ŞATODAKİ BÖCEKLER
NE yapacaktık yani; elbet hemen karşılaştırdık. Şilili madencilerin şu kadar gün sonra kurtarılması ile Karadon´da aynı sayıda madencinin anında ölümünü. Hatta: Şili´de toprak altındaki canlılar onca gün sonra çıkarılırken, Zonguldak´ta iki işçinin cesedine hâlâ ulaşılamamasını. .

Dünyanın her yerinde maden kazası olur… falan filan. Lacili, grili adamlar öyle der hep. Tamam, belki şartlar farklıdır; orada canlı çıkar, burada can çıkar. Lakin, ölülerin ruhuna da, mezarsız kayıpların anısına da, taşerona köle eşini, babasını, evladını yitirene de asıl hakaret daha başka bir şey. Bir bakanın "Güzel öldüler" diyebilmesi. Şimdi "Şili’deki bizde olsaydı üç günde çıkarırdık" diye, oradaki umutlu direnişi kibirle küçümseyip Karadon ölülerini adeta çiğneyerek böbürlenmesi. "İş kazası" denen… Ama çoğu kez cinayetle, bazen katliamla örtüşen ölümleri tamamen işçi üstüne yıkan; Ölüleri adeta hor gören bir devlet kültürü, en acısı. "Liberal ya da muhafazakâr" mevki sahiplerinin; sermaye küstahlığı dilini aynen, çabucak ve hoyratça benimsemesi. . Bilirsiniz; "İşçi Sağlığı, İş Güvenliği" diye bir kurum vardı. İçindeki "işçi" fazla geldi, yok edildi. I Canları sağ olsun! "İş Sağlığı ve Güvenliği" olan kurumun başında epeydir Kasımbey mevcuttu. Çok özel olmalı ki, onca ölü karşısında da "iş sağlığı" bozulmadı. Karadon’da işveren, yani devlet ve taşeronu tamamen kusurlu bulunduğu halde; bunun önlenmesinden sorumlu kurumun başı "Kusura bakmayın" bile demedi. Meclis’te dahi, tersane ölümleri için "Köyden hiç ayrılmamış insanlar. Ayağını hep toprağa basmış. 20 metre yukarı çıkınca düşüyor" diyebilmiş; ölümler cinayet sayılmasın diye, intihar diye tescile adanmış şahsiyet. Dünkü yazının "Tosunbey"i gibi. Sorumlusu olduğu cezaevlerinde, ona emanet 30 insan katlediliyor; daha sonra mahkemeler İdare’yi sorumlu buluyor. Utanmak, azap duymak, istifa etmek ne; üstün hizmet madalyasıyla ödüllendiriliyor, HSYK’ya uzanıyor ve şimdi "baskıdan" neyin yakınıyor! "Kasımbey" de öyle. Tersanede, madende onca ölü; onca "kusur" kaydı; yükseklere alışkın vicdanı sarsmıyor! Başbakan’ın bakanı "Güzel öldüler"; Bakan’ın müdürü "köylü bunlar" diyor! . Ne umuyoruz acaba? "İş kazaları" için şöyle yazmalarını mı: "Önümdeki her dosyada makine ve kanun dişlileri arasında ezilen işçilerin insanlık dramıyla yüz yüze geliyorum: Sakatlanma, ölüm, eşin kaybı. Büroların labirentlerinde kaybolan kurbanlar, baskıcı bir toplumun gizemli yapısında boş yere bir sorumlu arar. Burayı başımıza yıkmak yerine bizden ricacı oluyorlar." 1908’den sonra, "Bohemya İşçi Kazaları Sigorta Kurumu"nda, o gözlem ve hissiyatla çalışıp bunları yazarsan, Franz Kafka oluyorsun zaten! Yok, onca ölüm ve acı karşısında, sorumlu olduğun halde, küstahlaşıyorsan… Bir sabah kâbusla uyanıp kendini böcek bulan Gregor Samsa oluyorsun. Kendini, makamını, rütbeni yüksekte sanıyorsun; ama insanlık namına sürünüyorsun! . Tabii hak yemeyeyim: "Tersane ölümleri"ni de inceleyen Meclis Komisyonu başkanı, Franz Kafka değilse bile, pek sendika sevmeyen iktidara sendikadan gelme Agah Kafkas’tı! Ama, işçilerin acısı yerine, lidere övgüler yazmayı tercih etti! Meraklısına: Kafka’nın, eserlerine ilham veren; işverenleri insanlığa, işyerlerini insanca şartlara davetle yüklü; ayrıca teknik öneri dolu "iş" notları için "Franz Kafka: The Office VVritings (Büro Yazıları)" kitabı (Princeton University, 2009)!
UMUR TALU