SERMAYENİN 60 YILLIK RÜYASI
Başbakan´ın Demokrasi Paketini açıkladığı günlerde, işçi sınıfının en temel kazanımlarına dönük yeni bir saldırı paketinin de şekillenmesi tesadüf olamaz.
Başbakan’ın "Demokrasi Paketi"ni açıkladığı günlerde, işçi sınıfının en temel kazanımlarına dönük yeni bir saldırı paketinin de şekillenmesi tesadüf olamaz.
Pakette kıdem tazminatı fonu kurulması, taşeron istihdamının önündeki engellerin kaldırılması, geçici işçilik ve yeni esnek çalışma biçimlerinin mevzuata sokulması gibi konular var.
Müjdeyi Çalışma Bakanı vermişti, Başbakan, Çalışma Meclisi’nde yaptığı konuşmada kararlı olduklarını gösterdi. Ancak şartını da ortaya koydu: "İşçi-işveren temsilcileri uzlaşacak, orta yol bulunacak…"
Kısa bir süre sonra hükümetin yönettiği uzlaşma oyununda rollerin çoktan dağıtıldığı anlaşıldı. TOBB, TİSK ve Hak-İş’in paketin en çok tartışılan parçası olan kıdem tazminatı fonu kurulmasında mutabakat içinde olduğu bilgisi basına yansıdı. Kıdem tazminatı fonunda uzlaşma görüntüsü verilirse gerisi kolay diye düşünülüyor. Ortada işçi konfederasyonlarının görüşüne sunulmuş bir tasarı olmamasına karşın, çoktan ilan edildi.
Kıdem tazminatı sistemi değişiyor! Gazetelerde boy boy haberler yazılıyor, TV’lerde işçiye müjdeler veriliyor. Fona geçmek gönüllü olacakmış, kazanılmış haklara dokunulmayacakmış, işçinin bir günlük çalışması dahi artık hesaba katılacakmış, taşeron işçi de yararlanacakmış… Kamuoyu itinayla hazırlanıyor. Sermaye düzeni tek ses. Bu kez kararlılar.
Kıdem tazminatı fonu kurulması konusu, 1954 yılında yapılan 2. Çalışma Meclisi’nde de gündeme gelmiş. Yani hükümet Türkiye sermayesinin neredeyse 60 yıllık rüyasını gerçekleştirmek için kolları sıvamış oldu. Türkiye’de 1937 yılından bu yana yürürlükte olan kıdem tazminatı sistemi, yıllar içerisinde sınıf mücadelesinin seyri doğrultusunda değişikliklere uğruyor. 1975 yılında dönemin İş Kanununda yapılan değişiklikle kıdem tazminatı fonunun kurulması öngörülüyor. Ancak bu fon, yasal çerçeveye kavuşturulamıyor. Kıdem tazminatı hakkının tasfiyesi konusu, patronların gündeminden hiç düşmedi.
1970’li yılların sonunda önce bürokrasiye, ardından siyasete yaptıkları transfer ile sınıfı saldırı politikalarında, yeni bir ivme yakalamayı başardılar. Türkiye sermayesinin amiral gemisi olarak nitelenebilecek MESS’in başkanlığını yapmış, kısa bir süre sonra bu görevi bırakıp Başbakan Süleyman Demirel’in çağrısı ile 1979 yılının son aylarında Başbakanlık Müsteşarı olmuş Turgut Özal’dan bahsediyoruz.
Özal, sermaye örgütünün tepesinden ayrılıp yeniden bürokrat olmasını o dönem MESS hukuk müşaviri olan İsmet Sipahi’ye "Bir şey olsa, yeniden askere çağırsalar, gitmez misin? İşte, bu da askerlik gibidir, giderim" diyerek açıklamış. Hikayenin sonraki kısmından bahsetmeye gerek yok. Özal’ın askerliğe benzettiği yeni vatani görevinin mahiyetini biliyoruz.
Darbeden önce 1980 yılının hemen başında gündeme gelen 24 Ocak Kararları’nın mimarı sermaye adına askerlik yapmaya başlayan Özal’dır. Müsteşarlıkta ilk icraatı bu kararlar olmuştu. Askeri cunta, işçi sınıfının birçok hakkının yanı sıra kıdem tazminatına da el atmıştı. Daha önce kıdem tazminatı hesaplamasına getirilen tavan uygulaması, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti.
Darbe sonrası, bu tavan yeniden getirildi. 1983 yılında ise aynı tavan en yüksek memur emeklisinin aylığını geçmeyecek şekilde yeniden düzenlendi. Özal’ın Başbakanı olduğu ANAP hükümetinin 1984 yılında topladığı Çalışma Meclisi’nin de en önemli konusu kıdem tazminatı fonu idi. 2 yıl sonra 1986’da hükümet tarafından bir fon kurulmasını düzenleyen yasa tasarısı TBMM’ye sunuldu. Fakat işçiler ve sendikalardan gelen tepkiler nedeniyle bu taslak geri çekilmek zorunda kalındı.
Özal’ın konuyla bağlantılı bir diğer icraatı ise kıdem tazminatı dışında işçiye ek tazminatlar öngören İş Güvencesi Yasası’nı bu kez Cumhurbaşkanı olarak 1992 yılında veto etmesi olmuştu. AKP hükümetleri dönemi dahil sonraki yıllarda kıdem tazminatı meselesi, gündemden hiç düşmedi. Şimdi Başbakan Erdoğan, mirasçısı olduğunu her fırsatta dile getirdiği Özal’ın "vatani görev" saydığı misyonunu tamamlamaya kararlı görünüyor. Ancak Erdoğan, zamanında Özal’ın planlarını "Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı" sloganını yükselterek bozmuş olan emekçileri hesaba katmayı unutuyor.