SİVRİSİNEKLERLE MÜCADELE ÖNEMLİ AMA
Kamu borçları ile savaş ekonomisi arasında çok yakın ve doğrudan ilişki bulunmaktadır…

HOCAMIZA SORDUK. YANITLADI
İzzettin Önder Hükümet kamunun dış borcunu azaltmakla övünüyor. Hatta IMF’ye’ beş milyar dolar borç verildiği de büyük bir gururla söyleniyor. Türkiye artık gerçekten daha az borçlu bir ülke mi? Kapitalist sistemlerde kamu borçlanması arızi ve geçici olmayıp, sermaye devinimine ve ekonominin kalkınmışlık derecesine bağlı olarak müzmin ve devamlı bir süreçtir.
Bunun nedeni, kamu borçlanmasının, belirli sınırlar içinde kalması koşulu ile, toplumsal birikimden sermayeye kaynak aktarma işlevi görüyor olmasıdır. Kamu borçlanması, sermaye kesiminin devlete vergi yerine, borç verip, karşılığında faiz geliri sağlama sürecidir. Böylece sermaye hem servetini korumuş, hem de onun üzerinden gelir elde etmiş olur.
Ancak aşın devlet borcunun enflasyon yarattığı durumda, sermayenin değeri de eriyeceğinden, borcun üst sınırına erişilmiş olur. Bu sihirli oyunun toplum gözünden saklanması için, kamu borçları devletin beceriksizliğine ya da kayıt dışılığa veya başka arızi nedenlere bağlanarak bir tür olumsuzluk olarak topluma yansıtılır. Oysa "sürdürülebilir borçluluk" aslında devlet kanalı ile toplumun ve emeğin sermaye tarafından çok ciddi sömürülme sürecidir. Ancak hem siyasetin itibarını sarsacağı hem de enflasyon oluşturarak bizzat sermayeyi eritebileceği için aşın borçlanma arzulanmaz ve önlenmeye çalışılır. O nedenle, Avrupa Birliği içinde 1993 yılında Maastricht Ölçütü olarak bilinen kurallar getirilmiştir. Buna göre, yıllık bütçe açıkları ulusal gelirin yüzde 3’ünü, toplam borç stoku da ulusal gelirin yüzde 60’ını geçemez. Dikkat edilirse, Maastricht Ölçütlerinde de borç kabul ediliyor, ancak ekonomileri sarsacak ve sermayeyi eritecek düzeye gelmemesi isteniyor.
Görülüyor ki, kapitalist sistemlerde meseleye sermaye yanlı olarak, "sürdürülebilir borçlanma" olarak bakılıyor. Türkiye de diğer kapitalist ülkeler gibi borçlu bir ülkedir. 2000 başlarında ulusal gelirin yüzde 70’i dolaylarındaki borç stoku, 2004 yılında Maastricht Kriterlerinin altına inmiştir ve 2012 yılı itibariyle yüzde 37 dolayında gerçekleşeceği hesaplanmaktadır. Ancak bu borç turp kamu borcunu ifade etmeyip, sadece Genel Yönetim borç stokunu göstermektedir. Tüm kamu kesimi borç miktarı 2002 yılındaki 215 milyar dolardan, 2011 sonu itibariyle 317 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu miktarın 304 milyar doları iç borç, 13 milyar doları ise dış borçtur. Bu zaman aralığında ulusal gelir de artmış olduğundan borç yükü oranı, zaman içinde, yüzde 70 dolayından yüzde 40 dolayına gerilemiştir. Kamu borcu azalırken özel sektörün dış borçlanmasının muazzam bir artış gösterdiğini görüyoruz.
Bu borçlar halkı bağlamıyor mu?
Yazı boyutunu aşmamak gerekçesi ile şu kadarını söyleyebilirim ki, kamu belgelerinde iç borç olarak görülen tutarın bir bölümü, bankaların dış kaynak sağlayarak devlete verdikleri borç anlamında, ekonomi açısından dış borç niteliğindedir. Teknik adı ile "açık pozisyon" olarak bilinen bu işlem günümüzde oldukça azalmış ve denetim altında tutulmaya çalışılıyorsa da, iç ve dış faiz oranlarının cazibesinin yüksek olduğunu da unutmamalıyız. Açık pozisyonun bir başka yüzünü de, özel kesimin dış dünyaya olan borcu oluşturmaktadır. Dış faiz oranlarının iç faiz oranlarından düşük olması firmaların dış kaynaklara yönelmesine neden olmaktadır. Bu borçlar özel kesim borçları niteliğinde olmamakla beraber, ödenme güçlüğünün oluşması durumunda, kamu borçlarını dönüştürmemeleri için bir neden yoktur.
Nitekim bilindiği üzere, IMF dayatmaları ile 2000 başlarında bazı bankaların borçları bütçeye aktarılarak, kamu üzerine yük olarak yansıtıldı. Suriye ile savaşa giren bir ülkede borç manzarası ne olur? (dolar ve altındaki sıçrama, sıcak para kaçışı, kısa vadeli ve düşük faizli borç bulmanın zorlaşması vb..) Kamu borçları ile savaş ekonomisi arasında çok yakın ve doğrudan ilişki bulunmaktadır. Doğal olarak, savaş esnasında kamu harcamaları aşırı derecede yükselir, fakat aynı hızda vergi yasaları meclislerden geçirilemez. Böylece, önemli bir borç artışı oluşur. Ondan dolayı da, genellikle savaşlar esnasında ya da özellikle savaş sonrası yıllarda bir ya da birkaç seferlik servet vergileri salınabilir. Umalım, içinden geçtiğimiz olumsuz olaylarda başta karar mevkiinde olan siyasiler olmak üzere tüm halkımız aklıselimle davranır, olaylar sakinleşir ve bir tür toplumsal cinnet ve cinayet olan savaşlar ortadan kalkar. Her durumda, miktarı veya oranı ne olursa olsun, borç gelecek nesiller üzerine yüktür.
Ancak kamu borcunun azalması ya da olmaması halklar üzerindeki doğrudan ve/veya kamu kanalı ile oluşan sermaye yükünü hafifletmez, belki de ağırlaştırabilir. O nedenle, kamu borcunu olduğu kadar diğer açık veya örtülü tüm sömürü mekanizmalarını dikkate alarak, kısa dönemde sivrisineklerle mücadele ederken, uzun dönemde asıl bataklığj, hedeflemeliyiz.
SOL GAZETESİ – İZZETTİN ÖNDER