SENDİKACI İŞÇİYİ NEDEN VE NASIL KONTROL ALTINDA TUTUYOR?
20 yıl önceydi. Bir sendikanın Genel Merkezine yayınlarını almak için gitmiştim. Yönlendirdikleri basın danışmanı, sorguya çekti. Neden istiyordum, yayınlan takip etmekle neyi amaçlıyordum, nasıl ve nerede kullanacaktım, merakım ne zamana dayanıyordu vs.
20 yıl önceydi. Bir sendikanın Genel Merkezine yayınlarını almak için gitmiştim. Yönlendirdikleri basın danışmanı, sorguya çekti. Neden istiyordum, yayınlan takip etmekle neyi amaçlıyordum, nasıl ve nerede kullanacaktım, merakım ne zamana dayanıyordu vs.
Çok garipti. Okunsun diye basılanlann, bu kadar sakınılmasının sebebini anlayamamıştım. Çok düşündüm. O sendikanın üyesi olmayışım sebep olamazdı.
Sendikaların iç dünyasını tanıdıkça, bu kadar olmasa bile, işçinin bilgiye ulaşmasını yöneticilerin hoş karşılanmadığını, yaşadığımın istisna olmadığını fark ettim.
İşçinin bilinçlenmesi, mücadelede, sendikacının güvencesi olur sanıyordum. Değilmiş, işçinin sorgulayıcı ve mücadeleci olması, hem mücadele sırasında sendikacıyı gitmek istediğinden uzağa zorlarmış, hem de sendikanın iç işleyişi için tehlike yaratıyormuş meğer.
Yıllar içinde, bilinçli işçinin tepelendiğine, sendikalardan uzak tutulduğuna, temsilci, delege veya yönetici olmaması için her yolun denendiğine tanık oldum.
Yüreğe hançer saplanmışçasına sızıydı bu…
Bazı sendikalarda içtüzüğü bulabilmek için dedektif olmanız gerek. Ulaşsanız bile alamazsınız. Tüzüğün iç hukuku nasıl belirlediğini, seçim usullerini, ancak yönetici bilmeli, maddeler arasındaki kıvrımlarda ancak o dolaşabilmeliydi.
Benzer durumu toplu sözleşmelerde de gördüm. İşçi adına işverenden ne isteniyor, işçi bilmez. İçeride hangi pazarlıklar yapıldığını, hangi tavizler verildiğini, ya da nerede diretildiğini bilmeye imkan yok. Sözleşme bitince sadece parayla ilgili maddelerin sonuçlan bir kapıda yazılır ve duvara asılır. O kadar…
Seçimler ise başka bir dünya.
Eğer sendikaya biraz demokrasi bulaşmış ve temsilcinin belirlenmesi seçimle yapılıyor ise, işçinin hakkını savunacak, dirençli ve bilgili biri de aday olduysa eğer, yönetici için tehlike canlan çalmış demektir. Sırayla yöntemler devreye sokulur. Önce adaylıktan çekilmesi için ricacılar olur. Olmazsa, gözdağı… O da yetmezse, ona benzeyen ama kontrol altındaki başka adaylar sürülür ortaya. Oylar parçalanır ve sendikanın gösterdiği aday kazanır.
94 yılında yaşamıştım bunu. Baş temsilcilik seçimine iki adayla gitmeyi beklerken son anda dört olmuştuk. Neler yapacağımızı anlattığımız işyeri toplantılarında, ilk sözü bana veriyor, sıra kendilerine geldiğinde, aynen bana katıldıklarını ve benzer şeyler düşündüklerini söylemekle yetiniyorlardı. Komikti, durum. ‘Aynı şeyleri düşünüyorsan neden aday oldun’ dediğimde, öyle gerekti’ deyip geçiştirmişlerdi. Oy verme günü, adaylardan biri beni sandığın başına götürdü, kendi oyunu gözümün önünde bana verdi. Kusura bakma, mecbur kaldım aday olmaya’ dedi. Acıdım haline.
Gelelim en son ve önemli konu olan eğitime.
İşçinin bilinçlendirilmesini, çelik gibi olmasını sağlamak için her imkan vardı. Para, uzman, salon, malzeme vs. Buna rağmen, sınırlı sayıdaki işçinin bilinçlenmesinde seneler boyu neden bir arpa boyu yol kat edilemez, kimi işçiler neden fırsatçı, aç gözlü ve arkadaşını satmaya hazır olmayı sürdürür. Neden sınıfın mensubu olduğu, çıkarlarının ortak olduğu, anlatılamaz? Neden kendisini işsiz bırakacak, fabrikasını satacak partiye oy vermeye devam eder?
Görülen oydu ki, işçi sadece sendikacıya sorgusuz oy verecek mevzide tutulmuştu işçi. Oy vermesi için de, mezhebi, doğduğu yer, etnik kökeni ve siyasal görüşü bile kullanılmıştı.
Meğer bu gerilikler, seçilmesini garanti edecek unsurlarmış.
Ne yazık ki, bazı sendikalarda durum hala böyledir ve sendikal hareket neden sürekli zayıflıyor sorusunun cevaplarından bir kısmı da bunlardır.