla karşılaşılacağından endişe duyulduğunu,” söyledi:
“Türk işçi hareketi bugüne kadar çalışma barışını zedelememek için elinden gelen gayreti göstermiş, toplu sözleşme düzenine girdiğimiz günden bu yana, kendisine yasaların ve Anayasanın verdiği hakları sorumluluk duygusu içinde kullanmış, bunun sonucu olarak Türk kamuoyunda gerekli saygınlık ve güveni sağlamıştır. Ancak son zamanlarda işveren çevrelerinin işçi hareketini hırçınlığa zorlaması, yasalardan doğan haklarını vermede musallat çıkarması ve onun da ötesinde lokavtlarını yoğunlaştırması, işçi hareketinin üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu haline gelmiştir. (Milliyet, 12.6.1975)
Halil Tunç 12 Haziran 1975 günü yaptığı açıklamada da şunları söyledi:
“Saat 06’dan 14’e kadar devam edecek bu uyarı direnişinde, İzmir’de hayat duracaktır. Ölü defni ve itfaiyenin haricinde hiçbir hizmet yapılmayacaktır.(…) 1975 Türkiye’sinde çağdışı kalması gereken lokavt yasadışı olmalı ve son günlerde işverenlerce yoğunlaştırılan saldırı lokavtları durdurulmalıdır. İşçi-memur ayırımına, işçi yararına bir çözüm yolu getirilmelidir. Dernekler Kanunu da değiştirilmelidir. Asgari ücretten vergi alınmamalıdır. Kıdem tazminatı Meclis Komisyonunca kabul edilen şekliyle değil, Türk-İş’in önerdiği bir biçimde olmalıdır. Kıdem tazminatlarının bir fonda toplanması, işçi kesiminde kuşkuyla karşılanmaktadır. İşçi emekli aylıkları, günün koşullarına göre ayarlanmalıdır. Belediyelerde çalışan işçilerin aylıkları zamanında ödenmeli ve bu işçilerin sosyal hakları da verilmelidir. (…) Yarım günlük greve İzmir’deki bütün işçiler katılacaktır. İşçiler işyerlerine gelecek ve tezgah başında işlerini bırakacaklardır. Direniş sırasında gösteri ve toplantı olmayacak, tam bir disiplin içinde hareket edilecektir. İzmirlinin yarım gün hayatının durmasıyla karşılaşacağı güçlüklere anlayış göstereceğini tahmin ederim.” (Cumhuriyet ve Milliyet, 13.6.1975)
Halil Tunç, uyarı eyleminin “salt işçi çıkarını kapsayan egoist bir girişim olmadığını,” belirtti ve “bu direnişimiz, ulusal çıkarları da kapsamaktadır,” dedi.
Halil Tunç, isteklerin kısa zamanda çözümlenmemesi durumunda, bu uyarı direnişinin Türkiye çapında genel greve dönüşeceğini söyledi: “Gerekli ilgiyi göstermeyen zihniyete karşı uyarı direnişini kararlaştırdık. İlgililer yine eski tutumlarında devam ederlerse, ülke çapında genel greve gidilecektir. İşveren bir taraftan işçi kıyımını sürdürürken, diğer taraftan da toplu iş sözleşmelerini ihlal edip, çalışanı işinden atıp, yerine sıradan işçi almaktadır. İşçilerin özlemini çektikleri konuların çözümü için yapılan İzmir Uyarı Direnişi dikkate alınmazsa, Türkiye çapında genel greve gideceğiz.”
Bu tarihte yürürlükte olan 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’na göre bu nitelikteki bir eylem yasadışıydı. Böylesine bir kanundışı grev durumunda, işveren, bu greve katılanları tazminatsız olarak işten çıkarabiliyordu. Ayrıca, bu grev nedeniyle işverenin uğrayacağı zarar da greve karar veren işçi kuruluşu tarafından karşılanacaktı (275/29). Kanundışı grev, devletin, il özel idarelerinin veya belediyelerin bir karar almasını veya alınmış bir kararın değiştirilmesini veya kaldırılmasını veya bunları protesto etmek için yapılıyorsa, bu greve karar verenler veya katılanlar veya devam edenler ve bu yolda propaganda yapanlar, altı aydan az olmamak üzere hapis cezasına ve beş yüz liradan az olmamak üzere ağır para cezasına çarptırılacaktı. Suçun tekrarı halinde bu cezaların iki katı uygulanacaktı (275/55).
Genel grev ilk olarak Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un bir kararı biçiminde açıklandı.
İzmir’de “Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç” imzasıyla işçilere dağıtılan bildiride şöyle deniliyordu:
“İşçi Arkadaş,
“Türkiye’nin en büyük işçi kuruluşu olan Türk-İş işçilerin daha iyi yaşantılarını ve tüm ulusun çıkarlarını korumak ve kollamak amacı ile sizlerin desteğine güvenerek yeni bir hareketin içine girmek zorunda bırakılmıştır.
“”Topluluğumuzun içinde bulunduğu bunalımları en kısa sürede çözümlemek, bütün yetkili ve ilgililer ile hükümet edenleri, Parlamentoyu uyarmak ve işçi haklarına karşı girişilen tecavüzleri önlemek için İzmir’de bir uyarı direnişine geçecektir.
“Uyarı direnişimizin geniş kapsamlı gerekçesi aşağıda belirtilmiştir.
1) Siyasi partilerimizin ve Parlamentomuzun kısır çekişmelere son vererek ülke çıkarları etrafında birleşmelerini sağlamak.
2) Türk-İş’in toplum ve işçi yararına olan 24 temel ilkesinin uygulanmasını temin için gereken yasaların çıkarılmasını sağlamak.
3) Ulusal bağımsızlığımızın korunmasında etken olacak olan Ulusal Harb Sanayiinin işçilerimizin de katkısıyla bir an önce kurulmasını sağlamak.
4) İşçi haklarına saygılı olmayanları uyarmak ve Türk işçisinin haklarına sahip çıkma bilincinin zirvesine ulaştığını bir kere daha duyurmak.
5) Saldırı lokavtlarının son bulmasını, çağdışı lokavtın yasalardan çıkartılmasını sağlamak.
6) Tarım ve Orman İş Yasasının süratle yasalaştırılmasını, Tarım ve Orman İşçilerinin sosyal güvenliğe kavuşmasını sağlamak.
7) İşsizlik sigortasını gerçekleştirmek.
8) Ülkenin ve işçisinin sayısız sorunlarına çözüm getirecek tasarı ve teklifler Parlamento komisyonlarında beklerken Parlamenterlerimizin aylıklarına zam yapan yasayı süratle geçirmelerini KINAMAK.
9) Adil vergi reformunu sağlamak.
10) İşçi-memur ayrımına kesin çözüm getirmek.
11) Sıkıyönetimlerin grevleri durdurmasının, işverenin yararına olduğunu ve işçiyi ezdiğini belirtmek.
12) Sendikalar aleyhine olan Dernekler Yasası ile iş hayatını işçiler aleyhine kısıtlayıcı bütün yasaları değiştirmek.
13) Petrol ve madenlerimizin millileştirilmesini sağlamak.
14) İşçinin sendikasını seçebilmesi için referandum müessesesinin yasalaştırılmasını temin etmek.
15) Belediyelerimizi mali olanaklara kavuşturmak, halk hizmetinde daha etkin olabilmesini temin etmek, bu hizmetlerde çalışanların ücretleriyle diğer haklarını zamanında almalarını sağlamak.
16) Memurların eskiden olduğu gibi yeniden sendika kurmalarına yasal olanak sağlamak.
17) İşverenlerin işçileri keyfi işten çıkarmalarına son vermek.
18) İşsizliği azaltıcı tedbirlere EVET, lüks yatırım harcamalarına HAYIR demek.
19) İşçi emekli maaşlarına yapılan çok cüz’i artışların yetersizliğini belirtmek, günün koşullarına göre ayarlanmasını sağlamak.
20) İşçi kıdem tazminatlarının işverenlerin tekeline terk edilmesini ve devlet hazinesinin işveren lehine yağma edilmesini önlemek.
21) Temel ilkelerimizden olan ücrette adaleti sağlamak.
22) Asgari ücretlerin günün koşullarına göre ayarlanması ve asgari ücretten hiçbir şekilde vergi kesilmemesini sağlamak.
23) İşçi kıdem tazminatlarının işveren yararına bir fonda toplanmasına hayır demek için,
“16 Haziran 1975 Pazartesi günü saat 06 ile 14:00 arasında işimizin başında oturup, çalışmayarak uyarı direnişinde bulunacağız.
“Alınteri ve göz nuru ile yurt kalkınmasının en önemli unsuru olan vatansever Türk İşçisi çok çetin olan bu sınavı başarı ile verecektir.
“Türk İşçisi bir kere daha uyarı direnişi ile büyük bir sendikacılık bilincine sahip olduğunu ispat edecektir.
“Türk-İş Teşkilatı, tam dayanışma ve disiplin içinde gerçekleştireceği bu hareket ile tarihine yeni bir sayfa ekleyecektir.
“Bütün İzmir İşçilerini ve Sendika Yöneticilerini bu büyük sınavı da başarıyla vereceklerinden emin olarak şimdiden kutluyorum.
“Değerli İzmir İşçisi,
“Senin üst kuruluşun olan Türk-İş, BÜYÜK TÜRK ULUSUNUN VE İŞÇİNİN DAİMA HİZMETİNDEDİR VE HİZMETİNDE OLACAKTIR.
“Bir buçuk milyon işçiyi temsil eden Türk-İş adına sana ve ailene mutluluklar diler, saygılar sunarım.” (Türk-İş Bildirisi)
Halil Tunç, 13 Haziran 1975 günü işverenlerin eleştirilerini yanıtladı. Tunç şunları söyledi:
“Özel teşebbüsün, her türlü eleştirinin yasaklandığı, düşüncenin ve haklı direnişlerin suç sayıldığı, basının baskı altında tutulduğu, toplumun susturulduğu ve bütün halkın egemen çevrelerin çıkarlarına tevekkülen hizmet ettiği bir rejimin özlemini çektiği açıkça ortadadır. Özel teşebbüs, sultasını ancak böyle bir rejimde sürdürebileceğini düşünmekte, davranışlarıyla da bu özlemini açığa koymaktadır. (…) İşverenler, işçi haklarına saygıyı öğrendikleri ve bu haklara karşı bir davranış içine girmedikleri gün, ülkemizde çalışma barışı sağlanabilir. (…) 16 Haziran günü yapacağımız uyarı direnişini, geçmişteki 16 Haziran olayları ile irtibatlandıranları, Türk işçisi Pazartesi günü utandıracaktır.” (Milliyet, 14.6.1975)
TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Halit Narin de, aynı gün yaptığı açıklamada, “genel grevi amaçlayanlar, demokratik rejimi değiştirmeyi ve devleti yıkmayı düşünenlerdir” dedi ve şu tehdidi ekledi: “Genel greve katılan işçilerin, ihbarsız ve tazminatsız olarak iş akitlerinin sona erdirilebileceği unutulmamalıdır.” (Cumhuriyet,14.6.1975)
Bu arada, Başbakan Süleyman Demirel de bu eylemin kanunsuz olduğunu ileri sürdü. (Cumhuriyet, 14.6.1975) Milliyet Gazetesi’nin başyazarı Abdi İpekçi de, 14 Haziran 1975 tarihli “Durum” yazısında, genel greve karşı çıktı. İpekçi şunları yazdı:
“Şimdiye kadar özel grev hakkını kötüye kullanıp soysuzlaştırmayan işçi liderleri, genel grev yetkisine daha büyük titizlik ve sorumluluk duygusuyla sahip çıkacaklardır. Ne var ki, bu hakkı, yasalaşmadan kullanmaya kalkışmak yasa dışı bir davranıştır. Böyle bir davranış, özündeki istek haklı olsa dahi uygun karşılanamaz.
“Oldukça kısa bir sürede etkili biçimde örgütlenebilen işçiler, isteklerini gerçekleştirmek hususunda ekonomik ve siyasal bir potansiyele sahip olmuşlardır. Bu gücün akıllı ve etkili kullanılması, aslında gecikmiş bulunan genel grev hakkının yasalaşmasını, yasa dışı yollara gerek kalmadan sağlayabilir.
“Öte yandan yasama yetkisini ellerinde tutanların bu tür zorlamalara lüzum bırakmayacak girişimleri daha fazla geciktirmemeleri de beklenir. Unutmamak gerekir ki, yasalarla düzenlenmiş genel grev hakkı, bu hakkın hiçbir düzenlemeye uymadan kullanılmasından daha az sakıncalı, daha az tehlikelidir.” (Milliyet, 14.6.1975)
Halil Tunç, 14 Haziran 1975 günü düzenlediği basın toplantısında da şunları belirtti:
“Tek bir arkadaşımızın burnu kanadığında, yahut da işinden çıkarıldığında işte o zaman hırçınlaşacağız. O zaman sertleşeceğiz. Onlara o zaman anladıkları lisanda cevap vereceğiz. Bir işçi girişimi oldu mu, sorunu hemen bir rejim tartışısı içine sokuyorlar. Onların istediği rejim bellidir. Hep onların istedikleri olacak. Basın susacak. İşçiler onlara çalışacak. Herkes onların kölesi olacak. Ülkedeki herkes onlara çalışacak. Bilinçlenmeye başlayan işçi ve Türk halkı artık onların istediği rejime dur diyebilecek düzeye gelmiştir. Hiç bir arkadaşımızı işten atamazlar. Güçleri buna yetmez. (…) İşçiler olarak istediğimiz her hakta olduğu gibi, Türk halkının çıkarlarını, ülkemiz insanlarının çıkarlarını amaçlıyor isteklerimiz.” (Cumhuriyet, 15.6.1975)
Türk-İş’in bu eyleminin ilginç bir yanı, Türk-İş’in bu eyleme, eylem öncesinde ve sonrasında resmen sahip çıkmasıdır. Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un eylem öncesinde dağıtılan ve yukarıda tam metni verilen bildirisinde eylem açıkça savunulmaktadır. Halil Tunç, 26 Haziran 1975 tarihinde Türk-İş Yönetim Kurulu toplantısını açarken yaptığı konuşmada da bu tavrını sürdürmüştür. Türk-İş Yönetim Kurulu’nun 26-30 Haziran 1975 günleri yapılan toplantısının sonunda kamuoyuna açıklanan bildiride de şöyle denilmektedir:
“İzmir’deki genel uyarı direnişi, Türk-İş ve ona bağlı kuruluşların büyük bir başarısıdır. Bu direnişi, işçiler, sendikacılar ve Türk-İş elbirliği ile düzenlemiştir. Elbirliği ile uygulamış ve el birliği ile başarıya ulaşmıştır. (…) Direniş öncesi ve sonrası işveren çevreleri ile sağ basının Türk-İş Genel Başkanına karşı yönelttikleri çirkin itham ve eleştirileri de görüşen Yönetim Kurulumuz, bu konuda Türk-İş Genel Başkanı ve İcra Kurulunun tutumunu onaylamış ve kamuoyuna açıklanan görüşlerine aynen katılmıştır.” (Türk-İş Yönetim Kurulu Bildirisi, 26-30 Haziran 1975;7)
İzmir Belediye Başkanı Osman Alyanak da Türk-İş’in eylemini destekledi. Alyanak açıklamasında şunları söyledi: “Emekçinin hakkını aramak için uygulayacağı genel grevin karşısında değiliz. Bu uygulama işçinin en doğal hakkıdır. Şu anda hiçbir tedbir de düşünmüyoruz.” (Cumhuriyet, 14.6.1975)
Türk-İş’in Ankara’da 12 Nisan 1976 tarihinde toplanan 10. Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda da, İzmir Genel Grevi’ndeki gelişmeler özetlendi ve eylemin başarıyla sonuçlandığı anlatıldı. (Türk-İş, 10. Genel Kurula Sunulan Çalışma Raporu, Ankara, 12 Nisan 1976, Türk-İş Yay.No.95, Ankara, 1976;295-300)
DİSK’in Tavrı
DİSK ve Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler Türk-İş’in İzmir eylemine karşı olumsuz bir tavır takındı ve ciddi suçlamalarda bulundu:
“Genel grev, işçi sınıfının bilimi doğrultusunda ve daha ziyade siyasal iktidara karşı bir hareket tarzı, eylem şeklidir. Yoksa, sayın Halil Tunç’un belirttiği bir takım istekler için genel grev yapılamaz. Türk-İş’in yapacağı hareket, pek genel grev konusunu kapsamamaktadır. Bir genel grev, örneğin, siyasal iktidarın, hükümetin istifası için ancak ortaya konabilir. Türk-İş eğer böyle bir nedenle bu hareketi koysaydı ortaya, ki biz bunun böyle olmasını dilerdik, kuşkusuz desteklerdik. Ancak Türk-İş’in böylesine ortaya koyduğu eylem, ancak bir oyun, bir aldatmacadır bizim açımızdan, Türk-İş ve Halil Tunç, tabanının kaydığını, özellikle DİSK’e bağlı devrimci sendikalara kaydığını gördükçe ne yaptığını, ne yapacağını bilemez bir hale gelmiştir. Bunun telaşı içerisindedirler ve bu nedenle böylesine bir aldatmacaya girişmişlerdir.” (Cumhuriyet, 15.6.1975)
DİSK’in bu olumsuz tavrına karşın, DİSK’e bağlı Türkiye Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, 16 Haziran 1975 günü yaptığı yazılı açıklamada, İzmir genel grevine çok açık bir destek verdi. Nebioğlu’nun açıklaması şöyleydi :
“Bugün İzmir’de Türk-İş tarafından uygulanmakta olan süreli bölgesel genel grevin Anayasa dışı olduğunu söylemek gülünç bir iddiadır. Demokrasi yeniden icat edilecek bir yönetim şekli değildir. Demokratik kurumlardan birisidir, genel grev. Türk-İş bu demokratik davranış içindedir ve bu davranışa karşı çıkılmaz. Karşı çıkanlar olabilir. Onlar bu çağ içinde sadece gülünç olurlar. Türk-İş’in bu grevle amaçladığı hususlar, Batı halklarının çoktan kazandıkları haklardır. Türkiye’mizde hâlâ bu haklar için mücadele etmek gerekiyorsa, bunda hepimizin kabahati vardır. (…) Bugün 15-16 Haziran olaylarının 5. yıldönümünde Türk-İş ve onun kararları ile demokratik hak ve özgürlükler için direnenleri saygı ile karşılıyoruz.” (Cumhuriyet, 17.6.1975, Halkın Sesi Dergisi, No.11, 24 Haziran 1975, s.12)
Meslek Örgütlerinin, Demokratik Kitle Örgütlerinin, Siyasi Partilerin ve Bazı Gazetecilerin Tavrı
İzmir Baro Başkanı Cengiz İlhan eyleme destek verdi. Cengiz İlhan, 8 saatlik uyarı direnişine Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu açısından bakılmaması ve bu kanunun hükümlerine uymadığını ileri sürerek, kanunsuz grev sonucuna varılmaması gerektiğini belirtti ve “bu , işçilerin Anayasa’dan doğan haklarını, cebir ve şiddet yoluna başvurmadıkları sürece, kullanmalarına engel olan bir durum değildir,” dedi. (Milliyet, 15.6.1975)
DİSK bu eyleme karşı çıkarken ve DİSK’e bağlı sendikaların üyeleri bu eyleme katılmazken, DİSK’in 1975 yılı Mayıs ayındaki 5. Genel Kurulda yapılan seçimler sonrasında yönetimde hakimiyet kuran Türkiye Komünist Partisi bu eylemi destekliyordu. TKP Merkez Komitesi, 17 Haziran 1975 günü İzmir’de dağıtılan bildirisinde şunları söylüyordu :
“İzmir bölgesinde genel uyarı grevi, işçi sınıfının büyük bir başarısıdır. Bu grevi, işçiler, sendikacılar elbirliği ile örgütlediler, elbirliği ile uyguladılar, elbirliği ile başarıya ulaştırdılar. “Bütün fabrika, işletme ve bürolarda kurulan Grev Komiteleri, bu büyük çıkışın örgütsel omurgası oldu. Bu komiteleri değişik sendikalara bağlı işçiler, sendikacılar oluşturdular. Grevde disiplin, dayanışma, kenetlenme bununla sağlandı. Böylesi örgütlü direnişlerdir ki, Demirellerin, büyük patronların, en gerici, en azılı işbirlikçi çevrelerin, polisi, silahlı kuvvetleri, faşist komandoları işçilerin üzerine sürme korkutmaları gerçekleşemedi. Maocuların, bozguncuların provokasyonları sökmedi.
“İzmir grevi, emperyalizme, NATO’daki egemen çevrelere, işbirlikçi burjuvaziye, büyük toprak ağalarına, aşırı gerici, faşist politikacılardan oluşan hükümete karşı savaşta, işçi sınıfının, bütün ulusal demokratik, ilerici güçlerin birliğini sağlama yolunda ileri bir adımdır. Devrimci gençliğin, öğrencilerin Ankara’da yürüyüşü, polis barikatlarını aşması, Trabzon, İstanbul ve yurdun birçok yerlerinde, faşist komandolara karşı başarı ile savaşması, işçi sınıfının bu gibi güçlü direnişleri ile örülerek gelişiyor.
“Ordu içindeki yurtsever subaylar, erler işçi sınıfının bu savaşını yakından izliyor, bundan gereken dersleri çıkarıyor, bu savaşa zaman zaman katılıyor.(…)
“Böyle bir durumda işçi sınıfının savaşına katılmamak, kenara çekilmek, küçük hesaplarla pasif kalmak işçi sınıfının, halkımızın büyük savaşına bir şey kazandırmaz. Tersine bu savaşı baltalar.
“İzmir grevi bir uyarıydı. Bunun arkası gelecektir. İşçi sınıfının kararı, istekleri yerine getirilmezse yurt ölçüsünde genel greve gitmektir. Enflasyonu durdurmak, pahalılığı önlemek, lokavtları yasaklamak, sendikal haklara yapılan saldırıları durdurmak, bütün emekçilere, memurlara, teknik elemanlara, öğretmenlere sendika kurma hakkını tanımak, göçleri durduracak köklü tedbirler almak gibi somut günlük istemler kısa zamanda yerine getirilmezse, işçi sınıfı yurt ölçüsünde genel grevi uygulayacaktır. İşçi sınıfının sendikal, politik birliği bundan ötürü zorunluktur.” (TKP Merkez Komitesi’nin 17 Haziran 1975 tarihli bildirisi, 2 sayfa, çoğaltma).
TKP’nin resmi yayın organı Atılım’da da İzmir Genel Eylemi, DİSK’in eyleme katılmamasına değinilmeyerek, Türk-İş’in yukarıda belirtilen amaçları gözardı edilerek ve hayalde “yüzlerce grev komitesi” yaratılarak, şöyle değerlendiriliyordu :
“Türkiye işçi sınıfı emperyalist köleliğe, işbirlikçi burjuvazinin halkımıza dayattığı gerici-faşist karması hükümete karşı savaşta başarılı sınavlar veriyor. İzmir’de 70 bin işçi genel uyarı direnişine katıldı. Grev, Türk-İş yöneticilerinin dar ve çıkar amaçlı sınırlarını aştı. Yığınsal bir eyleme dönüştü.
“Uyarı grevinin başarıya ulaştıran, fabrikalarda, büro ve işletmelerde kurulan yüzlerce grev komiteleri oldu. Sendika ayırımı yapmadan direnişe katılan işçiler bilinçli disiplinli davrandılar. Bu heybetli çıkışıyla, Türkiye işçi sınıfı, Anayurdun politik yaşamına sürekli etki yapan güç olduğunu bir kez daha ispatladı. Bütün ülke çapında genel grev uygulayacak güçte olduğunu gösterdi.
“TKP, İzmir genel uyarı grevini destekledi. Bu grevle elde edilen kazanımları daha da genişletmek için savaşıyor. TKP MK’nin 17 Haziran günlü Bildirisinde şöyle deniyor: ‘İzmir grevi bir uyarıydı. Bunun arkası gelecektir. Enflasyonu durdurmak, pahalılığı önlemek, lokavtları yasaklamak, sendikal haklara yapılan saldırıları durdurmak, bütün emekçilere, memurlara, teknik elemanlara, öğretmenlere sendika kurma hakkını tanımak, göçleri durduracak köklü tedbirleri almak için somut istemler kısa zamanda yerine getirilmezse, işçi sınıfı yurt ölçüsünde genel grevi uygulayacaktır.’
“Karma hükümet, büyük tekeller, holdingler, bunların konfederasyonu, Narin gibi azılı gericiler, İzmir grevine saldırdılar. Ama onu engellemeye güçleri yetmedi. Demirel hükümeti şimdi bunun acısını greve önayak olanları tutuklamakla, işçilerin gündeliklerini kesmekle, bunlara karşı kovuşturma-soruşturma açtırmakla çıkarmak istiyor. İşçi düşmanı bu hükümet, böylesi bir zorbalıkla, genel uyarı greviyle kurulan yüzlerce grev komitelerini ortadan kaldırmak, bu komitelerin fabrikalarda, tüm yurt çapında savaş komitelerine, işçi konseylerine dönüşmelerini, bunların ulusal demokratik cepheye temel taşı olmalarını engellemek istiyor.
“Bu ortamda işçi sınıfına, sendikalara daha büyük sorumluluklar düşüyor. Sendikal savaşımı bir dilim ekmeğe bağlamak dar bir görüştür. Bunu politik savaşla sıkı sıkıya örmek zorunluktur. Grev komitelerini işçi hareketini, sendikaları birbirine kenetleyen sürekli örgütler biçimine sokmak sorunu çözüm bekliyor. Bugünkü savaşın özü, içeriği politiktir. İşçi sınıfının savaşları bu doğrultudadır.” (Atılım Dergisi, TKP Merkez Komitesi Organı, Temmuz 1975)
TKP yandaşları tarafından yayımlanan Ürün Dergisi’nin Temmuz 1975 sayısında ise Mehmet Çalışkan imzalı “Türk-İş ve Genel Grev yada Reformist Elde Anarko-Sendikalist Silah” yazısı, genel grev girişimini, DİSK’in tavrına benzer bir biçimde eleştirdi. Yazıda şu değerlendirmeler yer aldı:
“Türk-İş yönetimindeki bu eylem biçimleri siyasal içerikten yoksun kılınmıştır. Yani Türk-İş yönetiminde gerçekleşen bu eylem biçimleri, işçi sınıfının acil ekonomik taleplerini bile, işçi sınıfının son hedefi olan siyasal iktidar mücadelesi ile organik biçimde birleştirmemektedir. O halde, bu eylem biçimleri, bu durumda, işçi sınıfının, sınıf mücadelesi için kullanılmamaktadır; tam tersine, sınıf mücadelesinin saptırılması için kullanılmaktadır. (…)
“Sosyalistlerin görevi, Türk-İş tabanının, Türk-İş yöneticilerini zorlayan her türlü hareketini sonuna kadar desteklemek olmalıdır. Yoksa, Türk-İş yöneticilerinin, tabanın bu zorlamasını anarko-sendikalizmden esinlenen sahte, keskin eylem biçimleri ile saptırmasını değil.” (Ürün Dergisi, Temmuz 1975;43, 44)
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) Genel Başkanı Ahmet Kaçmaz, Türk-İş’in eylemini şöyle destekledi: “Bu eylem gerçekte işçi sınıfımızın demokratik mücadelesinin vardığı ileri düzeyin sayısız yansımalarından birisidir. Türk-İş’in düzenlemeye karar verdiği bu eylem gerçekte tabandan gelen büyük potansiyelin dayattığı bir direniştir.” (Milliyet, 16.6.1975)
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice Boran da, yaptığı açıklamada, “Anayasamızda grev hakkının sınırsız olduğunu, oysa grev konusunda pek çok kısıtlayıcı unsurlar bulunduğunu,” belirtti. Türkiye İşçi Partisi’nin çizgisindeki Yürüyüş Dergisi’nde genel grev sonrasında şu değerlendirme yapılıyordu : “Bu, Türkiye’deki ilk ‘genel grev.’ Daha doğrusu, genel greve en çok benzeyen ilk eylem. (…) Bütün bunlar, meseleye dar sendikal rekabet açısından bakarak, İzmir grevini sarıya boyatmamalı. İzmir grevi, işçi sınıfı hareketinde önemli bir adım. Ne amaçla ve kimin tarafından girişildiği bir yana, genel grev hakkının elde edilmesi yolunda kazanılan önemli bir mevzi.” (Yürüyüş Dergisi, No.11, 24 Haziran 1975, s. 6)
Sosyalist Parti (SP) Merkez Yürütme Komitesi eylemi açıkça destekledi. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Grev hakkının serbest kullanılması, işçi sınıfının en önemli mücadele araçlarından biridir. Bu yoldaki girişimleri Sosyalist Parti olarak destekliyoruz.” (Cumhuriyet, 16.6.1975)
Doğu Perinçek’in önderliğini yaptığı siyasal çizgi tarafından yayınlanan Halkın Sesi Dergisi de eylemi destekliyordu:
“16 Haziran’da yetmiş bin işçinin İzmir’de yaptıkları grev, işçi sınıfımızın gücünü bir kere daha ortaya koydu. İzmir’de hayat sekiz saat için durdu. Türk-İş böyle bir direnişi örgütlemek ve uygulamakla olumlu bir iş yaptı. (…) ‘Uyarı direnişi’, tamamen haklı taleplere dayanmaktadır ve işçi sınıfımızla birlikte bütün halkın yararınadır. (…) DİSK, İzmir’deki direniş karşısında rekabetçi bir tutuma kapıldı. (…) Mücadelenin talepleri haklıdır. On binlerce işçi harekete geçmiştir. Böyle bir direnişi, sendikalar arası rekabet düşüncesiyle karşıya almak, DİSK’i Türk-İş’ten daha geri noktalara götürür. DİSK’in yurt çapında genel grev istemesi olumlu bir şey. Fakat İzmir çapında bir grevi dahi desteklemeye yan çizmek, bu isteğin ne dereceye kadar samimi olduğu konusunda şüphe uyandırıyor. Bir eyleme, daha ileri ve daha kapsamlı bir eylemi savunarak karşı çıkmak daima pasifizmin kılıfı olmuştur.” (Halkın Sesi Dergisi, No.11, 24 Haziran 1975, s.12)
TÖB-DER İzmir Şubesi, Türk Koop-İş Sendikası, İzmir Devrimci Gençlik Birliği, İzmir Devrimci Gençlik Dayanışma Derneği ve Devrimci Sağlık-İş Sendikası İzmir Şubesi de, yayımladıkları ortak bildiride, “Türk-İş’in halkın acil isteklerinden hareket ederek, hakim sınıfların isteklerini de işçi sınıfının talepleri gibi gösterme çabası içinde olduğu; senelerdir, işçi sınıfının başına hakım sınıfların çöreklendirdiği ‘sarı’ Türk-İş’in işçilerin uyanışı ve zorlamasıyla İzmir’de genel grev çağrısı yaptığı” ileri sürüldü ve “bu hareketin genel grevin bir hak olarak kazanılmasında bir adım olduğu ve bu taleplerin gerçekleşmesini ne hakim sınıfların, ne de onların sarı sendikalarının engelleyebileceği belirtilerek, bütün işçiler, halkın devrimci taleplerini savunmaya çağrıldı.” (Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, C.3, s.354)
Hükümetin Tavrı
Başbakan Süleyman Demirel, 13 Haziran 1975 günü yaptığı açıklamada, Türk-İş’in eyleminin “kanunsuz” olduğunu ileri sürdü. (Cumhuriyet, 14.6.1975)
Süleyman Demirel şu açıklamayı yaptı:
“Genel grev suçtur. Yargı mercileri önlerine götürülmeyen şeylere bakmazlar. Mahkemelerin önüne bunu kim götürecek? Polis ve icra götürecek. Cumhuriyet savcısı onu yargıcın önüne götürmezse, hükümet götürecek. Her şey yargı organına bırakılmaz. Hükümet, ‘suçtur’ der, suç olduğunu söyler. (…) Kanunsuz şeylere tevessül etmenin bir anlamı yok. Faydası yok. Kanunsuzluklar yapılması tasvip edilemez. Grev varsa, bu rejimin içinde var. Kim genel grev var diyor?” (Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi, C.3, s.354)
Çalışma Bakanı Ahmet Tevfik Paksu da, “Türk-İş’in Ege bölgesindeki grev ve lokavtların yaygınlaşması nedeniyle İzmir’de uygulayacağı bir günlük genel uyarı direnişinin kanunlara aykırı” olduğunu ileri sürdü ve “mevcut kanun ve sözleşmelere aykırı hareket edenler, doğacak neticelere katlanmak mecburiyetindedirler,” dedi. (Milliyet, 16.6.1975)
İşverenlerin Tavrı
İşverenlerin tepkileri de hemen başladı. TİSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili Refik Baydur, Türk-İş’in eyleminin kanunsuz olduğunu iddia etti ve, Başbakan Demirel’e çektiği telgrafta, “hukukun ve devlet otoritesinin derhal harekete geçirilmesini” istedi. (Milliyet, 13.6.1975)
TİSK Genel Başkanı Halit Narin ise, 13 Haziran 1975 günü yaptığı açıklamasında, söylemini sertleştirdi:
“Devlete ve rejime karşı çıkmak anlamına gelen bir genel greve, idare organlarının ve rejim sorumlularının sessiz kalacağını tahmin etmiyoruz.(…) Kanun dışı olayların devlet otoritesi tarafından önceden müdahale edilerek kesin olarak önlenmesi şarttır. (…) Genel grevi amaçlayanlar, demokratik rejimi değiştirmeyi ve devleti yıkmayı düşünenlerdir. İkinci bir 16 Haziran olayı ile işçi ihtilalinin yeni bir provasını bu sefer Türk-İş yapmak istemektedir.(…) Bu kanunsuz uygulamaya geçilmesi halinde işverenler kanuni haklarını kullanarak cevap vereceklerdir.” (Milliyet, 14.6.1975)
İzmir eyleminden doğrudan etkilenecek olan Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanı Şinasi Ertan da, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere ilgili tüm yerlere başvurduklarını söyledi. (Cumhuriyet, 14.6.1975)
TİSK Başkan Vekili Refik Baydur, 14 Haziran günü yaptığı açıklamada, genel greve katılan işçilerin çalışmadıkları süreye ait ücretlerinin kesileceğini, ayrıca hafta tatili ücretlerinin de İş Yasası gereği ödenmeyeceğini söyledi, iş akitlerinin ihbarsız ve tazminatsız feshedilebileceğini bildirdi ve “kanunsuz hareketlere katılması yüzünden işçilerin bu müeyyidelerden biriyle her an karşılaşabileceklerini düşünerek suç işlemekten kaçınacaklarını ve kendi huzurları demek olan işyeri huzurunu bozmayacaklarını ümit etmekteyiz,” dedi. (Cumhuriyet, 15.6.1975)
TİSK Başkan Vekili Refik Baydur tazminat davasını da gündeme getirdi: “İşyerlerimizin ve ülkemizin bu davranışla uğrayacağı maddi ve manevi zararlar da bu kanunsuz greve karar verenler ve uygulayanlardan ayrıca istenebilir.” (Milliyet, 15.6.1975)
TİSK 15 Haziran 1975 günü İzmir gazetelerinde yayınlanan ilanlarda işçileri uyardı: İlan metni şöyleydi:
“İşçi arkadaş, 16 Haziran Pazartesi günü İzmir’de yapılacağı Türk-İş tarafından ilan edilen davranış bir genel grevdir ve kanunlarımıza göre suçtur. Kanunsuz böyle bir greve karar verenler, teşvik edenler ve bu greve katılanlar Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’na göre suç işlemiş olurlar. İşçi arkadaş, kanunsuz harekete katılman sebebiyle yasal müeyyidelerle karşılaşabileceğini düşünerek suç işlemekten kaçınacağını ve işyerlerindeki çalışma huzurunu bozmayacağını ümit ediyoruz.” (Milliyet, 16.6.1975)
İşverenlerin girişim ve tedbirlerini MESS şu şekilde özetliyordu:
“Yasadışı bir eylem olan genel grev çağrısı karşısında, Sendikamız, İşveren Konfederasyonu ile sıkı bir işbirliğine girerek, izlenecek tutum ve davranışı saptadı.
“13 Haziran günü İzmir’deki üyelerimize gönderdiğimiz bir sirkülerde, uygulanacak grevin yasadışı olduğu belirlenerek alınacak tedbirler ve uygulanabilecek müeyyideler açıklandı. Ayrıca, hazırlanan bir duyuru ile işçilere, bu grevin yasadışı olduğu ve katılmamalarının gerektiği bildirildi.
“İzmir’deki üyelerimizin aynı davranış birliğini gösterebilmelerini sağlamak amacı ile de 14 Haziran Cumartesi günü, İzmir’de bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya İzmir ili Temsilciler Kurulu, İzmir’deki müşavir avukatlarımız, Genel Sekreterimiz ve İzmir’deki bütün üyelerimiz katıldı. Toplantıda 16 Haziran günü izlenecek politika belirlendi. (…)
“Yasadışı olduğu çok önceden belli olan eylem, böylece aynı zamanda kaba kuvvete de dönüştü. Çalışmak isteyen işçiler, memurlar, halk yollarda kaldı. İşyerlerinde çalışmayı arzulayan işçiler, cereyan olmadığı için çalışamayan makinelerinin başında toplandılar. İşkolumuzda çok küçük bir fanatik grubun dışındaki işçiler, çalışmaya hazır olduklarını belirtmekteydiler. Bu sağduyu sahibi işçilerimiz elektriksiz yapılabilecek bütün işleri yaptılar, makinelerini temizlediler. Hatta, kendilerinin görevleri dışındaki işi bile yaptılar. Sanırız, bu davranış, yapılan yasadışı, zorbaca eyleme verilen en anlamlı bir cevaptı. (…)
“Üyelerimizle temas ediliyor ve bu üzücü tablo içinde tek ışıklı nokta beliriyordu. İşçilerimiz çalışma çabası içindeydiler. Sorumluluk, yasadışı eylemi başlatan Halil Tunç ve arkadaşları ile ona uyan küçük bir grup işçi ve cereyanın kesilmemesi için gerekli hiçbir tedbiri almayan TEK ve ESHOT Genel Müdürlükleri ile idari makamlardaydı. Bu durumu yargı mercilerine bildirmek ve bir karar almak gerekti. (…)
“Elektriğin olduğu bazı işyerlerinde işçiler tam kadro olarak çalışıyorlardı, saat 14:00’te bütün fabrikalara elektrik verildi ve işçiler işlerinin başına döndü. Türk-İş’in yaptığı sözde, haksız ve yasadışı uyarı direnişi bitmişti. Ama bu direnişe işçilerin büyük çoğunluğu katılmamıştı. Olay yalnızca, bazı kişilerin kendi durum ve itibarlarını korumak için yapılan, zorbaca bir eyleme dönüşmüştü. Bu davranış yalnız işverenlere karşı değil, Hükümete, Devlete ve en önemlisi özgürlükçü demokrasiye karşı yapılan bir hareketti. Türkiye, hak isteyenin bu hakkı kaba kuvvetle almak istediği bir ülkeye dönüştürülmek isteniyordu. Sorumluların, tedbir almakta anlaşılmaz bir ihmal gösterdikleri bu olay, böylece gerçek rengini gösterdi. Bazı kişiler, ün ve itibar uğruna, yasaları çiğniyor, düzene karşı geliyor ve bunu Devlet radyo ve televizyonundan pervasızca ilan ediyorlardı. Ama, sağduyu sahibi Türk işçisi, bu eyleme, düşünceye katılmadığını en somut biçimde cevaplandırıyordu.” (“Bir Genel Grevin Öyküsü,” MESS İşveren Gazetesi, Sayı 245, 1 Temmuz 1975;1-3)
16 Haziran Emeğe Saygı direnişinin gerçekleşmesinin ardından, İzmirli işadamları, 18 Haziran 1975 günü bu direnişi protesto etmek amacıyla bir sessiz yürüyüş yaptılar ve Cumhuriyet Alanına giderek, “devlete, kanunlara ve vatandaşlara saygı istiyoruz, saygısızları kınıyoruz” yazılı bir çelenk bıraktılar. (Cumhuriyet ve Milliyet, 19.6.1975)
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 eylemine ilişkin olarak TİSK Çalışma Raporu’nda aşağıdaki değerlendirme yapıldı:
“Geçtiğimiz dönem içinde bütün Türk Milletinin izlediği gibi, Hükümetin ve İşveren Camiasının iyi niyetli gayretlerine rağmen, uyarı direnişi adı altında kanunlarımızın yasakladığı genel grev uygulamasına başvurulmuştur. Kanunsuz olaylardan olan bu direniş türünün özelliği dolayısı ile ayrı bir başlık altında incelenmesi uygun görülmüştür.
“Bunların başında, gerçek amacı dahi belli olmayan 16 Haziran 1975 günü İzmir’de 8 saat süreyle uygulanan genel grev denemesi gelmektedir.
Türk-İş tarafından önceden yapılacağı ilan edilen bu yasa dışı hareketle aynı anda birden fazla suç işlenmiştir.
Parlamentoyu kendi istekleri istikametinde kanun çıkarmaya zorlamak ve bu maksatla kanunlarımızca cezalandırılan genel greve başvurmak, elektrik, su ve gaz işlerinde yasaklanmış olmasına rağmen grev uygulamak, ayrı ayrı suçlar oluşturmaktadır.
Böylesine çok yönlü suç teşkil eden bir eyleme Hükümetin, mülki amirlerin ve zabıtanın seyirci kalması da olayın esef verici bir başka yönünü teşkil etmiştir.
Hukuk Devleti ilkesine saygılı bütün milli kuruluşlar nezdinde ve kamuoyunda mahkûm olan bu genel grev hareketi, Camiamızca açılan dava üzerinde İzmir 2. İş Mahkemesince kanun dışı olarak karara bağlanmış ve Yargıtayca da bu karar onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
“Bu genel grev denemesinin diğer önemli yönü de, demokrasiye bağlılığını, her vesile ile ifade eden memleket sever işçilerin desteğini kazanamaması şeklinde tezahür etmiştir.” (TİSK, XI. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, Nisan 1976, TİSK Yay., Ankara, 1976;76-77)
16 HAZİRAN 1975 İZMİR GENEL GREVİ
Türk-İş tarafından 16 Haziran 1975 Pazartesi günü İzmir’de gerçekleştirilen bölgesel genel grev veya “Emeğe Saygı Direnişi”, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un İzmir kentine elektrik veren ESHOT’ta şalteri indirmesiyle başladı. Şalterin bulunduğu yere basın mensupları alınmadı. Halil Tunç, şalterin indirilmesi sonrasında şu açıklamayı yaptı: “Grevimizin uygulanılmasına başlanılmıştır. Güvenlik tedbirleri bakımından hiç bir yabancının fabrikaya girmesine ben müsaade etmedim. (…) Türk işçisi dayanışmanın en güzel örneğini gösterdi. İşçi, hakkını dayanışma içerisinde almanın bilincine ulaşmıştır.”
Halil Tunç daha sonra genel greve katılan otobüs ve troleybüs işçilerinin bulunduğu depoya gitti.
Türk-İş’e bağlı 24 mahalli sendika ve şube bu eyleme katıldı. İzmir’de elektriğin kesilmesiyle birlikte kent susuz ve elektriksiz kaldı. İzmir radyosu da yayınına ara verdi. Belediye otobüsleri, vapurlar ve banliyö trenleri durduğundan, kent-içi ulaştırma dolmuş ve özel araçlarla sağlandı. TCDD’nin vagon ve lokomotifleri hangarlardan çıkarılmadı. THY’nin İzmir-İstanbul ve İzmir-Ankara seferleri de iptal edildi. Hastanelere acil olaylar dışında hasta alınmadı. Ancak hastalara yemek çıktı ve bakımları yapıldı. Doktorlara ise yemek çıkarılmadı. Büyük Efes Oteli’nde çalışanlar da 8 saatlik işbırakımına katıldılar. Bu nedenle TİSK Başkan Vekili Refik Baydur’un basın toplantısı bu otelde yapılamadı. Fabrikalarda üretim büyük ölçüde durdu.
Milliyet, gelişmeleri şu şekilde özetliyordu:
“İzmir’de genel grev yapıldı, olay çıkmadı.
“Elektrikler kesildi, fabrikalar, otobüsler uçaklar ve radyo çalışmadı. DİSK’e bağlı işçiler greve katılmadı. Bornova trafo merkezinde 3 kişi mahkemeye verildi, sonra serbest bırakıldı. (…)
“DİSK’e bağlı olan fabrika ve ağır endüstri kolları, Türk-İş’in yaptığı bu genel grevi desteklememişlerdir. İzmir’de 1604 işçinin çalıştığı MATAŞ Metalurji fabrikasında grev yapılmamıştır. Fabrikadaki işçiler yalnız elektriğin kesilmesi dolayısıyla iş ağırlığını başka tarafa kaydırmışlardır. (…)
“Şehir cereyanının kesilmesiyle İzmir susuz ve elektriksiz kalmış, İzmir radyosu da yayınına ara vermek zorunda kalmıştır. Vatandaşlar ulaşım ihtiyaçlarını genel olarak dolmuş ve özel araçlarla sağlamışlardır. Direniş nedeniyle THY’nin saat 8:35 ve 11:30’daki İzmir-İstanbul ve 8:30’daki İzmir-Ankara seferleri iptal edilmiştir.
“İzmir Valisi Orhan Erbuğ, uyarı direnişinin yasadışı olduğu gerekçesiyle adlî mercilere başvurulması halinde, gerekli yasal işlemlere gidileceğini bildirmiştir. Direniş sırasında herhangi bir olay görülmediğini belirten Erbuğ, ‘Bu durumun sevindirici olduğunu ve direnişin olaysız sona ermesini dilediğini’ söylemiştir.
“İzmir Valisi, fırınlarda ekmek yapımının aksamadığını, şehrin önemli bir bölümünün elektrik kesintisinden etkilenmediğini ve depolardaki suyun da şehre dağıtılmış olduğunu kaydetmiştir.” (Milliyet, 17.6.1975)
Cumhuriyet’te Hikmet Çetinkaya’nın haberi de başarılı bir eylem tablosu sunuyordu:
“İzmir’de 60 bin işçinin katıldığı genel direniş olaysız geçti.
“Türk-İş tarafından İzmir’de uygulanan ve 600 işyerinde 60 binin üzerinde işçinin katıldığı 8 saatlik ‘Emeğe Saygı’ direnişi, olaysız geçmiştir.
“Sabah saat 06’da Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un şehre elektrik veren şalterleri kaldırması ile başlayan direniş, saat 14.00’de yine Tunç’un şalterleri indirmesiyle sona ermiştir. 8 saat süren direnişi, İzmir’de Türk-İş’e bağlı 24 sendikanın tümü desteklemiştir.
“Direnişe katılan sendikalı işçilerin çalıştığı belediyelerin otobüs ve troleybüslerinin çalışmaması, Denizcilik Bankası’na ait olan körfez vapurlarının da seferlerinin saat 14:00’e dek kaldırılmış olması nedeniyle, tüm işçiler, dolmuşlarla işyerlerine gelmişlerdir. Çalışma saatinin başlamasıyla işlerinin başına geçen işçiler, görevlerinin başında olmalarına karşın çalışmamışlardır.
“Emeğe Saygı direnişi nedeniyle İzmir’de elektrikler kesilmiş, tüm fabrikalar üretimlerini durdurmak zorunda kalmışlardır. Türk-İş’e bağlı olmayan sendikaların işçilerinin çalıştığı ve jeneratörleri olan fabrikalarda ise üretim sürdürülmüştür. Elektriklerin kesilmesi nedeniyle sular da akmamıştır.
“Hastanelere acil olaylar dışında, hasta alınmamıştır. Bu arada hastanelerdeki hastalara yemek çıkmış ve bakımları yapılmıştır. Fakat, doktorlara yemek çıkmamıştır. Büyük Efes Oteli’nde, tüm çalışanlar da 8 saatlik direnişe katılmışlardır. Apartman kapıcıları da saat 14’e dek çalışmayarak Uyarı Direnişini desteklemişlerdir.
“DDY’nda vagon lokomotiflerin hangarlardan çıkarılmaması nedeniyle İzmir’den tren seferleri yapılamamıştır. THY personelinin de direnişe katılmaları nedeniyle İzmir’den İstanbul ve Ankara’ya yapılacak seferler ile bu kentlerden İzmir’de yapılacak uçak seferleri saat 17:00’ye değin ertelenmiştir. İşçilerin, direniş yaptıkları saatlerdeki uçaklar için önceden alınan tüm biletler, daha sonraki seferlerde kullanılmak üzere geçerli sayılmıştır.
“Bu arada, direniş dışı bırakılan itfaiye örgütünde görevliler, herhangi bir olaya karşı hazır beklemişlerdir. Yine direniş dışı bırakılan cenaze kaldırma görevlileri, çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
“Öte yandan, Bornova’nın AP’li Belediye Başkanı Naşit Kılıç, belediye işçilerinin direnişe katılmalarını engellemek için yoğun çabalarda bulunmuştur. Naşit Kılıç, otobüslere bindirdiği toplum polisleri ile Bornova-İzmir arasında gidiş gelişi sağlamıştır. Türk-İş yöneticileri, herhangi bir olay çıkmasını engellemek amacıyla AP’li Belediye Başkanı Kılıç’ın davranışına karşı hiçbir girişimde bulunmamışlardır.” (Cumhuriyet, 17.6.1975)
TİSK Başkan Vekili Refik Baydur düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
“Bugün, İzmir’de uygulanan genel grev, Türk tarihine utanç verecek bir kanunsuzluk hareketi olarak geçecektir. Yasalarımıza göre yapılan bir tayinle Parlamento dokunulmazlığını kazanan bir kimsenin yasalara saygısızlığı ucuz kahramanlık haline getirmesi, tüm şehri ve şehirlileri ışıktan ve sudan mahrum bırakması sorumsuzca bir davranış örneğidir. Hiçbir yasal hakkı olmadan yasaları çiğneyerek devlet otoritesini hiçe sayan, fakat Parlamentoya ve onun mensuplarına yine onun tanıdığı dokunulmazlık hakkından istifade ederek, yeminine, dolayısıyla milletine verdiği söze ihanet eden bir kimse, temsil ettiği kitleye saadet değil, ancak üzüntü ve sıkıntı getirebilir. Böyle bir davranışı yapan Türk-İş Başkanını, yargı organları takip edemiyorsa, milletin kanunlara saygısı kalmayacaktır.” (Cumhuriyet, 17.6.1975)
Halil Tunç da, 16 Temmuz 1975 günü yaptığı açıklamada, “yüzde yüz haklı olduğumuz bu davada sanık sandalyesinde bulunan arkadaşlarımın yanında yer almak istiyorum; dokunulmazlığımın kaldırılması için derhal talepte bulunacağım,” dedi. (Milliyet, 17.7.1975)
TİSK Başkan Vekili Refik Baydur, düzenlediği basın toplantısında, “devlet otoritesini görev yapmaya” çağırdı. Baydur, Vali Orhan Erbuğ ve Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ı sorumsuzluk ve görevlerini yapmamakla suçladı, direniş için yardımcı olduklarını öne sürdü.
Direniş sırasında herhangi bir olay olmadı. Halil Tunç, 600 işyerinde hareketin aynı anda başlayıp aynı anda bittiğini, 70 bin işçinin eyleme katıldığını ileri sürdü.
Türk-İş’e bağlı olmayan işçiler ise çalışmayı sürdürdüler. DİSK’e bağlı işletmelerdeki işçiler çalıştılar. Örneğin, 1604 işçinin çalıştığı MATAŞ Metalurji Fabrikasında işçiler greve katılmadı, ancak elektrik kesintisi nedeniyle çalışma başka alanlara kaydırıldı.
Ege Bölgesi Sanayi Odası eylem sonrasında 16 Haziran 1975 genel greviyle ilgili bir anket düzenledi. Bu anketin sonuçları bir süre sonra yayınlandı. Bu anketin sonuçlarına göre, İzmir’de imalat sanayiinde işveren sendikalarına üye 90 işletmede 24.300 işçi çalışıyordu. İzmir’de imalat sanayiinde çalışan tüm işçilerin sayısı ise 70 bindi. İmalat sanayiindeki 70 bin işçinin 36 bini sendika üyesiydi, 34 bini sendikasızdı. Sendikalı işçilerin 30 bini Türk-İş’e bağlı sendikalara, 4.576’sı DİSK’e bağlı sendikalara ve 1361’i de bağımsız sendikalara üyeydi.
Yalnızca imalat sanayiini kapsayan anketin sonuçlarına göre, 216 şirketin elektriği kesilirken, 17 şirketin elektriği kesilmedi. 4 şirketin elektriği 11:20’de geldi. 233 şirketin 203’ünde üretim durdu, ancak bakım ve temizlik işleri yapıldı. 30 şirkette ise hiç çalışma yapılmadı. İzmir’de imalat sanayiinde çalışan 70 bin işçinin 15.907’si genel greve tam olarak katıldı. 54.093 işçi ise bakım ve temizlik işleri yaptı. Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın tahminine göre, “İzmir’de Türk-İş’e bağlı işçilerin % 49’u greve katılmadı.” Anket sonuçlarına göre, genel grevden kaynaklanan üretim kaybı 17,5 milyon lira oldu. Üretim yapılmamasına karşın 5,7 milyon lira ücret ödendi. Bu nedenle, sanayiciler, bölgesel genel grev nedeniyle toplam kayıplarının 23,1 milyon lira olduğu ileri sürdüler. (Bu anketin sonuçlarına ilişkin 4 sayfalık rapor, Türk-İş’in 19.12.1975 gün ve 75/5788-29 sayılı genelgesi ekinde dağıtıldı)
TİSK Genel Başkanı Halit Narin, genel grevi Patrona Halil isyanına benzetti ve İzmir Valisinin görevden alınmasını, Halil Tunç’un dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. (Milliyet ve Cumhuriyet, 20.6.1975)
Adana Sanayi Odası ve Türkiye Sanayi Odaları Başkanlık divanı Başkanı Sakıp Sabancı da, Halil Tunç’u kanundışı genel grev yapmakla ve işçileri buna zorlamakla suçladı. (Son Havadis, 22.6.1975)
Halil Tunç, 26 Haziran 1975 günü Türk-İş Yönetim Kurulu toplantısını açarken yaptığı konuşmada bu eylemi şöyle değerlendirdi:
“Türk İşçi Hareketi, İzmir’de uyguladığı eylem biçimi ile yakmamış, yıkmamış, devlet kuvvetlerine karşı işçileri kışkırtmamış, yasa sınırları içinde kalmış ve bazı gerçeklerin çıkarcı, egemen çevrelerin gözleri önüne serilmesinde yardımcı olmuş. Elektrik kesilmesi nedeniyle yapılan suçlamalar düzeyde kalmağa mahkumdur. İzmir’de sekiz saat süre ile hayatın durması sadece elektrikle olmamıştır. Otobüsler, trenler, vapurlar ve diğer hizmet işlemleri hep elektrikle mi yapılır? İşverenleri şaşkına çeviren ve çileden çıkaran gerçek de budur. Tam bir dayanışma ve disiplin şuuru içinde hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması için yapılan bir takım girişimlere en etkili cevabı veren İzmirli işçi kardeşlerime, sendikacılara ve İzmir halkına huzurlarınızda bir kez daha minnet ve şükranlarımı arz etmek istiyorum.” (Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un 26.6.1975 Günlü Yönetim Kurulunu Açış Konuşması, Ankara, 1975, s. 3)
Genel grevden sonra, İzmir Valisi, işverenlerin talebi üzerine, görevinden alındı. İzmir Emniyet Müdürü de, gelen baskılara dayanamayarak, görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Türk-İş’in İzmir Genel Grevi’nin etkisine ilişkin belki en gerçekçi değerlendirme, İzmir’de yayımlanan Demokrat İzmir Gazetesi’nde yapıldı:
“Türk-İş’in Eyleminde En Büyük Başarı Elektriğin.
“Geçtiğimiz haftanın şüphesiz en önemli olayı Türk-İş’in İzmir’de ilk kez uyguladığı ‘Uyarı Eylemi’ oldu.
“600 işyerinde 60 binin üzerinde işçinin katıldığı eylemin başarısı hâlâ tartışma konusu yapılıyor. Türk-İş’e göre, ‘işçilerin yüzde 99’u eyleme katıldı.’ İşverenlere göre ise ‘katılanların oranı yüzde 10’dan fazla değil.’
“Şüphesiz ülkemizde ilk kez uygulanan bu direniş şekli, özellikle işverenlerin sinirliliği ve Türk-İş’e yönelttiği ağır beyanatlarla kim ne derse desin amacına ulaşmış durumda. Zira eylemin adı zaten baştan konulmuş ve ‘Uyarı’ denilmişti. En başta da işverenleri uyardıkları, ardarda sıraladıkları beyanlardan anlaşıldı.
“Yalnız, eylemde kimin başarılı olduğu meselesi tartışma götürür gibi gözüküyor. Türk-İş yöneticilerinin ‘işçinin büyük kısmı eyleme katıldı’ sözlerine karşın İzmir’de, sendikalı işçilerine toplu sözleşmelerle büyük haklar sağlayan fabrikalarda işçi, sadece elektriklerin kesilmesinden ötürü oturdu. Hatta tanınmış bir çok firmada, işçilerin daha iş başı saatlerinde hukukçularla tehdit edildikleri, zabıtlar tutulduğu da görüldü. Objektif bir gözle, Türk-İş eylemine katılanların oranı belki de yüzde 50’yi ancak aşabildi. Bu da elektriğin kesilmesinden ötürü oldu ki, kısaca eylemde elektrik başarılıydı.
“Eylemin bir başka tatsız tarafı ise işverenlerin İzmir Valisi Orhan Erbuğ’a yüklenmesi oldu. Erbuğ’un suçu esen rüzgara göre değil, yasalara göre davranmasıydı ve işverenlerin tüm baskısına rağmen tarafsızlığını muhafaza etmesiydi. Tabii, tarafsızlığın karşılığını da biraz pahalıya ödedi Erbuğ. Bu arada İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak’ın işverenler değil ama işçilerden ‘olumlu’ not aldığını eklemek gerekiyor. Zira eylemin en etkin olduğu işyeri İzmir belediyesiydi ve işveren Alyanak belki de şimdiye kadar en çok beğendiği eylemi yürekten destekledi.” (Demokrat İzmir, 23.6.1975)
Bu konu Millet Meclisi’nde de gündeme geldi. CHP milletvekili Süleyman Genç 19 Haziran 1975 günlü konuşmasında genel grevi savundu:
“Türk-İş’in 16 Haziran günü çeşitli hükümetlerin programlarında yer alan, fakat gerçekleşemeyen işçi sınıfımızın çeşitli sorunlarını kamuoyuna anlatma, Hükümeti ve Parlamentoyu uyarma niteliği taşıyan bölgesel genel grev deneyimi İzmir’de başarılı bir biçimde yaptırtmıştır.
“70 bin işçinin kendi sınıf bilincine yaraşır olgunlukta son derece başarılı bir şekilde sürdürülen genel grev, Başbakan, Çalışma Bakanı, işveren örgütleri ve işverenin kışkırtıcı tehditlerine rağmen, en küçük bir olay olmadan sonuçlanmıştır. Eylem başlamadan önce Başbakan, ‘Bu grev kanunlara uygun değildir; kanunlara uymayan hareketi yapmak her zaman mümkündür,’ diyerek karşı koymuştur. (…)
“8 saatlik İzmir Genel Grevinin ihtilâl provası olarak nitelendirilmesi sanıyorum ki, bugüne kadar, gerek Anayasa zabıtlarını okumamaktan, gerekse Anayasaya konulan grev hakkını tam olarak içine sindirememekten ve gerekse bugüne kadar çıkarılmış olan İş Kanunu’nun ilgili maddelerini ciddi şekilde tetkik etmemekten ileri gelmektedir. Yoksa böylesine ciddi, böylesine önemli, böylesine masum ve böylesine olgunluk içinde sürdürülen bir genel direnişe ‘kanunsuz’ demek en azından işçi sınıfımızın içinde bulunduğu olgunluğu ve içinde bulunduğu bu sağlam yapıyı bozucu nitelik taşıdığını da açıkça görmüş bulunmaktayız.
“Türkiye işçi sınıfı, genel grev hakkını kullanmazsa, bugüne kadar kullanmamışsa, bu hak yok demek değildir. Türkiye işçi sınıfı, bu hakkı bugüne kadar, ihtiyaç görmediği için, ihtiyaç duymadığı için kullanmamıştır. Çünkü Türkiye’deki yasalarda genel grevle ilgili en küçük kısıtlayıcı, en küçük engelleyici bir hüküm söz konusu değildir. (…)
“İşverenlerin ağzıyla, onlara bakarak, onların çıkarlarını savunarak, genel grevi, işçi sınıfının en yüce değerde olan mücadele aracını kanunsuz ilan etmek, sanıyorum ki, demokrasiye de, Batılı olmakla öğündüğümüz, Batılı olarak görünmek istediğimiz, Batılı demokrasilere de son derece ters düşen bir işleyiştir.”
Süleyman Genç’in bu konuşmasına Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu yanıt vererek şunları söyledi: “Kanunlarımızda genel grev olmadığı halde, genel grevin başarı ile yürütülmesini bir parlamenterin söylemesi, kanunsuzluğu teşvik etmekten başka bir anlam taşımaması iktiza etmektedir. Kaldı ki, enerji iş kolunda genel grev yapılması da yasaktır, özel grevin yapılması da yasaktır.” (Millet Meclisi Tutanakları, B.91, 19.6.1975, s.95-96, 97)
TİSK Başkanı Halit Narin, Türk-İş’in eylemini Patrona Halil İsyanı’na benzetti ve “uğranılan maddi ve manevi zararlar dolayısıyla sorumlular aleyhine dava açılacağını söyledi.” Halit Narin, “Valinin derhal görevden alınıp hakkında soruşturma açılmasını, Halil Tunç’un da dokunulmazlığının kaldırılmasını” istedi. Halit Narin şunları söyledi:
“Her şeyden önce, İzmir’de uygulanan genel grev ile kamuoyu, birden fazla suçun aynı anda işlendiğini bilmelidir. Bu genel grev Türkiye’deki grev hakkının değişik bir uygulaması değildir ve tamamıyla hukuka aykırı, Anayasamızın menettiği bir harekettir. Bu davranış ayrıca kamu düzeni bakımından grev hukukunun cezalandırdığı bir suçtur ve cezası hapistir.
“Çatısı altında suç işleyeni himaye etmeyeceğine inandığımız Parlamentoya büyük görev düşmektedir. Türk-İş Başkanının sığındığı dokunulmazlık kaldırılmalı ve adalet önünde işlediği suçun hesabını verecek duruma getirilmelidir. Bu görev Parlamentoya duyulan saygının muhafazası için de şarttır. Aksi takdirde Türkiye çok yakın gelecekte anarşinin kol gezdiği ve haklının güçlü değil, zorbaların haklı olduğu bir ülke haline gelecektir.
“Türk-İş bu genel grevi İzmir Valisi’nin ihmali ve Belediye Reisi’nin desteği ile gerçekleştirebilmiştir. Mahalli yöneticilerin yapılacağı önceden ilan edilen böyle bir kanunsuz genel grev karşısında en küçük bir önleyici tedbir almamaları, görevi kötüye kullanmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir davranış örneği veren İzmir Valisi’nin ve diğer devlet sorumlularının bu görevden derhal alınarak hakkında takibat yapılmasını hükümetten beklemekteyiz. İzmir Belediye Başkanı’nın ise, kamu düzeni ve kamu yararını unutarak, kendi siyasi inanışları yönünde bütün İzmirlilerin elektrik, su, ulaştırma gibi hizmetlerden mahrum bırakılmasına göz yumabilmesi, onu kamu vicdanında mahkum etmeye yeterlidir.
“Gerekli tedbirleri almak ve kanun gücünün üstünlüğünü göstermek, hükümetlerin ilk ve en başta gelen görevidir. Aksini düşünmek, Türk-İş Başkanının devletin de üstünde bulunduğu ve bu ülkede söz sahibi tek insan olduğunu kabul etmektir.
“Demokrasiye bağlılığını her vesile ile ifade eden asil işçilerimiz bu hareketi desteklemediklerini davranışlarıyla ispat etmişlerdir. Genel greve katılan işyeri ve işçiler yüzde beş civarındadır. Türk işçi ve işvereninin bu zorbalık karşısında gösterdiği sağduyu gelecekteki güvenimiz olmuştur.” (Milliyet, 20.6.1975)
Adana Sanayi Odası ve Türkiye Sanayi Odaları Başkanlık Divanı Başkanı Sakıp Sabancı, 21 Haziran 1975 günü aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“İzmir’de meydana getirilen kanunsuz genel grev hareketi, üzerinde önemli bir şekilde durulması icap eden bir olaydır.
Türk-İş Genel Başkanı sık sık tekrarlanan beyanlarında ve mitinglerde Anayasa ve kanun dışı davranışları körükleyici sözleri ile ülkedeki iç barışı bozan faaliyetlerini uzun zamandan beri sürdürmektedir. Bunun en son ve aşırı örneğini İzmir’deki kanunsuz genel grev hareketi ile vermiştir. Biz sanayiciler daima iç barıştan yana olmuşuzdur. Memleketimizin daha müreffeh hale gelmesi için iç barışın şart olduğuna inanıyoruz.
“İzmir’de kanundışı genel greve gitmeye işçilerimizi zorlayan Türk-İş Genel Başkanı, sendika rekabetini kızıştırarak toplumun zararına iç barışı bir kere daha bozmak istemiştir. Bu, Anayasa dışıdır. Ve hükümet başkanının da belirttiği gibi, kanunlarımıza göre suçtur.
“Halil Tunç Genel Grev hareketini başarıya ulaştırmak için şehrin elektrik ana şalterini bizzat eliyle keserek işçilerimizi zorla ve mecburen çalışmaz hale getirmiştir. Memnuniyetle görülmüştür ki, memleket sever ve milliyetçi işçilerimizin büyük kısmı işyerlerine giderek elektrikle işleyen kısımlar dışında başka işler görmüşlerdir. Türk işçisi sendikalar arası rekabetin en çok kendilerine zarar vereceğini artık anlamıştır. Ve Halil Tunç gibi düşünmemektedir.” (Son Havadis,22.6.1975)
Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, İzmir genel grevini, Türk-İş’in 1-2 Kasım 1975 günleri düzenlediği İzmir Bölge Kurultayı’nda yaptığı konuşmada şu şekilde değerlendirdi:
“İzmir işçisi bir süre önce hâlâ yankılarını sürdüren haysiyetli, olgun direnişi de İzmir’de gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan İzmir işçileri ne kadar övünse yeri vardır. İzmir’de bulunmanın, birçok tarihi yeri yanında, işçi hareketleri bakımından da yerinin unutulmayacağını sanırım. İnşallah, bu kurultayda, İzmir’de, işçi hareketi bakımından unutulmayacak kurultaylardan bir tanesi olur. Muhterem arkadaşlarım, İzmir’de bir süre önce büyük bir olgunlukla başardığımız direnişten söz etmiştim. İnanın ki direnişin yankıları hâlâ sürmektedir. İzmir işçisi Türk işçi hareketinin özgürlüğe, işçi haklarına saygıya, toplumun meselelerine bakışı açısından büyük bir imtihan verdi, bizlerin yüzünü ağarttı. Bu bakımdan Türk işçilerinin, İzmir işçilerine ayrı bir şükran ve teşekkür borcu var. Bunu da burada ifade etmekten ayrıca mutluluk duyuyorum.” (Türk-İş, Sonbahar Bölge Kurultayları, Adana, İzmir, İstanbul, Türk-İş Yay.No.89, Ankara, 1976, s.90)
Türk-İş’in 12-18 Nisan 1976 günleri toplanan 10. Genel Kurulu’nda Tes-İş Soma Başkanı Orhan Saldıran 16 Haziran 1975 genel grevini şu şekilde değerlendirdi:
“Malûmunuz üzere, 16 Haziran 1975 Pazartesi günü sabah saat 6:00’da direniş gerçekleştirilmiş, 8 saat İzmir’de hayat durmuş, elektrikler kesilmiş, sular akmamış, Türk işçisinin gücü bir kere daha belgelenmiştir. Bu direnişte Bornova Trafo Dağıtım Merkezindeki işçi arkadaşlarımızın ne kadar etkin olduğunu, burada anlatmaya gerek görmüyorum. Çünkü o günü yaşayanlar, bunu çok iyi bilmektedir ve bunları hepiniz kanımca dinlediniz. Yalnız, başkanı bulunduğum Ege Bölgesi Enerji Üretim ve İletim Tesislerinde çalışan işçilerin oluşturduğu Soma Tes-İş Sendikasının bu direnişten, 11 Haziran 1975 günü yapılan toplantıdan, maalesef haberi dahi olmamıştır. Bu, direnişin esas ağırlığını teşkil edecek enerji kesme sorununu kiminle halledeceklerini, nasıl yapacaklarını planlamadan direniş kararlaştırılmış ve son anda Federasyonumun değerli yöneticileri tarafından durum bana iletilmiştir.
“Elbette ki, bir alt kuruluş olarak üst kuruluşlarımızın kararlarına saygılıyız, ama bizim de hazırlanmak, üyelerimizi de hazırlamak için zamana ihtiyacımız vardı. Bunu söylediğimiz zaman, Federasyon Yöneticilerimiz, ‘bu artık son dakikalara yaklaşmıştır. Gerçekleşmek mecburiyetindedir. Ya Türk-İş’te varız ya yokuz. Eğer varsak şalteller atılacak, yoksa zaten bizim söyleyecek bir şeyimiz yok’ cevabını aldım, Federasyon Yöneticilerinden.
“Büyük bir talih olmuştur benim için, gurur meselesi olmuştur. Bornova’da çalışan 60 kişilik üyelerimle konuyu görüştüğümde, ‘biz hazırız. Her şey Türk işçisi ve Türk-İş için olduktan sonra, biz her riski göze almaya hazırız’ beyanlarında bulundular. Neticede, sabah saat 6:00’da Bornova Trafo Merkezinde en az 100 megawatlık, saatte 100 bin kilowat saatlik enerji üretimi durduruldu. Şalterler atıldı, saat 8:30 sıralarında Bornova Savcılığının görevlendirdiği bir komiser, 5 polis işyerinde tahkikat yapıyorlar. ‘Ne yaptınız? Grev yapıyorsunuz.’ Biz Anayasanın özünde olan direnme hakkımızı kullanıyoruz, direnişteyiz, grev yapmıyoruz. Tabloda görevli arkadaşıma sorulan ‘direnişte misiniz?’ sualine, emekliliğini hak etmek üzere olan, işini kaybettiği zaman birçok mağduriyete uğrayacak olan işçi arkadaşımın verdiği cevap, ‘bittabi direnişteyim.’ Aynen ifade bu beyler. ‘Bittabi direnişteyim, bilerek direnişteyim.’
“Direniş sonrası ne oldu: Direniş sonrası, evvelâ sermaye çevreleri, olayın kansız bir şekilde bitirilmesinde büyük gayret gösteren örnek yönetici İzmir Valisi Sayın Orhan Erbuğ’a yaylım ateşi açmış işverenler. Bu yaylım ateşi sonunda İzmir enerji işçisinin gönlünde sessiz alkışları toplayan sayın Erbuğ kızağa çekiliyordu, tabiri caizse, merkeze alınıyordu. Ama İzmir işçisi, onu hiçbir zaman unutmayacaktır. Sayın Erbuğ örnek yöneticiliği ile İzmir işçisinin kalbinde yaşayacaktır her zaman. Akabinde işverenler yürüyorlar baylar. Her zaman mazlumların yürüdüğü ülkemizde, galipler yürüyordu. Sermaye yürüyordu. Bizi protesto etmek için yürüyordu. Atatürk anıtına çelenk koyarak yürüyorlardı. Bu da direnişin başarı derecesinin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Sermayenin ilk defa yürüdüğü İzmir direnişinin büyüklüğü, burada kanıtlanmıştır. Tabii bunun sonucu olarak hakkımızda savcılık tahkikatı başladı. Aynı gün Bornova Savcılığının tevkif talebi ile yargılandık. Akabinde İzmir Askeri Ceza Mahkemesi de, işçiyi greve teşvikten hakkımızda tahkikat açtı. Bornova’da eylemi geliştirmekten tut da, İzmir’de işçiyi greve teşvikten yargılanıyoruz. (…)
“Burada yalnız bir tek üzüntümü belirtmeden geçmeyeceğim: Yanımızda, bu olaylar sonrası maalesef ve maalesef ne Türk-İş’i, ne Türk-İş’in bağlı kuruluşlarını göremedik arkadaşlarım. Ama bunu Yönetim Kurulu üyelerine söylemek isterdim. Ne yazık ki, sandalyeleri boş. Maalesef sandalyeleri boş. Bunu onlar organize edecektir. Ama her zaman hatırasını hürmetle yad edeceğim merhum Seyfettin Erkol, Türkiye Çimse-İş Genel Başkanı. O her zaman yanımızda oldu, her zaman yanımızdaydı. Ama tanrı da onu bize çok gördü.” (Türk-İş, 10. Genel Kurul Çalışmaları, 12-18 Nisan 1976, Türk-İş Yay.No.109, Ankara, 1976;196-197)
Genel Kurulda Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un konuşmasında da 16 Haziran 1975 İzmir genel grevi ele alındı:
“Arkadaşlar, o güne kadar bilinçli olarak, bile bile sık sık genel grevden bahsettim. Amacım şu idi; genel grev konusunda işçi evvelâ bilinçlensin, nedir bu genel grev? Evvela onu öğrensin, öğrendikten sonra, onu benimsedikten sonra genel grev uygulamak riskini almak suretiyle mümkün. Evvela genel grevin şu olduğunu söylemeye mecburduk. Ey işçi arkadaş, çağımızda senin gücün güçlerin en yücesidir. Örneğin, bir genel grev şu neticeleri verir, diyebilmeliydik. Bir genel grev düşünün, ülkede sular akmıyor, elektrikler yanmıyor, uçak çalışmıyor, tren işlemiyor, otobüs işlemiyor, ekmek çıkmıyor, gazete çıkmıyor, hayat yaşanmaz hale gelmiş, hayat durmuş. İşçi genel grevi bu cepheleriyle öğrendiği gün kendine olan güven duygusu artacaktır. Kendisine olan saygınlığı artacaktır ve bu genel grevle ne önemli sorunların üstesinden gelebilecek olduğu kanaati uyanacaktır. İşte genel grevi sık sık bunun için söyledik ve İzmir’de bir direniş yaptık. Uygulamaya geçtik. Arkadaşlarım, kolay değil bu denli söylememize rağmen, bu denli söylememize rağmen, bu denli senelerdir bilinçlenmemize rağmen, bu uygulamada sıkıntılarımız olmuştur. İzmir’e gittiğim gün nerede ise ümitlerimi yitiriyordum. Yaptığım toplantılarda bende parlak bir uygulama yapamayacağım izlenimi uyanmıştı. Artık bir yola girmiştik. Halil Tunç’un sendikacılık hayatı belki sona erecekti. Bu büyük riski arkadaşlarımla birlikte seve seve aldım. Dedim ki, ‘işçiye gideceğim; toplayın her işyerindeki sendika temsilcilerini, onlarla konuşacağım. Ümitsizliğe gerek yok.’ Topladım, gördüm ki senelerdir genel grev sözü işçimizin kafasında yer etmiş, iz bırakmış. İzmir direnişinin gerekçelerini anlatmağa kalktığımda, şayanı şükrandır, gururlandım, duygulandım. Her gittiğim toplantıda söz alan işçiler, ‘sayın genel başkan, neden bu gerekçeleri açıklıyorsun, bize güvenin mi yok? Sen Türk-İş’in genel başkanısın, emir vereceksin, biz yapacağız. Bize gerekçe hazırlamağa, anlatmaya gerek yok. Bunu biz bize olan güvensizliğin şeklinde yorumluyoruz,’ dediler. Gururlandım, duygulandım ve bildiğiniz gibi İzmir direnişi Türkiye ‘de siyasi partiler dahil hiçbir gücün yapamayacağı şekilde büyük bir olgunluk içinde, tam başarıyla sonuçlandı. Gururlandım. Hâlâ işverenlerin içinde sızıdır. Zaman zaman bu başarıya gölge düşürebilmek için demeçler verirler. ‘Eğer Halil Tunç şalteri çekmeseydi, işçi çalışacaktı. Ne yaptı, ne etti elektrik gelmedi, onun için işçi çalışmadı. Bu Türk-İş’in başarısı değil,’ dediler. Soruyorum size vapur elektrikle mi çalışıyordu, uçak elektrikle mi çalışıyordu, tren elektrikle mi çalışıyordu, otobüs elektrikle mi çalışıyordu, otel elektrikle mi çalışıyordu? Arkadaşlarım, hayat durmuştu ve yine en övünülecek tarafı, en gurur duyulacak tarafı o günün ortamı içinde eğer Alsancak’tan 100 metre ileriye 100 kişilik bir yürüyüş yapılsaydı 100 olay çıkardı, ya da Ulus’tan Kızılay’a 100 kişi yürüseydi 100 olay çıkardı. 80 bin kişi işi bıraktı, tek bir olay çıkmadı. Bu, Türk işçisinin kendine olan güven duygusuydu, bu Türk işçisinin haklarını almada kararlılığının bir simgesiydi. Arkadaşlarım, her şey planlandığı gibi sonuçlandı. Sendikacılık hayatımın en mutlu günlerini İzmir’de yaşadım. Sendikacılık hayatımın en mutlu günlerini İzmir’de yaşadığım gibi, İzmir’den Ankara’ya başım dik döndüm. Şöyleydi; saat 6’da başlayacaktı, saat 6 oldu, saniyesinde beyler, saniyesinde elektrikler kesildi. Ne bir dakika var, ne bir dakika geçiyor. Sular kesildi, havagazı yanmadı, otobüs çalışmadı, tren durdu, hayat İzmir’de durdu. Saat 02.00 büyük bir gurur içinde, gurur Allaha mahsus fakat insanların tabiatında var, insanlar gururlanıyor, duygulanıyor. Bölge temsilciliğinde gazetecileri topladım, basın toplantısı yapacağım. Saatimi çıkardım koydum. Herkes 2’de biliyor, gerçekten tam saat 2 oldu, elektrikler yandı. Bu kadar inançlı, bu kadar sistemli, bu kadar dayanışma içinde geçen bir işçi hareketi Türkiye’de ilk defa idi. Huzurunuzda İzmir direnişinde emeği geçen, başta İzmirli yöneticiler, özellikle enerji işkoluna, genel kurulun saygılarını, hürmetlerini sunarım. Arkadaşlarım, neden sözü direnişe getirdim. Sebepleri var. İşte sendikacılık hareketi politikaya ağırlık koymada, yalnız bir siyasi partiye oy vermek şeklinde değil, Türkiye’nin her politik olgusunda kendisine has metotlarıyla, eylemleriyle politikaya gerçekten ağırlığını koymasının gerektiğini söylüyorum.” (Türk-İş,1976;720-721)
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 İzmir Genel Grevi, eylemin üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, Türk-İş’in 21-25 Aralık 1983 günleri Ankara’da toplanan 13. Genel Kurulu’nda da gündeme geldi.
Türk-İş’in eski genel başkanı Halil Tunç, genel kurulda yaptığı konuşmada İzmir genel grevine değindi:
“Arkadaşlarım, sırası gelmişken bu hususa aydınlık getireyim. İzmir’de şalteri çektik; ama, nasıl bir ortam vardı, anlatayım size. 80 bin işçi işi bıraktı, o günlerde Ulus’tan Yenişehir’e 80 kişi yürüseydi, 80 tane olay olurdu. Böyle bir ortam vardı; ama 80 bin kişinin işi bıraktığı bir İzmir’de -İzmirliler bilir- tek bir zabıta olayı olmadı. Vurmadık, kırmadık, yakmadık, yıkmadık, tahriklere de aldırış etmedik, alet olmadık. Çünkü Türk-İş’in tavrında, Türk-İş’in felsefesinde yıkmak, yakmak, yok. Aksine yıkma yerine yapmayı, kavga yerine barışı, yukarıyı aşağıya çekmeyi değil, aşağıyı yukarıya çıkarma gayreti Türk-İş’te egemen olan bir görüş. O zaman işverenlerimiz Ege havalisinde saldırı lokavtlarına girişmişti. Yüzbinlerce işçiyi sokağa atmışlardı. Lokavtlar da haksızdı. Meramımızı anlatamadık. İlgililerin dikkatini bir türlü çekemedik. Sayın Başkan hatırlar, İzmir’de Başkanı olduğu sendika bir miting yaptı. Binlerce işçi bu olayı protesto ediyor. Salihli, Turgutlu hattında bütün kiremit fabrikaları lokavt ilan etmiş, işçiyi dışarı atmış. İzmir ve yöresinde bütün fabrikalar lokavt ilan etmiş, genç kızlarımızı, kadınlarımızı sokağa atmış.
“Arkadaşlar, Sayın Yılmaz ile beraberdik o mitingde. Sözde arkadaşlarımızı teskin edeceğiz, onlara güven vereceğiz, onlara cesaret vereceğiz, onları yüreklendireceğiz. Miting ana baba günü. Bir çocuk konuştu 9 yaşında. Çocuk bir ara konuşurken ağladı, konuşmasını tamamlayamadı, indi. Bir genç kızımız çıktı. 18 yaşında. Daha başlangıçta ellerini kaldırdı topluluğa ‘ey arkadaşlar bu eller bir genç kız eline benziyor mu’ dedi. Benzemiyordu. O öpülesi eller benzemiyordu. Çünkü nasır bağlamıştı, şakır şakır yarılmıştı. O eller, öpülmeye layık eller bir genç kız eline benzemiyordu. ‘İşte ben bu ellerle işverenlerin hanımlarının çıplak ayakla gezdikleri ipek halıları ben dokuyorum’ dedi, saydı saydı; ‘ama ben bugün sokaktayım, evime akşam bir lokma ekmek götüremeyecek durumdayız,’ dedi. Sayın Yılmaz da, ben de donduk kaldık, artık söylenecek bir şey yoktu. Biz kalkıp, ne kadar taş yürekli olursa olsun, o ortamı anlatamam, yaşamayan bilemez, bir sorumlu lider olarak artık yapılacak başka bir iş kalmadığını, ilgililerin dikkatini çekmek suretiyle, çekmek için kavgasız, gürültüsüz, vurmadan, kırmadan, yıkmadan, bir direniş, tamamen yasal olduğuna inandığımız, işi durdurma durumuyla karşı karşıya kaldık. Elbette Türk-İş’in sorumluluğunu taşıyan bir kişi olarak şalteri indirdim.
“Arkadaşlarım, eğer bugün aynı ortam olsa, işveren binlerce işçiyi haksız olarak sokağa atsa, ben de sorumlu kişi olsam, bugün de o şalteri indiririm. Hiç kuşkunuz olmasın. Ve bundan utanmam da. Ne münasebet, hakkım bir işçi liderinin yapması lazım gelen iştir.” (Türk-İş, Genel Kurul Tutanağı, 13. Genel Kurul, 21-25 Aralık 1983, Ankara, Türk-İş Yay., Ankara, 1984;35-36)
Tes-İş Genel Sekreteri Faruk Barut da genel kurulda yaptığı konuşmada, 16 Haziran 1975 genel grevine katılanların yargılanması sürecinde diğer örgütlerin duyarsızlığına sitem etti:
“1975 tarihinde yapılan İzmir direniş hareketinde enerji işçilerinin dışında, onların yöneticilerinin dışında hüküm giyen, mahkeme kapılarında sürünen ve halen o acılı günlerin ağırlığı altında ezilen hiçbir arkadaşımız var mıdır? Ama bir gün olsun hiç kimsenin hatırına mahkeme kapılarında sürünen yüzlerce enerji işçisi acaba ne yapıyor, sormak aklına gelmedi. Birinci gün muhterem arkadaşlarım 50’ye yakın avukatla açılan celse, ilerdeki duruşmalarda avukatsız ve sahipsiz kalmıştır. Tes-İş üyeleri ve yöneticisi de hüküm giyerek bu direnişin altın madalyasını taşımaktadır. Ve bugün ona sahip çıkmayanlar, enerji işçisine sahip çıkmayanlar bilsinler ki, Türk-İş kademesi ne zaman görev verirse versin, enerji işçileri aynı heyecanla bu göreve talip olacaklardır.” (Türk-İş,1984;.214)
Genel grev nedeniyle basına yansıyan yaygın bir işten çıkarma olmadı.
16 Haziran 1975 eyleminden sonra İzmir Altındağ Belediyesi’nin Adalet Partili başkanı, eyleme katıldıkları gerekçesiyle Tes-İş Federasyonu’na bağlı sendikanın üyesi 9 işçiyi işten çıkardı. Çimse-İş Sendikası, bu işçiler iş bulana kadar son işlerinde aldıkları ücreti kendilerine ödeyeceğini açıkladı. İşçilerin ilk ücreti de Halil Tunç tarafından verildi. (Cumhuriyet, 17.7.1975)
Ayrıca, Atilla Özsever’in Politika Gazetesi’ndeki haberine göre, Tes-İş Federasyonu Genel Başkanı Orhan Erçelik’in işten çıkarılan işçilerle ilgili ifadesi de şöyledir: “DGM konusunda direniş yapmamız öneriliyor. Biz, İzmir’deki direniş sonucu işten atılan 9 işçiye sahip çıkamadık. Şimdi böyle bir direniş sonucu işten atılan işçilerimize nasıl sahip çıkarız.” (Politika,13.10.1976)
Aziz Çelik, “ABD Diplomatik Yazışmalarında Türkiye Sendikal Hareketi (1973-1976) başlıklı çalışmasında (Çalışma ve Toplum, 2012/2), ABD’nin 16 Haziran 1975 günlü eylemine ilişkin gözlemlerini şu şekilde aktarmaktadır:
“Türk-İş’in Genel Grevi, İzmir (16 Haziran 1975) Türk-İş’in İzmir genel grevi diplomatik yazışmalara birkaç kez konu oldu. Bazılarında ayrıntılı bilgilere yer verildi. Türk-İş, Ege bölgesinde özelikle tekstil, toprak, taş, seramik sektörlerindeki işverenlerin sendikalara yönelik sert tutumlarını ve işten çıkarmaları protesto etmek amacıyla 16 Haziran 1975 günü saat 06.00 ile 14.00 arasında genel grev çağrısı yaptı. Konsolosluk Türk-İş açıklamasına atfen, 4300 işçinin işten çıkartıldığını belirtmektedir. Konsolosluk, genel grev kararının konuşulduğu Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısında, kararın sadece söz konusu sorunlarla sınırlanmasının genel grevin başarısını gölgeleyeceği eleştirilerinin dile getirildiği vurgulamaktadır. Bazı sendikacıların genel grevin hedefleri arasında kıdem tazminatı, emekli aylıkları ve memurların grev hakları gibi hedeflerin de yer alması gerektiğini söyledikleri aktarılmaktadır. Örneğin Harb-İş Başkanının konsolosluk yetkililerine böylesi sınırlı hedefleri olan bir genel greve Amerikan işyerlerinden katılımın sınırlı olacağını anlattığı bildirilmektedir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, Belge No: 04541).
“Konsolosluk mesajında yer alan yorumda Başbakan Demirel’in Adalet Partisine yakın bazı muhafazakâr sendikacılar ile bazı sosyal demokrat sendika liderlerinin bölgesel genel greve katılım konusunda gönülsüz olduğunu ve greve zayıf katılımın Türk-İş Başkanı Tunç’u mahcup edebileceği belirtilmektedir. Yazıda genel grevin amacı konusunda ilginç bir saptamaya da yer verilmektedir. Tunç’un, Türk-İş’in işverenler ve hükümetle yakın ilişki içinde algılanıyor olmaktan rahatsız olduğunu göstermek ihtiyacı hissettiği belirtilmektedir (Ankara Büyükelçiliğinden ABD Dışişleri Bakanlığı’na, 11 Haziran 1975, Belge No: 04541). Bu ayrıntılar ABD diplomatik misyonunun Türkiye işçi hareketinin iç sorunlarına detaylarıyla vakıf olduğu göstermektedir.
“İzmir ABD Konsolosluğu genel grev sonrası mesajında Türk-İş’in 8 saatlik genel grev çağrısının küçük birkaç olay dışında tamamlandığı grevin saat 06:00 ile 14:00 arasında gerçekleştiği, sadece Türk-İş üyesi sendikaların katıldığı ve DİSK üyesi sendikaların katılmadığı belirtilmektedir. Grevin daha çok belediye hizmetleri üzerinde etkili olduğu vurgulanmaktadır (ABD İzmir Konsolosluğundan Ankara Büyükelçiliğine, 16 Temmuz 1975, Belge No: 00126).“
16 Haziran 1975 İzmir Genel Grevi veya Emeğe Saygı Direnişi, ne yazık ki, Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihinde hak ettiği yeri alamadı, gerektiği gibi incelenmedi ve değerlendirilmedi.
16 HAZİRAN 1975 GENEL GREVİNE İLİŞKİN YARGILAMALAR
1961 Anayasasının 70. maddesine göre, Cumhuriyet Senatosu, genel oyla seçilen 150 üye ile Cumhurbaşkanınca seçilen 15 üyeden kuruluydu. Halil Tunç, Cumhurbaşkanları Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk tarafından senatör olarak atandı ve 3 Temmuz 1972 – 12 Eylül 1980 döneminde görev yaptı. Bu süre içinde de dokunulmazlık hakkından yararlandı.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Refik Baydur, 16 Haziran 1976 tarihinde İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na Halil Tunç hakkında bir şikayet başvurusunda bulundu. Başvuru şu şekildeydi:
“(1) Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu yetkili kurullarının İzmir’de genel bir uyarı direnişi yapacağı ve 8 saat süreyle şehrin elektrik, su ve havagazının kesileceği, diğer kamu hizmetlerinin duracağı Konfederasyon Başkanı Halil Tunç tarafından çeşitli basın ve yayın organları vasıtasıyla açıklanmıştır.
“(2) Açıklanan bu davranış 16 Haziran Pazartesi günü saat 06.00’da elektriklerin kesilmesi suretiyle fiilen başlatılmıştır. Olayın, TRT’nin de açıkladığı gibi, Türk-İş Başkanı Tunç’un şehre verilen cereyanı bizzat kesmesi suretiyle başlatıldığı öğrenilmiştir. Bu husus elektriklerin bütün şehirde ve bütün sanayi kuruluşlarında kesilmesi suretiyle sabit olmuştur.
“(3) Elektrik kesilmesi yanında diğer kamu hizmetlerinin durduğu, şehir otobüslerinin işlemediği, trenlerin çalışmadığı, fabrikaların çalıştırılmadığı görülmüştür. Bu ise çalışma ve çalıştırma hürriyetini kaldıran bir durum olmuştur.
“(4) Yapılan direniş tam anlamıyla kanunsuz olup 275 sayılı kanunun 17. maddesinde tarifi yapılan greve uygun değildir. Tam bir genel grev olan bu davranış kanunlarımıza göre suç teşkil etmektedir.
“275 sayılı kanunun 20. maddesinin 5 inci bendi elektrik, su ve havagazı istihsal ve dağıtım işlerinde grev ve lokavt yasağı getirmiştir. Aynı kanunun 56. maddesi bu yasağa aykırı olarak vuku bulan greve karar verenler, katılanlar ve teşvik edenler hakkında ceza hükmü sevk etmiş bulunmaktadır.
“(5) Kanunun bu açık hükmü ve bu hükme uyan hareket nedeniyle bu uygulamaya karar veren ve uygulayan Türk-İş Yetkili kurullarını, uygulamaya mahal veren Türkiye Elektrik Kurumu yetkililerini, Savcılığınıza şikayet etmek mecburiyetinde kalınmıştır.
“Bu şikayetimiz kanun gücünün üstünlüğüne ve kanuna aykırı davranışların müsamahaya layık olmadığına inandığımızdandır.
“Sonuç: Yukarıda açıklanan suçu işleyenler hakkında kanuni takibat yapılması hususunu arz ve talep ederim. Saygılarımla.” (Refik Baydur’un 2 sayfalık şikayet başvurusu)
Türk-İş’in genel grevinin ve yapılan şikayet başvurularının ardından cumhuriyet savcılıkları harekete geçti.
Üç sendika yöneticisi cumhuriyet savcıları tarafından sorgulandı ve tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi. Ancak mahkeme, kanıt yetersizliği gerekçesiyle, sendika yöneticilerini serbest bıraktı. (Milliyet, 18.6.1975)
İzmir Genel Grevi ile ilgili olarak İzmir’de ve Bornova’da bazı davalar açıldı.
T.C.Bornova C.Savcılığı hazırladığı 19.6.1975 tarihli iddianamesini (Hz.:1975/1155, Esas: 1975/582, İddia:1975/220) Asliye Ceza Hakimliği’ne sundu.
İddianamede 60 kişi, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununa aykırı hareket etmekten suçlanıyordu. İddia şu şekildeydi:
“Bornova Türkiye Elektrik Kurumu müessesesinde teknik işçi olarak çalışmakta olup Tes-İş Sendikasına mensup bulunan yukarıda açık hüviyetleri yazılı 58 sanığın Türk-İş Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu ‘İşçi Arkadaş’ başlıklı ve Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç imzalı bildiriye uyarak 16.6.1975 tarihinde sabah mesaileri saatinden itibaren iş yerlerinde İzmir istikametine ve Bornova’ya cereyan veren şalterleri açmak suretiyle cereyanı kesip, ayrıca her biri çalıştığı bölümlerde herhangi bir iş yapmamak şekli ile iş yerinde faaliyeti topluca durdurdukları ve aksattıkları:
“Tes-İş Federasyonu Genel Sekreteri olan Faruk Barut ile Tes-İş Soma Sendikası Başkanı bulunan sanık Orhan Saldıran’ın dahi işyerinde ve işçilerin başında bulunup direktifler vererek işçileri greve ve devamına teşvik ve greve katılmalarını sağlamış oldukları:
“(1) Dinlenen sanıkların cümlesinin işbu suçu işlemekteki kasıtlarını belirten ve grev yaptıklarına dair açık ikrarları:
“(2) Dinlenen şahitler T.E.K. Müdürü Tuncel Akman ile Müdür Muavini Haldun Büyükderan’ın görgüyü müstenit ifadeleri.
“(3) Türk-İş Genel Başkanlığınca yayınlanan ve yapılan grevin maksadını da tebarüz ettiren ve bildiriden temin edilen bir adedi gibi delillerle anlaşılmış olup:
“Türkiye Elektrik Kurumu dahi elektrik istihsal eden iktisadi devlet teşekkülü müesseselerinden biri olduğu cihetle esasen grev yapılamayacak mahallerden olduğundan,
“Bu sebeplerle duruşmaları icra edilerek sanıkların cümlesinin ayrı ayrı hareketlerine uyan 275 sayılı Kanun 20. maddesi 5. bendi delaletiyle aynı Kanun 56/1 maddesi gereğince tecziye edilmeleri Amme adına iddia olunur.” (C.Savcılığının 3 sayfalık iddianamesi)
Açılan davanın ilk duruşması 16 Eylül 1975 tarihinde yapıldı. Sanıklar hakkında 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezası istendi. (Demokrat İzmir, 17.9.1975)
Sanık vekillerinin mahkemeye sundukları 9.2.1978 tarihli savunmada şöyle deniyordu:
“Olayda bir kısım işçilerin işi bıraktıkları gerçektir. Ancak, işçilerin işyerinde faaliyeti durdurmak veya önemli ölçüde aksatmak amacıyla aralarında her hangi bir anlaşma olmamıştır. Keza, ne müvekkillerimizin üyesi bulunduğu Tes-İş Sendikası, ne de üst kuruluş olan Tes-İş Federasyonu ve ne de Türk-İş Konfederasyonu tarafından bu hususta verilmiş bir karar da yoktur. Türk-İş Başkanı Halil Tunç’un işçileri belirli nedenlerle direnişe davet eden kişisel bir bildirisi vardır. Bu kişisel çağrı, Türk-İş tüzel kişiliğinin kararı değildir. Medeni Kanun hükümlerine göre, tüzel kişiliklerin iradeleri organları tarafından temsil olunur. Türk-İş’in iradesini temsil eden karar organı ise, Yönetim Kuruludur. Yönetim Kurulu ise, böylesine bir karar almamıştır. 274 sayılı Sendikalar Kanununun 28 inci maddesinde işçi teşekküllerinin tutacakları defter ve kayıtlar belirlenmiştir. Bu maddenin (b) fıkrasında yönetim kurulu kararlarının yazılmasına mahsus bir karar defteri tutulması öngörülmüştür. Bu defterler kullanılmazdan önce de noterlikçe tasdik edilmektedir. Bu iddiamızın kanıtlanması için Türk-İş Konfederasyonu’nun yönetim kurulu karar defterinin tasdikli fotokopilerinin veya aslının celp ve tetkikini zorunlu görmekteyiz. Keza, Türk-İş tüzüğü uyarınca da Konfederasyon Başkanının şahsi bir greve karar verme yetkisi bulunmamaktadır.
“Her grev olayı, işçilerin iş akitleri gereği yapmakla yükümlü oldukları işi bırakmalarıdır. Fakat, her işi bırakma olayı, toplu nitelikte olsa bile, kanun anlamında grev değildir.
“Sanıkların mahkemede de ifade ettikleri gibi, Türk-İş Başkanının kişisel davetine kişisel olarak katılmaları sonucunda grev olduğu iddia olunan toplu olay meydana gelmiştir. Yani, bir kısım sanıklar kişisel iradeleri ile hizmet akdinin gereği olan işlerini yapmamışlardır.
“Ortada her hangi bir işçi teşekkülünce verilmiş karar olmaması, işçilerin de kendi aralarında işi bırakma yolunda anlaşma bulunmaması nedeniyle grevin 275 sayılı Kanunun 17. maddesinde açıkça belirtilen kanuni unsurları tevekkül etmediğinden olayın grev olarak nitelenmesi mümkün değildir. Bu sebeple de olayda 275 sayılı Kanunun 56/1 maddesinin tatbik yeri yoktur.
“İşçilerin ayrı ayrı kişisel iradeleri ile hizmet akdi gereğini yapmamış olmaları, ‘direnişe geçmeleri’, işçi ile işveren arasındaki hukuki bir sorundur.
“Anayasamızın 40. maddesinde sözü edilen çalışma özgürlüğü kavramı içinde şüphesiz ki çalışmama özgürlüğü de vardır. Bu özgürlüğün kamu yararı düşüncesiyle herhangi bir kanunla sınırlanması durumu yoktur.” (Av.Selahattin Çapçı ve Av.Hüseyin Ekmekçioğlu’nun 3 sayfalık savunması)
Avukatların 24.1.1979 tarihli savunmasında da şu görüşler ifade edildi:
“Dosya münderecatında, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un, işçileri belirli nedenlerle işi bırakmaya davet eden bir ‘bildirisi’ olduğu saptanmıştır. Sayın Halil Tunç, Türk-İş’in Genel Başkanıdır. Genel Başkan olarak, tek başına tüzel kişilik adına karar verme yetkisi yoktur. Çünkü, Halil Tunç tek başına karar organı değildir. O halde, Halil Tunç’un işçilere yaptığı işi bırakma çağrısı tüzel kişiliğin kararı olmayıp, şahsi çağrısı niteliğindedir. Zira, bu konuda, kuruluş tüzüğüne göre karar vermeye yetkili olan organ Türk-İş Yönetim Kuruludur ve bu kurulca verilmiş bir karar yoktur. İşçi teşekküllerinin genel başkanlarının kendi başlarına grev kararı vermelerini mümkün ve muteber kılan bir yasa hükmü de mevcut değildir. (…)
“Dosya münderecatına göre, müvekkillerimizden bir kısmı olay günü Halil Tunç’un yanında işyerine gitmişlerdir. Halil Tunç’un yanında bulunmak, onun işi bırakan diğer işçilerin fiiline iştirak etmek değildir. Bu kimseler diğer işçileri tahrik ve teşvik etmedikleri için haklarında ceza takdir edilmesi mümkün görülmemektedir. Sendika yöneticisi durumunda bulunan bu kimselerin olay yerinde bulunmalarının tek sebebi, işi bırakan işçiler arasında herhangi bir hadisenin çıkmamasına nezaret etmek ve olayı izlemektir. Kesilmiş bulunan şehir cereyanının açılması da bunların görevi değildir. Esasen bunlar, işyerinin işçisi de değildirler.” (Av.Selahattin Çapçı ve Av.Hüseyin Ekmekçioğlu’nun 5 sayfalık savunması)
Bornova Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın sonucu, Türk-İş Genel Kurul Çalışma Raporu’nda şu şekilde yer aldı: “Bornova Asliye Ceza Mahkemesinde açılmış bulunan ceza davaları, (…) Yargıtay tetkikinden geçerek kesinleşmiştir. Fakat bu davada sanık olarak gösterilen bazı sendika yöneticileri için iade-i muhakeme talebinde bulunulmuş, talep doğrultusunda adı geçenlerin bu dava bakımından beraatlerine karar alınmıştır.” (Türk-İş, 12. Genel Kurula Sunulan Çalışma Raporu, 24-28 Mayıs 1982, Yay.No.139, Ankara, 1982;397)
İkinci bir iddianame de 20 Haziran 1975 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. İddianame, Türkiye Kimya Sanayi İşverenleri Sendikası, İzmir Pamuk Mensucat Türk Anonim Şirketi, İzmir Basma Fabrikası Anonim Şirketi ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun şikayet başvurusu üzerine hazırlanmıştı. İlk iddianame Tes-İş Sendikası yönetici ve üyeleriyle ilgiliyken, ikinci iddianame şehir içinde elektrik dağıtımını gerçekleştiren belediye çalışanlarının örgütlü olduğu Bes-İş Sendikası yönetici ve üyeleriyle ilgiliydi. İddianamede 118 kişi suçlanıyordu. (C.Savcılığının 6 sayfalık iddianamesi) Sanıkların sayısı, ek iddianameyle 133 oldu.
İzmir 1. Asliye Ceza Mahkemesi, 18.5.1977 tarihinde karar verdi (Esas No: 1975/449, Karar No:1977/325). 36 sanık, 6’şar ay hapse ve 500’er lira ağır para cezasına çarptırıldı. Hapis cezaları, bir günü 20’şer lira hesabıyla 3600’er lira ağır para cezasına çevrildi. 9 sanık hakkında 8 ay hapis ve 10.000’er lira ağır para cezası verildi. Bu sanıkların cezaları tecil edildi. Bir kişiye 6 ay hapis ve 500 lira ağır para cezası verildi. Hapis cezası da paraya çevrildi. 86 sanık beraat etti. (TİSK İşveren Dergisi, Cilt XV, Sayı 11, Ağustos 1977, s.13-16; 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 10 sayfalık kararı) Haklarında ceza verilen 45 kişi, 23.5.1977 günü Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığı’na sunulmak üzere İzmir 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruyla bu kararı temyiz ettiler. Maznunlar vekili Av.Orhan Hamurcu imzalı temyiz başvurusunda, diğer noktaların yanı sıra, Cumhuriyet Senatosu üyesi ve Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç hakkında da şu ifadeler yer alıyordu:
“(4) Kararda, Türk-İş Federasyonu başkanı Halil Tunç’un suç konusu direniş hakkında karar aldığı, beyanname neşrettiği, bildirilmektedir. Ayrıca dosyanın tetkikinde görüleceği üzere, duruşmaya gelip ifade veren Konfederasyon başkanı müsnet suçu işlediğini de açık şekilde beyan etmiş olmasına rağmen, bu kişi hakkında ceza tayin edilmemesi ve kararda bu kişiden hiç bahsedilmemesi ve sebeplerinin de açıklanmaması sebebiyle kararın hatalı olduğu inancındayız. Bu sebeple de kararın bozulmasını istiyoruz.
“(5) Sendika yöneticilerinin görevli oldukları sendika ve federasyon karar defterinde, bahis konusu grev için alınmış bir karar mevcut değildir. Yönetici durumundaki sendika mensuplarının yazılı bir karar alınmadığı halde Halil Tunç tarafından ortaya çıkarılan fiili durum nedeniyle ve suçu teşvik ettiklerini gösteren kesin delil de mevcut olmadan cezalandırılmalarına karar verilmesinde kanuni isabet olmadığı inancındayız. Bu nedenle kararın bozulmasını istiyoruz.” (Av.Orhan Hamurcu’nun 3 sayfalık temyiz dilekçesi)
Yerel mahkeme tarafından cezalandırılmış bulunan 45 kişi hakkında Yargıtay Ceza Dairesi’ne sunulmak üzere 11 Nisan 1978 tarihinde İzmir 1. Asliye Ceza Mahkemesi’ne verilen Av.Hüseyin Ekmekçioğlu imzalı başvuruda da şöyle yazıyordu:
“Dosyanın tetkikinden de anlaşılacağı üzere, yönetici durumunda bulunan sanıklar olay günü Halil Tunç’un yanında işyerine gitmişlerdir. Halil Tunç’un yanında bulunmak onun yaptığı fiile maddî anlamda iştirak etmek değildir. Ayrıca sanıkları teşvik ettikleri de kanıtlanmamıştır. Bu yöneticilerin olay yerinde bulunmalarının tek sebebi, işi bırakan işçiler arasında herhangi bir hadisenin çıkmamasına nezaret etmek ve olayı izlemektir. Dosyadaki belgelerde veya ifadelerde bu yöneticilerin herhangi bir işçiyi teşvik ve tahrik ettiği kanıtlanmamıştır. Bunlara ceza takdir edilmemesi gerekirken, daha ağır bir cezaya mahkum edilmeleri ve cezayı ağırlaştırıcı sebebin kararda belirtilmemiş olması yasaya aykırıdır. Kaldı ki, suça teşvik edenin cezası asıl failden fazla olmamak gerekir. Bu nedenlerle de kararın bozulmasını talep ediyoruz.” (Av.Hüseyin Ekmekçioğlu’nun 6 sayfalık temyiz dilekçesi)
Dava şu şekilde sonuçlandı: “İzmir direnişi ile ilgili ceza davası Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşmiş ve bir kısım sanıklar hakkında verilen hapis ve para cezaları tecil suretiyle kesinleşmiştir.” (Türk-İş,1982;397)
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 tarihindeki genel grevinde büyük rolü olan ve ancak o tarihte Cumhuriyet Senatosu üyesi olduğu için sahip olduğu dokunulmazlık nedeniyle hakkında dava açılamayan Halil Tunç, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bir davayla karşılaştı.
Halil Tunç hakkındaki davada 1979 yılındaki durum şu şekildeydi:
“İzmir Cumhuriyet Savcılığının, 16/Haziran/1975 tarihinde, Konfederasyonumuz Genel Başkanı Sayın Halil Tunç’un çağrısı üzerine yapılan direniş nedeniyle 20.6.1975 tarihinde İzmir 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açmış olduğu dava, Mahkemenin 1975/449 E, 1977/355 K. sayılı ve 18.5.1977 tarihli kararı ile sonuçlandırılmış ve sanıkların tecziyelerine karar verilmiştir. Mahkeme kararının tarafımıza tebliği itibariyle, 11.4.1978 tarihinde temyiz edilmiş ve gerekçeli layiha ile kararın Yargıtayca bozulması istenmiştir. Raporumuzun hazırlandığı günlerde, anılan dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesinde tetkikte bulunmaktadır.” (Türk-İş, 11. Genel Kurula Sunulan Çalışma Raporu, 16 Nisan 1979, Yayın No.122, Ankara, 1979;346)
İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesinde Esas No:981/77, Karar No:981/343, C.Savcı No:981/198 sayılı ve 14.7.1981 tarihli kararla Halil Tunç 6 ay hapis ve 500 lira ağır para cezasına çarptırıldı. Hapis cezası, bir günü 20 liradan ağır para cezasına çevrildi. Hükmün gerekçesinde şöyle denildi:
“Sanığın Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu genel başkanlığı görevini yaptığı sırada kamu tüzel kişiliğinde veya kamu iktisadi teşebbüslerinde elektrik istihsal veya dağıtım işinde çalışan işçileri yasa hükümlerine aykırı düşecek şekilde basın ve resmi yayın organları olan radyo ve televizyon vasıtasıyla da ilan edildiği gibi uyarı direnişi adı altında yasal olmayan greve tahrik, teşvik ve sevk ettiği, aynı zamanda grevi başlatmak için bizzat İzmir’e gelip İzmir’de ESHOT elektrik şebekesinde şehir cereyanı ile ilgili şalteri indirerek grevi başlattığı, bu grev nedeniyle greve katılan 118 işçi hakkında ayrıca tecziyeleri için 20.6.1975 gün ve 7213 esas sayılı iddianame ile kamu davası açıldığı; iddia, sanığın tevilli ikrarı ile dosya içeriğinden anlaşılmış, sanığın suçu sübuta ermiştir.
“Her ne kadar sanık, savunmasında bu işin bir grev olmayıp protesto hareketi olduğunu savunmuşsa da savunma dosya içeriğine göre yerinde görülmeyip reddedilmiştir.” (1 sayfalık mahkeme kararı)
Halil Tunç’un vekili Av. Hüseyin Ekmekçioğlu, İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin bu kararına karşı 5.10.1981 tarihli yazısıyla Yargıtay Ceza Dairesi’ne başvurdu.
Başvuruda şu noktalar ele alındı:
“Müvekkilimin talimat yolu ile sorgusu yapılmış ve fakat duruşmadan vareste tutulması talebi bulunmadığı halde mahkemece duruşmalara çağrılmamış, esas hakkında savunması ve son sözü sorulmadan karar, gıyabında tefhim olunmuştur. Bu yolla hüküm tesisinin CMUK hükümlerine aykırı bulunduğu aşikardır. Usul hükümlerine aykırı biçimde yapılan yargılama sonunda verilmiş bulunan bu kararın muhterem Dairenizce bozulması gerektiği kanısındayız. (…)
“Dava konusu olayda, işçilerin işi bıraktıkları vakıadır. Ancak, bu işi bırakma eyleminin, bir işçi teşekkülünün kararına dayanıp dayanmadığı araştırılmamıştır. (…)
“Müvekkilim tek başına karar organı olmadığına göre, işçilere yaptığı işi bırakma çağrısı tüzel kişiliğin kararı olmayıp şahsi bir istektir. Ortada, işçi teşekkülünün yetkili organlarınca verilmiş bir karar bulunmadığına ya da bu husus mahkemece araştırılmadığına göre, grev için şart kılınan unsur gerçekleşmemiştir. (…) Müvekkilimin şahsi isteği üzerine bir kısım işçiler, ÇALIŞMAMA özgürlüklerini kullanmışlardır.” (Av.Hüseyin Ekmekçioğlu’nun 3 sayfalık başvurusu)
1976 yılında Türk-İş aleyhine de dava açıldı:
“İzmir Belediyesi ESHOT Genel Müdürlüğü, 16/Haziran/1975 tarihinde uygulanan kanunsuz grev nedeniyle uğradıkları zararın tazmini için Konfederasyonumuz aleyhine, 14 Nisan 1976 tarihinde İzmir 2. İş Mahkemesi nezdinde 1976/531 esas sayılı dosya ile 130.250,25 TL.lık tazminat davası açmıştır. Bu dava Mahkeme tarafından 29.11.1976 tarihinde reddolunmuştur.
“Keza, İzmir Belediyesi, aynı olay sebebiyle, 117.873,19 TL tutarında İzmir 2. İş Mahkemesi nezdinde 1976/532 esas sayılı dosya ile tazminat davası açmıştır. Bu dava da, mahkemece 4.4.1977 tarihinde görev yönünden reddolunmuştur.” (Türk-İş,1979;347)
Bu arada açılan diğer bir dava da meydana gelen zararın tazminiyle ilgiliydi: “T.E.K. Genel Müdürlüğü, Haziran/1975 İzmir direnişi ile ilgili olarak uğradığı zararın tazmini için İzmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde 1979/919 esas sayılı dosya ile, Ertuğrul Bulmamış ve 46 arkadaşı aleyhine 20.905,50 TL tutarında alacak davası açmıştır. Bu davanın duruşmasına girilmiş, Ertuğrul Bulmamış vekili olarak savunma dilekçesi verilmiş ise de 46 işçiden müteşekkil davalılara tebligat tamamlanmadığı için dava sonuçlanmamıştır.” (Türk-İş,1982;397-398)
SONUÇ
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 İzmir Genel Grevi, çeşitli açılardan ilginçtir.
Eylem, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un bölgeye elektrik veren şaltere müdahalesiyle başladı ve elektrik enerjisi olmadığı için birçok işyerinde çalışmalar durdu. Ancak güvenlik güçleri, elektrik enerjisini yeniden vermek amacıyla hiçbir girişimde bulunmadı. İşçilerin, güvenlik güçlerinin böyle bir girişimi karşısında direnme olanakları yoktu. Bu konudaki belgelerin hiçbirinde, güvenlik güçlerinin bu amaçla müdahalesi girişimi veya bu girişimin önlenmesi konusunda bilgi yoktur.
Genel grev, Türk-İş’in ve İzmir’de faaliyet gösteren sendikaların önemli bir hazırlığı olmadan uygulandı. Sağlanan başarıda, Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un belirleyici rolü ve etkisi oldu. Eyleme katılan işçilerin çok büyük bölümü, Halil Tunç’un eylem çağrısı bildirisinde yer alan taleplerin çoğundan habersizdi.
Eylem sonrasında Türk-İş’e bağlı sendikaların, Çimse-İş dışında, hiçbirinin eylem nedeniyle yargılananlara desteği, onlarla dayanışması olmadı. DİSK ise eyleme karşı çıktı. DİSK’in İstanbul’da 21-24 Mayıs 1975 günleri toplanan 5. Genel Kurulu’nda oluşan yönetim kurulunda TKP yandaşları etkiliydi. Ancak bu etki 16 Haziran’da henüz ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle, TKP, bu eylemi desteklerken, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, eyleme karşı çıktı.
Türk-İş’in bu eylemine ilişkin kararın alınmasında DİSK’in çalışmalarının önemli bir etkisi olmadı. DİSK’in 21-24 Mayıs 1975 günleri toplanan genel kurulunda yönetimde Genel Başkan Kemal Türkler dışında bir değişim olmuştu. Ancak yönetimde etkili olan TKP destekçisi kişilerle birlikte DİSK’te bir “atılım” gerçekleştirileceğine ilişkin belirtiler henüz yoktu. TKP’nin DİSK’teki etkinliği, Fransa’da Komünist Parti’nin kontrolündeki Genel Emek Konfederasyonu’ndan (CGT) ithal edilen uzmanlar ve 1975 yılı Ekim ayında yeniden yayımlanmaya başlayan DİSK Dergisi ile görünür oldu.
Türk-İş’in 16 Haziran 1975 Genel Grevi, bu eksikliklerine rağmen, lokavtların önlenmesi, kıdem tazminatında yeni kazanımlar elde edilmesi ve işçilerin memurlaştırılmasının önlenmesi açılarından başarılı oldu.
Türkiye’de ilk yasal lokavtlar 1964 yılında uygulandı ve 608 işçi lokavta maruz kaldı. 1965 yılında 1.051 işçi lokavta uğradı. 1963, 1966 ve 1967 yıllarında yasal lokavt uygulanmadı. 1970 yılında 1389 işçi, 1971 yılında 2.064 işçi, 1972 yılında 3.239 işçi, 1973 yılında 3.278 işçi, 1974 yılında 1.941 işçi ve 1975 yılında da 1.776 işçi lokavttan etkilendi.2
1975 yılında tekstil işkolunda lokavt uygulandı. TİSK Başkan Vekili Refik Baydur, 7 Mart 1975 tarihinde yaptığı açıklamada, “işçi sendikaları aldıkları aidatları lükse değil üyelerine versinler” diyerek, işçi sendikalarını şu şekilde eleştirdi:
“İşçi kuruluşları bugüne kadar üyelerinden işveren kanalıyla tahsil ettikleri aidatları işçilerin yararına değil, kendi lüksleri uğruna harcamışlardır. İşçi sendikalarının lokavttan asıl korkusu, bu
2 Çalışma Bakanlığı, Çalışma Dergisi, Yıl 1972, Cilt 1, Sayı 2, s.191; Çalışma Bakanlığı, Çalışma Dergisi, Yıl 1974, Cilt 1, Sayı 1, s.203-204; Çalışma Bakanlığı, Çalışma Dergisi, Yıl 1977, cilt 1, Sayı 1, s.139. işçilere ücretlerini ödeme zorunluğu açısındandır. Böyle bir zorunluk karşısında ödemeye yapamayacaklarını bildikleri için lokavt uygulamasını mantıksız bir çağdışılıkla suçlamışlardır. Sendikaların üyelerine hesap vereceği günler gelmiştir. Bunun korkusu içindeki davranışları artık herkes tarafından görülebilmektedir. En yüksek sorumluluk taşıyan bir sendikacının bunun telaşı içinde görünmesi Türk sendikacılığının geleceği bakımından düşündürücüdür.” (TİSK, Kamuoyunda Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Ankara 1976;102)
İşverenlerin kurduğu Hür Teşebbüs Konseyi ve arkasından başlatılan saldırı lokavtları önemli bir tehdit oluşturuyordu. İzmir ve Turgutlu’da 14 Mayıs 1975 günü 22 işyerinde ve 31.5.1975 günü de 1 işyerinde lokavt başlatılmıştı. Bu lokavtlar ancak 16 Haziran 1975 günü Türk-İş’in İzmir’de gerçekleştirdiği genel grev sonrasında, 28 Haziran 1975 günü sona erdi.
14 Ekim 1973 genel seçimlerinden önce hemen hemen tüm siyasi partiler kıdem tazminatının 15 günden 30 güne çıkarılması konusunda söz vermişti. Bu konu CHP-MSP Koalisyon Hükümeti programında da yer almış ve hazırlanan tasarı Meclis’e sunulmuştu. Tasarıda, kıdem tazminatına hak kazanmak için gerekli çalışma süresi de üç yıldan bir yıla indiriliyordu. Tasarı önce Millet Meclisi Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu’nda görüşülmüş ve işçi lehine çok önemli bir değişiklikle 30 Mayıs 1974 günü Millet Meclisi’ne sunulmuştu. Bu ekleme, işçinin kendi isteğiyle işten ayrılması durumunda çalışılan her yıl için 10 günlük ücret tutarında bir kıdem tazminatı ödeneceğine ilişkindi. Ancak 7 Haziran 1974 günü Millet Meclisi Bütçe Plan Komisyonu’nda bu ekleme çıkarıldı. Daha sonra, Kıbrıs olayları ve hükümet bunalımları nedeniyle bu tasarı gündemden çıktı. Demirel Hükümeti’nin kurulmasından sonra, işverenlerin yoğun baskıları karşısında, tasarı Bütçe Plan Komisyonu’na geri alındı. İşverenler ise, yapılacak değişiklikte, o tarihe kadarki kıdem karşılığında 15 günlük, tasarının yasalaşması sonrasındaki süre için ise 30 günlük kıdem tazminatı istiyorlardı. Ayrıca, kıdem tazminatına bir tavan getirilmesini, tazminatın sigorta şirketlerine sigortalanabilmesini ve kıdem tazminatı fonunun oluşturulmasını talep ediyorlardı. (Türk-İş, Yönetim Kuruluna Sunulan İcra Kurulu Raporu, Haziran 1975, Ankara, 1975, s.234-253)
4.7.1975 gün ve 1927 sayılı Yasayla, birçok toplu iş sözleşmesinde elde edilmiş olan bir hak yasalaştırılarak tüm işçilere uygulandı. Kıdem tazminatına hak kazanabilmek için çalışılması gereken süre 3 yıldan 1 yıla indirildi. Her yıl için ödenecek kıdem tazminatı miktarı da 15 günlük ücretten 30 günlük ücret tutarına yükseltildi. Ancak bu değişiklik, kıdem tazminatına asgari ücretin 7,5 katı tavan getirdi ve işverenler tarafından bir kıdem tazminatı fonunun kurulmasına ilişkin bir hüküm içerdi.
Memurlaştırma girişimleri de önemli bir tehditti. Türk-İş’in 28 Mayıs – 5 Haziran 1973 günleri toplanan 9. Genel Kurulunda, memurlaştırma girişimleri ele alınmıştı. Ayrıca, “devlet memurlarının özgür sendikalar saflarında birleşebilme, toplu pazarlık ve grev yapabilme özgürlükleri tanınmalıdır,” deniliyordu. (Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un Basın Toplantısı, 6.2.1975, s.7; Türk-İş Haber Bülteni, 14.2.1975, s.2)
Bu dönemin önemli gündem maddelerinden biri, kamu kesiminde kimlerin işçi, kimlerin memur statülerinde istihdam edileceğiydi. TBMM’de 1897 sayılı Kanunun 5. maddesi 2. fıkrası uyarınca oluşturulan komisyon, kamu kesiminde mesleklere ve işe göre istihdam biçiminin belirlenmesi konusunda kapsamlı bir çalışma yaptı ve komisyon raporu ve ekli listeler, 28.11.1976 günlü Resmi Gazete’de yayımlandı.
Bu eylemden yaklaşık bir yıl sonra, 26.5.1976 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 1992 sayılı kanunla, kadınların yaşlılık aylığına hak kazanabilmeleri için gerekli olan sigortalılık süresi 25 yıldan 20 yıla indirildi. Bu dönemde yaşlılık aylığına hak kazanabilmek için yaş koşulu aranmadığından, 5000 gün prim ödeme koşulunu bir biçimde tamamlayan birçok kadın, 35-36 yaşlarında emekli olabildi.
Türk-İş’in, Genel Başkan Halil Tunç’un belirleyici olduğu bir süreçle, 16 Haziran 1975 günü İzmir’de gerçekleştirdiği genel grev, amaçlarına ulaştı.