Muhsin Ertuğrul’un ‘tiyatro vestiyerden başlar’ sözü ile vurguladığı gösterinin aslında bir parçası olan insanlar, şirket üzerinden ve çok düşük maaşla çalışıyorlar.
Önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, ardından da Başbakan Binalı Yıldırım kamuda çalışan taşeron işçilerin statülerinin kalıcı hale gelmesi için yapılan hazırlıkların önümüzdeki aralık ayına kadar yetişeceğini açıkladı. Benzer açıklamalar seçimden önce de yapılmış ancak seçimden sonra unutulmuştu. Bu sefer Türk-İş Başkanı Ergün Atalay da çalışmalardan umutlu olduklarını belirtti.
Peki; devletin sanat kurumlarında benzer biçimde çalışanlar için de bu uygulama geçerli olacak mı? Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde taşeron firma üzerinden çalışanları da kapsayacak mı? Çünkü geçen sefer hazırlanan taslağın yalnızca mevsimlik işçileri kapsayacağı yönünde açıklamalar yapılmıştı. Eğer tüm kamusal alanı kapsayan bir değişikliğe gidilirse devletin sanat kurumlarında çalışan personeli de şüphesiz kapsaması gerekiyor.
DEVLETİ KÜÇÜLTÜRKEN
Hiç düşündünüz mü bir oyuna ya da opera gösterisine gittiğinizde kapıda sizi karşılayan biletçiden gişe görevlisine, teşrifatçısından vestiyerine kadar pek çok çalışan hangi koşullarda çalışıyor? Muhsin Ertuğrul’un "tiyatro vestiyerden başlar" sözü ile vurguladığı gösterinin aslında bir parçası olan insanlar, şirket üzerinden ve çok düşük maaşla çalışıyor. Örneğin Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi’nde Kamu İhale Kanunu’nun 4734 sayılı Hizmet Alımı Sözleşmesi gereğince, Türkiye genelinde, şirket üzerinden (yani taşeron üzerinden) çalıştırılan 1300-1500 arasında personel bulunmakta… Temizlik, yemekhane, şoförlük, sekretarya, güvenlik gibi işlerde de çalışan personelin özlük hakları bu şirketle aralarındaki sözleşmeye bağlı. Oysa pratikte bu kurumların esas elemanları gibi çalışıyorlar.
Zamanında devleti küçültmek mantığı ile bazı hizmet alanlarını özelleştiren devlet; şimdi bu alanlardaki şirketleri devreden çıkararak çalışanla bire bir sözleşme yapmayı planlıyor. İş güvencesi açısından olumlu karşılanan bu yöntem uygulanırsa göreceli olarak iş güvencesine kavuşacak olan bu çalışanların sosyal hakları ve özlük hakları ile ilgili nasıl bir uygulama getirileceği bilinmiyor. Devlet; özetle, taşeronu aradan çıkartıyor ama bir anlamda sözleşmeli statüde çalıştıracağı bu insanların sosyal ve ekonomik haklarıyla ilgili iyileştirmeleri vaat etmiyor.
SÜRELİ SÖZLEŞMELİLER
Bir de bu sanat kurumlarında 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ek 7. maddesine göre her yıl MALİye Bakanlığından alman vize ile Süreli Sözleşmeli Personel (S.S.P) tanımında çalışanlar var. Uzun yıllar içerisinde devlet yeni kadro vermediği için teknikten sahneye, idari bürolardan tasarıma kadar neredeyse her birimde yıllık sözleşmeyle çalışan bu kadroların iş güvencesine kavuşturulması da en az diğerleri kadar önemli.
Devlet; kişi ile hizmet alımı sözleşmesi yaptığından bir anlamda taşeron konumuna düşüyor. Üstelik yıllarca bu sözleşmeyi tekrarladığı kişi ile arasındaki hukuku belirlerken sorumluluklardan da kendini arî tutuyor. Kurumların daha nitelikli eleman olarak kabul ettiği bu kadroların sosyal ve hukuki hakları maalesef çok sınırlı kalıyor. Oysa gerek sahnede gerek sahne arkasmda ihtiyaç duyulan nitelikli elemanların işe alındığı bu kadrolar bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış olmasına rağmen nerdeyse pamuk ipliğine bağlı bir sözleşme ile çalışıyor.
Peki; ne yapmak gerekiyor? Bir kere devletin sanata ve seyirciye gösterdiği tutumun bir ifadesi olarak bu kadro karmaşasını önleyecek bir sadeleşmeye, çalışanların sosyal ve ekonomik haklarını hakkaniyet duygusuyla verecek bir düzenlemeye, özellikle sanat işkolunun kendine özgü çalışma esaslarını temel alan bir anlayışa ihtiyaç var. Çünkü estetik üretmekle yükümlü bu kurumlar aynı incelikte bir bakış açısıyla gerçekleşecek düzenlemeleri de hak ediyorlar.