TEKEL DİRENİŞİ VE DİRENİŞTE KAYBETTİKLERİMİZİN ANISINA
Ben, babamın sesini hiç duymadım. Tıpkı, rüzgârı; sallanan ağaç dallarından, yağmuru, damlalarının camdan süzülüşünü izlediğim gibi, babamın beni sevdiğini gözlerinden anladım.
Ben, babamın sesini hiç duymadım. Tıpkı, rüzgârı; sallanan ağaç dallarından, yağmuru, damlalarının camdan süzülüşünü izlediğim gibi, babamın beni sevdiğini gözlerinden anladım. Sokakta oyun oynarken, annemin bana seslendiğini, arkadaşlarımın işaretleriyle öğrendim. Şarkının ne olduğunu bilmiyorum. Müzik aletlerini ancak gövdelerinden tanırım. Cep telefonunu kullanamam. Babamla günlerdir bu yüzden konuşamadım. Ben babamın sesini hiç duymadım. Artık kardeşimde duymayacak. Çünkü benim babam Hamdullah Uysal.
Tekel işçisi Hamdullah Uysal, açlık grevine ilk katılanlardandı. Sabah namazına giderken alkollü bir sürücünün kullandığı aracın çarpmasıyla hayatını kaybetti. İki oğlu vardı. Biri doğuştan duyma engelli. Hamdullah Uysal, gece çadırlardaki arkadaşları üşümesin diye sobaya odun atıp, onların, uykularının nöbetini tutuyordu. Bunu gönüllü olarak çok sık yaptığını anlatıyor, Samsun çadırındaki arkadaşları. Duyma engelli oğluna üzüldüğünü, onun ve diğer oğlunun eğitimini sağlayabilmek, işine ve emeğine sahip çıkmak için iki aydan uzun süredir Ankara’daydı. Samsun çadırında.
Samsun çadırı, cenaze evi oldu mahallesinde. Trabzon, İzmir, Adana, Batman, Diyarbakır, Ankara yurdun birçok değişik illerinden gelen işçiler ve onları destekleyenler cenazeyi beklerken bir taraftan da helvasını hazırlıyorlardı. Tahta kaşık, Batman’lı bir kadın işçiden, Ankaralı destekçiye, ondan diğer illerden gelenlere geçiriliyordu. Açılım mı dediniz, işte açılımın ta kendisi, varilden yapılmış odun sobasının üzerinde, helva tenceresinin çevresinde yaşanıyordu. Kendiliğinden hesapsız ve içten.
Direnişleri süresince biber gazından, soğuk suya, hastalıktan hasrete, hakaretlerden soğuğa karşılarına o kadar çok engel çıktı/çıkarıldı ki. Büyük bir olgunlukla hepsine karşı ayakta durmayı başardılar. Ama onları bir tek şey çok yıktı, çok üzdü. Onu kabullenemediler. Arkadaşlarıyla helalleşemeden ayrılmak, cenazenin kaçırılması. Bu onların yüreğinde kapanmayan bir yara olarak kaldı. Kapanacağını da hiç sanmıyorlar. Yalvardılar. Siz bir yer ya da cami belirleyin biz oraya gelelim. Hakkımızı helal edelim, iyi bilirdik diyebilelim. İzin vermediler. Ölen arkadaşlarının birinci dereceden yakınları henüz Ankara’ya ulaşmadan, Ankara’da görevli polis olan eniştesine diğer polisler cenazeyi teslim ettiler. Annesi arkadaşlarına Amasya Taşova’dan haber gönderdi. Onun için de direnmeye devam edin.
Oğlu onu televizyonlarda izledi. Elini yumruk yapmış, ağzını açmış babasının haykırışlarını duymasa da neden haykırdığını, Ankara’da onlardan uzakta neden günlerdir kaldığını biliyordu.
Sadece Samsun çadırı yoktu kuşkusuz, Tokat, Erbaa, Amasya, Taşova, İzmir, Aydın, Denizli, Adıyaman, Kâhta, Antakya, Malatya, Trabzon, Muş, İstanbul Genel Müdürlük, Diyarbakır, Bursa, Bitlis, Manisa, Adana ve diğer çadırlarda da, günlerdir büyük bir olgunlukla direnen Tekel işçileri vardı. Her biri yaratıcılıklarının en güzel örneklerini sergiliyordu. Örneğin, Adıyaman ve Kâhta çadırlarında, sevgililer gününde sokaklarda satılan, küçük kırmızı balonların birleştirilmesiyle meydan gelen büyük kalpler asılı, Bitlis çadırı kapısına Bitlis Halk Üniversitesi tabelasını asmış, İzmir Gâvur İzmir olduğunu duyuruyor. Aydın çadırında Efeler diyarı yazarken, Denizli de horoz, Manisa da Tarzan olduğunu ilan ediyor. Trabzon futbolu, değişik spor kulüplerinin renklerinden atkılarla temsil ediliyor.
En çok bayan işçi İzmir, Bursa, Aydın, Denizli de bulunurken, gittiğiniz he çadırda çok kıymetli bir misafirmişsiniz gibi ağırlanıyorsunuz. Batman’lı baba, saçları dökülmüş kızını kucağından indirmiyor. Masmavi gözleriyle direnişin nazar boncuğu adeta.
Geceleri çadır kente giren, hakaretler edip çadırları tekmeleyen sarhoşlar, sakince uzaklaştırılıp polise teslim ediliyor. Şiddetten, kavgadan kendilerini özellikle uzak tutup herhangi bir provakatif davranıştan korunuyorlar. Bir çadırda başlayan bir slogan hemen diğer çadırlarda da yankı buluyor.
Ankara’ lı ev hanımları, emekliler, apartman komşuları, öğrenciler, çalışanlar, birçok sivil toplum kuruluşu gibi, çadırlara ilaç, battaniye, yiyecek taşıyorlar. Pantomim sanatçıları da geliyor, sinema ve müzik sanatçıları da. Yazarlar ve Muazzez İlmiye Çığ da yanlarında olduklarını belirtiyor. Ankaralılar ve Sakarya esnafı ile akraba oldular sanki.
Üşüdüler. Odun bulmak en büyük sorunları oldu. Yirmi dört saat yanan onca sobaya odun yetiştirmek kolay değil. Esnafın verdiği tahta parçaları,karton kutularının yanında, Çankaya Belediyesi ve vatandaşlar da yardıma koştu. Çuvallarla odun sırtlarda taşındı.
Kendi aralarında sürekli birbirlerini kontrol ederek, birbirlerine yardım ederek, tam bir işbirliği ve dayanışma örneği göstererek onca günü, çevrelerinde hiç kimseye zarar vermeden geçirdiler.
Ah bir de Hamdullah’la helalleşebilselerdi.
Direnişte çocuklarını, anne babalarını, yakınlarını kaybeden arkadaşlarının acılarını dindirebilseler di.
Aynı çadırda, bir bebeği olan da vardı, aynı çadırda ölen de. Tıpkı hayat gibi…
Gittiler. Çadırlarını söküp, birbirlerine sarılarak, esnafa teşekkür ederek, polise karanfil vererek gittiler. Öğrenmek isteyenlere çok şey öğreterek gittiler. Tuna caddesi sessiz kaldı. Kim bilir belki bir gün oraya bir anıt dikilir. Tekel İşçilerinin simgesi çadırlar ölümsüzleştirilir.
Ben, babamın sesini duyamadım, artık kardeşimde duymayacak. Ama babamın ve arkadaşlarının sesini, sadece Türkiye değil, tüm dünya duymuş. Onun neden haykırdığını, açlık grevindeyken giydiği, üzerindeki beyaz gömlek ve başındaki siyah bantla çektirdiği ve benim, kardeşimle birlikte, cenazesinde taşıdığım fotoğrafındaki sessizliği anlatıyor. Ben, sessizliği iyi duyarım.
İlkiz Kucur Taşdelen