Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
05 Mart 2013
MART BURADA YAS AYI

Acı ama gerçek, dünyanın en kalabalık “iş kazası şehitliği” Zonguldak’ta. Çok gitmenize gerek yok, Zonguldak Havzası Maden Şehitliği, hemen kıyıda, kentin en güzel yerinde sizi selamlıyor. Beş bine yakın madenci şehidinin adları yıllarına göre yan yana yazılmış. Onlar için bir dakikanızı ayırmanızı istiyorum. Onlar, bu ülkenin kalkınmasında temel bir hammadde olan kömürü çıkarırken öldüler. Geride gözleri yaşlı analar, bacılar, sevgililer ve yetim çocuklar kaldı…

MART BURADA YAS AYI

Acı ama gerçek, dünyanın en kalabalık “iş kazası şehitliği” Zonguldak’ta. Çok gitmenize gerek yok, Zonguldak Havzası Maden Şehitliği, hemen kıyıda, kentin en güzel yerinde sizi selamlıyor. Beş bine yakın madenci şehidinin adları yıllarına göre yan yana yazılmış. Onlar için bir dakikanızı ayırmanızı istiyorum. Onlar, bu ülkenin kalkınmasında temel bir hammadde olan kömürü çıkarırken öldüler. Geride gözleri yaşlı analar, bacılar, sevgililer ve yetim çocuklar kaldı…

Bir de asla belleklerden silinmeyecek anıları…

Neden mi Zonguldak Havzası’ndayım? Çünkü mart ayı madenciler için en acılı aydır. Çünkü yeryüzünün en büyük maden kazası 1992 yılının 3 Mart günü Kozlu madeninde yaşandı. Ölü sayısı 263 olarak belirlendi, ikinci en büyük kaza 1983 yılının 7 Mart günü Armutçuk madeninde yaşanmıştı. Ölü sayısı 103 olarak belirlendi.

Kısaca mart ayı madencinin yas ayıdır. Ben de bu yasın izlerini sürmeye çalışıyorum.

Ben ve yaşlı-genç 10’a yakın madenci havzanın en güzel bölgelerinden biri olan Armutçuk’ta, tam merkezde güneşe karşı sandalyeleri dizmiş, hem güneşlenip hem anılardan söz ediyoruz.

Bir türkü vardır, sözleri “Ayın bugün ışığı, elinde bal kaşığı, yine nerden geliyon da mahlenin yakışığı” diye uzayıp gider. Armutçuk’ta kime “nerden geliyon” diye sorarsan, ya madenden geliyor ya da madene gidiyor…

Ya da madenden emeklidir.

Bizim küçük grubumuzda da kimi vardiya saatini bekliyor, kimi emekli, kimi de maalesef işsiz. Sürüp giden sohbetimize buyurun.

‘Girme sakın kör bacaya, karı gider kocaya’
Söze “Önce şu sözlerin manasını bana bir açın” diye başlıyorum, “her yerde duyuyorum; girme sakın kör bacaya, karı gider kocaya”.

Emekli maden işçisi Osman Bey, “Bunu ben açıklayayım” diyor. “Bak şimdi, yerin altında kör bacalar vardır, nasıl mı, oraları çalışılmış, kömürü çıkarılmış yerlerdir, gözü kör olası metan gazı en çok oralarda birikir. Bacaya şöyle bir girdin mi, öyle pat diye değil, köşesinden bucağından biraz dokun, iki saniyeye kalmaz, gidersin… Bu nedenden, bütün kör bacaların kapısında ölüm işareti vardır. Ama insanoğlu tuhaf, bazen basireti bağlanır, mesela en basitinden su dökmeye oraya giren olur ya da ayağı kayıp düşen olur. Ölürsün, eh sen ölürsen kadının da başkasına gider. Bu kadar basit. Ben böyle iki ölü çıkardım.”

Osman Bey, ölümden o kadar doğal bir şey olarak söz ediyor ki, buna şaşırdığım belli oluyor. Sözü alan bir başka maden işçisi emeklisi “Sen büyük patlamadan sonra burasını görseydin, iki ölüye şaşırmazdın” diye söz giriyor. “Şu arka taraf var ya, aha işte şurası, hastanenin bahçesi, büyük patlama olduğunda, sıra sıra cesetle dolmuştu, dile kolay 103 kişi… O günü kimse unutmaz. Yaralılar, deli gibi ne yaptığını bilmeden dolananlar, ölülerini arayan kadınlar, nişanlısını arayan genç kızlar, babalarının cesetlerine sarılmış çocuklar… O kadar çok ceset vardı ki… Sahipli olan cesetler alındı, köylerine götürüldü. Ama sahipsiz olanlar da vardı, biri hiç unutmam Vanlıydı, cesedi dört gün bekledi. Ne arayanı oldu ne soranı, sonunda belediye onu yukarıdaki şehit mezarlığına gömdü. Kimsesiz gömüldü… Ama biz oradaydık, onun ailesi bizdik.”

‘Maskeler patlamadan sonra geldi’
Maden işçisi Abdullah Bey, dehşetli kızgın, “Dünyanın başka madenlerinde neden iş kazası olmaz? İşte asıl soru bu” diyor. “Düşünsenize, o zamanlar sulu lağım sistemi yoktu, yani kömür tozları havada uçuşurdu. Ve metan gazının ölçülmesi artık Allah’a kalmıştı. Yav düşünsenize, bizim hepimizin maske takmamız gerekiyor, peki buraya bu maskeler ne zaman geldi ? Ne zaman ki, Kozlu’da 1992’de büyük patlama oldu, 263 kişi öldü, üstelik çoğu kurtarılabilirdi, işte o zamandan sonra maskeler geldi. Uluslararası müfettişler dünyayı ayağa kaldırdılar… Bu madenlerde ölüm kol geziyor, diye.”

Yaşlılardan biri söze girip “Burada hiç kimse fedailik sistemini bilmez, ne bela olduğunu hiç bilmez” diyor. “Benim gençliğimde, metan gazı şimdiki gibi teknik ölçülmüyor. Ne yapılıyor, alınıyor bir kanarya, yürünüyor, kanarya ölürse durum vahim… Bir de fedailik vardı, yani ölümün üstüne gidenler, ilk onlar bacaya girerlerdi, metan gazını ilk onlar solurdu, içlerinde çok ölen olurdu, ama ailesinin bakımı garantiydi, oğlu da madene işe alınırdı. Ah, bu kent öyle çok zulüm yaşadı ki… İflah olmaz.” Bu sözler üstüne herkeste bir suskunluk oluyor. Benim aklıma, bir gece önce beni evinde misafir eden, maden işçisi ve araştırmacı Kadir Tuncer’in anlattıkları ve bana izlettiği videolar geliyor. Bu kentin tarihinde “mükellefiyet” diye, zulümle eşanlamlı bir olgu var. Ve bu bütün gelecek zamanları etkilemiş… Mükellefiyet dönemine daha sonra gireceğiz, şimdilik sohbetimiz Armutçuk’ta sürüyor.

Madenci kenti Armutçuk
Armutçuk eski bir yerleşim merkezi değil. O, cumhuriyetle birlikte oluşturulmuş. O zamanlar mühendislerin, memurların oturdukları lojmanlardan oluşan mahallelere “beyazların yeri” denilirmiş ve işçilerin ve çocuklarının bu bölgelere girmesi yasakmış. İşçiler daha aşağılardaki küçük, kendi yaptıkları evlerde ve çoğunluk “pavyon” denilen barakalarda yaşarlarmış. Şair madenci SalimÇalık gülerek anlatıyor: “Beyazların oturduğu mahallede bir voleybol sahası vardı, biz işçi çocukları toplanıp sahayı basardık. Bir tenis kortu bile vardı. Bir bölge düşünün, bir yanda balolar, eğlence, bir yanda pavyonlarda bitlerini ayıklayan işçiler.” On yıldır, TTK’nin işçi alımını durdurması ve zorunlu emeklilik nedeniyle bölgedeki işçi sayısı azalmış. Devlet madenlerin bir bölümünün işletmesini özel sektöre devretmiş. İşte kıyamet de buradan kopuyor. Çünkü aynı karanlığa giren, aynı kazmayı sallayan devlet işçisiyle özel sektör işçisinin aldığı ücret ve sosyal haklar arasında adeta bir uçurum var. Ama işsizlik buralarda kol gezdiğinden, bu uçurumun yarattığı eşitsizlik şimdilik geçmiş yılların anlı şanlı direnişlerine dönüşmüyor. Örneğin karşımda genç bir maden işçisi duruyor (adını vermek doğru olmaz), o özelde bile olsa iş bulduğu için neredeyse her gün dua ediyor. Evli, iki çocuğu var ve aylık 800 Türk Lirası alıyor. Hiçbir sosyal hakkı yok, güvencesi yok. Sadece sigortalı. Çevredeki 1991 Büyük Ankara Yürüyüşü’ne katılan madenciler sessizce iç geçiriyorlar. Ama o büyük yürüyüşten sonra, TTK yürüyüşe katılanların büyük çoğunluğunu emekli yapmış. Yeni işe alış sistemleri kurmuş, farklı farklı beş sözleşme var. Ücretler oynak. Sendikaların durumu ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Ama bellek unutmaz ve bir kentin tarihinde zulüm ve büyük direnişler varsa, o kent asla yumuşamaz. Asla ehlileştirilemez.

Bu ceset benim cesedim değil!
Güneş hâlâ bizi ısıtıyor, meydandaki küçük toplantımıza gelenler gidenler çoğalıyor. Herkesin anlatacak bir hikâyesi var, birden bir ses yükseliyor: “Kocasının cesedini kabul etmeyen kadını anlattınız mı?” Çevremdekiler hep birlikte “hayır” diyorlar. “Öyleyse ben anlatayım.” Büyük patlama olmuş, 103 ölü var ama birinin cesedi yok. Ölüler arasında adı var, kendi yok yani. Ölünün karısı çırpınıyor, “Cesedim de cesedim!” İdare ne yapacağını şaşırıyor, çünkü ceset bulunmazsa tam beş yıl kadına para bağlanamaz. Birisi diyor ki: “Yahu zaten bütün cesetlerin kolu bacağı kopuk, kadıncağıza da bir ceset parçası verelim, ölüsünü bulmuş saysın.” Yapıyorlar, kadın ceset parçasını alıyor, köyüne gidip gömüyor, aradan tam dört yıl geçiyor, aynı damarda kaybolan ceset hiç bozulmadan yeryüzüne çıkmaz mı? Cesedi alıp, kadının köyüne varıyorlar, “Müjde, senim beyinin cesedini bulduk” diyorlar. Kadın gelenlere şöyle bir bakıp, “Ben kocamı yıllar önce gömdüm, bayramlarda gidip duamı ettim, mezarını suladım, çiçeğini büyüttüm. Alın gidin cesedinizi, benim kocamı da toprak altında rahat bırakın” diyor. Kadına hak veren var, vermeyen var. Bu arada söz dönüp dolaşıp, Armutçuk’ta hayatın artık sıfırlandığına geliyor. Eski zamanların parlaklığı sönmüş, esnaf her gün kepenk kapatıyormuş, genç nüfus kendini dışarı atmak istiyormuş ama bölgenin büyük kentlerde yaşayanı pek azmış. Bu nedenle büyük şehirlere gidenlerin elinden tutan yokmuş.

TTK işçi alımı iyice durdurmuş, zaten 30 kişi alınacaksa tam 1500 kişi başvuruyormuş. Alınanlar da zaten torpilliymiş…

Abdurrahman Bey, eski bir maden işçisi, çok dertli. “Bak burada her on kişiden dokuzu tefeciye borçludur” diyor. Dikkat et, bankalara demiyorum, tefeciye borçludur. Bankalar artık bize kredi vermiyor, hep birlikte, bütün kasaba düştük mü tefecinin eline, eh, oğlanlara, kızlara para yetiştirmemiz gerekiyor. Bu nedenden emekli parasını bozdurana pek sık rastlanır bizim buralarda. Elde avuçta bir o kalmıştır, tefeci onu da elimizden alır. Oysa emekli parası bizim tek geleceğimiz, tek güvencemizdir. Yani anlayacağınız, ‘ölürsen kurtulursun”.

DİĞER HABERLER
CARGİLL’DE İMZA TÖRENİ
CARGİLL’DE İMZA TÖRENİ

Sendikamızın kısa bir süre önce toplu iş sözleşmesi görüşmelerini anlaşma ile tamamladığı Cargill’de işveren heyetinin ve yönetim kurulumuzun katılımı ile imza töreni düzenlendi.

İŞSİZLER ÖDENEĞE ERİŞEMİYOR
İŞSİZLER ÖDENEĞE ERİŞEMİYOR

Koşulların ağır olması ve kaynakların amacı dışında kullanılması nedeniyle işsizlik ödeneğinden yararlananların sayısı azılıyor.

EMEKÇİNİN GREV HAKKI İADE EDİLDİ
EMEKÇİNİN GREV HAKKI İADE EDİLDİ

AYM, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkını engelleyen düzenlemeyi iptal etti.

YABANCI GİRİŞİNDE UMUT VERİCİ GELİŞME
YABANCI GİRİŞİNDE UMUT VERİCİ GELİŞME

Merkez Bankası’nın dün açıkladığı menkul kıymet istatistikleri seçimden sonraki haftada yabancıların hem hisse senedi, hem devlet iç borçlanma senedi alarak döviz getirdiklerini gösteriyor.