TEŞVİK PAKETİ Mİ, YAĞMA PAKETİ Mİ?
Bazen düşünüyorum da, ne kadar büyük bir fırsatı kaçırmışım! Türkiye´de yatırımcı olmak, hele de iktidar yanlısı olarak, örneğin bir kardeşi parlamentoya gönderip, partinin tüm sadaka dağıtım işlerini üstlenmek ne güzel bir girişimcilik olsa gerek!
Bazen düşünüyorum da, ne kadar büyük bir fırsatı kaçırmışım! Türkiye’de yatırımcı olmak, hele de iktidar yanlısı olarak, örneğin bir kardeşi parlamentoya gönderip, partinin tüm sadaka dağıtım işlerini üstlenmek ne güzel bir girişimcilik olsa gerek! Şimdi de bir teşvik paketi yayınlandı. Başbakanın paketi açıklamasının ertesi günü bütün sermaye çevreleri, özellikle de yandaş çevreler hükümete ve pakete methiye dizmekteler. Kimine göre, bu paketle Türkiye uçacak, kimine göre ustalık dönemine yaraşır bir paket, kimine göre bölgesel eşitsizlikler azalacak vs.
Umalım, bütün bu güzel temenni veya öngörüler gerçekleşir, dünyanın 10 büyük ekonomisi içine dahil oluruz. Ancak, bu güzel temenniler önünde üç önemli engel bulunmaktadır. Birincisi Türkiye’nin tasarruf yetersizliğidir. Hükümetin öngördüğü yatırımların yapılabilmesi için, henüz bu konuda bir hesaplama ortada yok, ama nereden bakılsa bu işler için tasarruf oranının yüzde 30’lar düzeyine yaklaşması gerekir. Bu oran, bugünkü tasarruf oranının yaklaşık iki katı demektir. Öyle anlaşılıyor ki, bu tasarruf açığı dış tasarruflarla telafi edilmeye çalışılacaktır. Dış tasarruf ya doğrudan yatırım olarak ya da spekülatif kaynak olarak gelebilir. Tabiatıyla bunların etkileri ve maliyetleri de farklı olacaktır. Burada kritik nokta şudur, tasarruf açığı olan bir ekonomide faizler düşmez, tam tersine, yükselme eğilimine girer. Oysa programda faizlerin aşağı çekileceği söyleniyor. Umalım öyle olur.
Yetersiz tasarruf oranı koşulunda yatırımların artmasının hedeflenmesinin faiz indirimi ile birlikte yürütülmesinin tek çıkış yolu sermaye dışı kesimlerin ve kamu bütçesinin olağanüstü baskı altına alınmasıdır. Kamu ve özel kesim emekçilerinin özlük hakları baskılanacağı gibi, kamu hizmetlerinin nicel ve nitel erimesi karşısında bu hizmetlerden yararlanma durumunda olan dar ve orta gelirli vatandaşların yaşam düzeyleri de baskılanacaktır. Sosyal güvenlik işveren primlerinden, KDV ve vergilere kadar bir dizi kamu gelir kaynakları paketle daralacaktır. Bu daralma, eğer paket başarıya ulaşırsa ancak on yıla yakın bir süre sonra genişlemeye döner. Bunlara ilaveten, teşvik paketinin daraltacağı kamu gelirlerinin yerini muhtemelen özelleştirmeler, ormanların sökülüp satılması, yolların satılması veya akla hayale gelmemiş tüm yeraltı ve yerüstü kaynakların satılması ile sağlanacak gelirler alacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, teşvik paketi ile bazı yatırımlar yapılıyor olsa da, bunun sosyal maliyeti çok yüksek olacaktır.
Böylesi yoğun yatırımın tasarlandığı ortamda karşılaşılan ikinci mesele de enerji sorunudur. Türkiye’nin cari açığının önemli bölümü akaryakıta gitmektedir. Enerji tüketim hızı arttıkça akaryakıt tüketimi ve ithalatı da buna bağlı olarak artacaktır. Hükümetin vergi narkozu ile topladığı önemli vergi geliri akaryakıt zamlarından oluştuğuna göre, akaryakıt tüketiminin artması hükümete gelir sağlarken, aynı zamanda cari açığı da yükseltebilecektir.
Tasarlanan hamlede diğer bir sorun da doğu ve özellikle de güneydoğu illerinde yaşanan güvenlik sorunudur. Eğer söz konusu bölge illerinin kalkınmasının Kürt sorununu hafifletecek etkisi öngörülüyorsa, uzun dönemde ne olacağı kestirilememekle beraber, kısa sürede çatışmaların yoğunlaşacağı ve güvenlik sorununun daha da ciddileşeceği düşünülebilir. Bu konuda PKK ile resmi parti arasında çatlak oluşabilir. Şöyle ki, PKK gücünü yitirmemek için ekonomik hamlelere karşı çıkıyor olurken, partinin tutumu ikircikli olabilir. Partinin bu bağlamda sürdürtebileceği akılcı politika bölgede zaten zayıflamış olan feodal yapının tümüyle çözülmesi yanında, yörenin ekonomik kalkınma yolunda ilerlenmesine destek vermek olmalıdır. Dilerim ki, resmi partinin de PKK’nın da kalkınmaya destek yönünde politikayı benimserken, sınıf bilincini öne çıkartarak, kalkınma bahaneleri ile yerli ve yabancı sermaye unsurlarının genelde halkımız ve özelde bölge halkı üzerinde sömürü boyunduruğu kurmasın. Umalım ki, böyle bilinç uyanıklığı ile Kürt ve Türk solu sınıf bilinci tabanında buluşarak, ihtiyaç için üretim ve hakça paylaşım umut ve taleplerinde birleşirler.
Özelleştirmelerde devletin ekonomiden çekilmesi önerilirken, öyle anlaşılıyor ki, bedava yer tahsisi, vergi ve faiz avantajı ve sair her türlü maddi destek özelleştirme yandaşlarınca devletin ekonomiye müdahalesi anlamına gelmiyor. Müteşebbis tanımı para babası anlamına gelmiyor. Zira müteşebbis para bulur ve yatırım yapar. Yatırımın verimliliği de yatırım için ödeyeceği faizi karşılama oranı ile ölçülür. Devlet tüm kaynakları versin, üstüne bir de vergi almasın, peki güzel de, özelleştirmecilerin üzerinde durduğu kaynakların etkin kullanılması ilkesi ne olacak? Müteşebbis devletin, daha doğrusu halkın parasını yatırdığında zarar ederse, bunun hesabını kim soracak, ya da kâr etmediğinde bunun arkasında, aynen KİT’lerde olduğu üzere, devlet durmuş olmuyor mu! Nerede bu kahraman özelleştirmeciler?