SENDİKALARIN AŞILMAZ BARAJI
Türkiye sendikal hareketi de siyasal hareketler gibi baraj altında kalmaktan kurtulamıyor. Hakim güçlerin tek silahı barajlar; eğer kaldırırlarsa kendileri yok olacak; o yüzden gerek sayısal gerekse fiili barajlar mümkün olduğunca yüksek.

Yazıya nasıl başlayacağım konusunda epey zorlandım. Tıpkı Mahmut’u ne zaman tanıdığımı hatırlamak da zorlandığım gibi. Sadık Can Perinçek, Mahmut’u anlatırken "Bacağı kadar boyum olduğu zamanlar" ifadesini kullanmış; işte biz Mahmut’la bacak kadarken tanıştık. Sonra biz büyüdük, bizim bacaklarımız kadar boyu olan arkadaşlarımıza abilik, ablalık yapar olduk. Ve Mahmut’u bu hayat yolculuğunda erken kaybettik.
Mahmut’un bu vakitsiz gidişi (ölümün vakti var mıdır bilmem ama) bir şeyi ortaya, bir kere daha çıkarttı ki; biz birbirini gerçekten seven ve çok güçlü bağlan olan yoldaşlanz. Bir insana sırtını hiç düşünmeden, endişelenmeden dönebilmek, var olduğu sürece hiç kendini yalnız ve güçsüz hissetmemek, en özel sırlarını, dertlerini, endişelerini yine aynı güvenle ve yargılanma kaygısı taşımadan anlatabilmek, bir kavgada omuz omuza çarpışabilmek, diğerlerinin dertlerini kendi derdin olarak görmek, bütün gücünle, "Ölmek var, dönmek yok" diye bağırabilmek zenginliğine sahibiz.
Biz güzel dostlar, yoldaşlarız! Onun için bir yoldaşı uğurlamak çok zordur, anlatmak da… Her ölümde düşünürüm acaba ben öldüğümde neler söylenecek diye. Galiba Mahmut gibi olmayı isterim. Kavgada da, dostlukta da vazgeçilmez olmak ve yeri doldurulamayacak olmak.
SENDİKALARIN AŞILMAZ BARAJI
Türkiye sendikal hareketi de siyasal hareketler gibi baraj altında kalmaktan kurtulamıyor. Hakim güçlerin tek silahı barajlar; eğer kaldırırlarsa kendileri yok olacak; o yüzden gerek sayısal gerekse fiili barajlar mümkün olduğunca yüksek.
Özellikle sendikal örgütlenme, engelli atlama şampiyonluklanyla dolu. İşkolu barajını geçen sendika toplu iş sözleşmesi imzalama şampiyonu oluyor, ardından işyeri barajı var; bunu da aşan sendika ikinci madalyayı alıyor ama bitmedi asıl şimdi en büyük ve aşılmaz barajda sıra.
Diyelim ki bir sendika bir işyerinde yeterli sayıyı buluyor ve yetki için müracaat ediyor. Buraya kadar her şey normal seyrinde gidiyor. Fakat bundan sonra sendika bir türlü yasalann gereği olarak sözleşme masasına oturamıyor. Çünkü işveren eğer daha önce öğrenmemişse işyerinde sendikal örgütlenmenin olduğunu sendikanın Çalışma Bakanlığından çoğunluk tespitini almasıyla öğrenmiş oluyor ve başlıyor girişimlerine. Sendika üyesi işçileri bir bir işten çıkartıyor ve sendikanın yetkisine itiraz ediyor. İşverenin yetki itirazı bir yasal süreci de başlatıyor. Bu sırada işveren, işçi atmayı da sürdürüyor. Sendika da yasalara uygun hareket etmiş dahi olsa süreci tamamlayamıyor.
Sonrasında kangrene dönen bir örgütlenme hikayesi. İşçi işe iade davası açıyor, sendikal nedenden dolayı işten atıldığı yargı tarafından da karara bağlanıyor ve hem işe iadesine hem de sendikal tazminata hükmediliyor. Peki bu durumda ne olması gerekiyor? işverenin işçiyi işe başlatması ya da tazminatı ödemesi değil mi? Ama öyle olmuyor. İşveren ne işçiyi işe başlatıyor, ne de tazminatı ödüyor. Sendikalar da aylarca hatta yıllarca sürecek bir eyleme başlıyor.
Yani anlayacağınız sendikalar, asli işini, işçi de, anayasal örgütlenme hakkını kullandığı için bin pişman ediliyor. Çalışma Bakanlığı mı ne yapıyor dediniz? O da, grevde olan işyerlerinde yasadışı bir şekilde başka bir sendikaya yetki veriyor.