KÜRESELLEŞME, KRİZ VE ‘JEO-EKONOMİNİN DÖNÜŞÜ’
Geçen hafta, önemli ulusal/uluslararası gelişmelerin nedenlerine ışık tutabileceğini düşündüğüm iki çalışmaya rastladım; çok kısaca aktarmayı deneyeceğim.
Siyasi güç – ekonomik çıkarlar
Avrupa Birliği dış politikası üzerine, 11 makaleden oluşan bir çalışmaya göre (Challenges for European, Foreign Policy in 2012, What kind of geo-economic Europe?– FRIDE, Madrid, Şubat, 2012, 113 sf.) ekonomik büyümenin büyük önem kazanması (mali kriz) “ülkelerin dış politikasında ‘jeo-ekonomi’ eğilimlerinin ‘uğursuz bir biçimde’ yükselmesine yol açtı”.
Çalışmada, “jeo-ekonomi”, gelişmiş, yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin dış politikalarında “çatışma mantığıyla tecimsel yöntemlerin kesiştirilmesi” olarak tanımlanıyor; içeriğiyse “ekonomik varlıkların siyasi nüfuza tahvil edilmesi, siyasi gücün bir rekabet, işbirliği karışımı içinde ekonomik amaçlar için kullanılması” olarak açılıyor; “ekonomik amaçları” da ekonomik büyümeyi destekleyecek, sürdürülebilir kılacak, enerji, su gıda, mineraller, madenler vb. dış kaynaklara ulaşmak oluşturuyor. Çalışmada, “Sürdürülebilirliğin, tarihte hiç bugünkü kadar önemli konumda olmamış olduğuna” bu yüzden, “kaynaklar üzerinde rekabetin öneminin gittikçe artacağına” işaret ediliyor.
Çalışmadaki, makalelerde ayrıntılarıyla ele alınan bu saptamalardan çıkan sonuçlar arasında, iki tanesi özellikle önemli. Bunlardan birincisine göre, dünyada ekonomik, siyasi güç düzeninde çok önemli bir yeniden dağılım süreci yaşanıyor; buna bağlı olarak yerleşik ticaret ve yatırım kalıpları değişiyor, bu da ekonomik büyümeyi sürdürmek için gerekli kaynaklar üzerinde devletler arası rekabeti hızlandırıyor. MALİ kriz bu ana eğilimleri hızlandırmış, gelişmeler yerleşik küresel yönetişimde gerginlikleri arttırmaya başlamış. Artık ulusal güvenlik, devletler arası rekabet sahneye egemen olmuş, küreselleşme mantığının yerini merkantilizm almış. Ülkelerin içinde yükselen muhalefetin de, uluslararası alanda jeo-ekonomi eğilimini güçlendirmesini bekleyebiliriz.
İkincisine göre, başta, Almanya, Fransa, İtalya vb. gibi büyükler olmak üzere, AB üyeleri kendi jeo-ekonomik politikalarının peşinden giderken ulus devletler, ulusal çıkarlar yükselerek AB’nin geleceğini tehdit eden basınçları güçlendiriyor. Artık AB üyelerinin dış politikaları yeniden ulusallaşıyor. Bu da üye devletler arasında rekabeti hızlandırıyor.
Toprak kapma yarışında yeni dalga
İkinci çalışma, (Opening Pandora’s Box: The New Wave of Land Grabbing by the extractive Industries and Devastating Impact on Earth, Gaia Foundation, 2012, 56 sf) jeo-ekonominin yükselişinin öteki yüzünü sergiliyor.
Bu araştırma 2008 mali krizinden bu yana, maden çıkarma, katran kumları petrolü elde etme, toprak katmanları içindeki gazları çıkarma teknolojilerine yapılan yatırımları, spekülatif sermaye hareketlerini; bu yatırımların dünyanın su kaynakları, ekolojik sistemi, insan toplulukları üzerindeki yıkıcı etkilerini sergiliyor. Çalışmanın örneklediği gibi, içme suyu, tarımsal su kaynakları tüketiliyor, çevre zehirleniyor, topluluklar geleneksel topraklarından sürülüyor, direnenler çoğu zaman öldürülüyor. Alternatif enerji kaynaklarına, çevre dostu üretim tekniklerine yatırım yapılacağına, dev şirketler, devletler, bu zehirli teknolojilere yatırım yapmaya, daha önce kapalı olan doğal parkları ekosistemleri sermayenin hizmetine açmaya devam ediyorlar. Bu tür metaların piyasalarına yatırılan fonların çapı on yıl önce yaklaşık 10 milyar dolarmış, bu fonlar 2012 yılında, 2011’e göre yüzde 50 artarak 450 milyar dolara yükselmiş
Devletler bunları yaparken ulusal ve uluslararası alanda kaynaklara, topraklara erişimin önündeki engelleri ortadan kaldırma konusunda birbirleriyle yarışıyorlar.
Çalışma, bu alanda Avrupa Birliği’nin, Critical Materials for the EU başlıklı, maden çıkarma endüstrisiyle yakın ilişki içinde olan Avrupa parlamenterleri inisiyatifiyle hazırlanan bir rapora işaret ediyor. ABD Enerji Bakanlığı’nın da Critical Materials Strategy başlıklı benzer bir raporu varmış. Geçen ekim ayında, ABD’de iki partinin ilgili sanayilerle ilişkili temsilcilerinin katılımıyla, The Association of Rare Earth (RARE) başlıklı bir örgüt kurulmuş. Örgütün amacı, “rare earth” olarak adlandırılan, yeni teknolojiler için gerekli minerallere erişimi engelleyen, ülke içinde ve dışındaki etkenleri ortadan kaldırmak olarak tanımlanıyormuş. ABD Senatosu’nda, Çin’in “rare earth” piyasalarındaki etkisini kırmayı amaçlayan bir grup oluşmuş. Almanya da, Almanya’nın 12 dev uluslararası şirketinin bu “rare earth” minerallerine ulaşmakta karşılaştıkları ve karşılaşacakları engelleri kaldırmaya yönelik bir örgüt kuruyormuş.
Horozu betimleyip adını tavuk koymak…
Jeo-ekonomi kavramına, bu iki çalışmanın ışığında bakınca, “aslında emperyalizmden, yükselen güçlerin, ekonomik krizin, getirmeye başladığı bir yeniden paylaşım baskısından, yarıştan söz ediyorlar ama, adını koymaktan ısrarla kaçınıyorlar” diye düşündüm.
İlk çalışmada dikkat çeken bir diğer nokta da “Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, demokrasi, serbest piyasa geliyordu…. Böyle mi olmalıydı, küreselleşme devlet aktörlerinin eline mi geçmeliydi?… falan filan yakınması, şaşkınlığı ve tabii korkusu.
“Küreselleşme” denen şeyin krizin yarattığı bir biçim olduğunu, ulus devletleri ortadan kaldırmayacağını, kendi çelişkilerinin altında ezilmeye başlayınca türlü felaketlere yol açmasının kaçınılmaz olduğunu, 1990’ların ortasından bu yana her fırsatta bıktırana kadar vurguladık. Devlet ve sermaye ilişkisi konusunda her türlü kendini beğenmiş ukalalıkla, emperyalizmden her söz ettiğimizde, saçma sapan bir “ulusalcılık” suçlamasıyla karşılaştık.
Efendim, “ulus devlet” kapitalizmin bir dönemine aitmiş, artık etkisini, gücünü yitiriyormuş. Ne saçmalık! Sanki, “ulus devlet”, kapitalizmin ortaya çıktığı karmaşık ilişkiler ortamının en önemli bileşenlerinden bir değil de, kapitalizme dışsal, kapitalizmin bir yerde ortaya çıktıktan sonra nasılsa bulup işine geldiği sürece kullandığı, şimdi de bir kenara bırakmaya başladığı bir araç.
Kapitalizm sermaye değildir, emek ve sermayenin çelişkili birliği, bu birliği oluşturan çok sayıda ilişkinin bütünlüğüdür. Devlet de, özel mülkiyeti koruma, mekân düzenleme, emek denetleme (disiplin ve ceza), kaynak sağlama süreçleriyle olan organik ilişkisinden dolayı bu bütünlüğün olmazsa olmaz bir parçasıdır, bu bütünlüğün kurulmasında belirleyici rol oynayan etkenlerden biridir. Kapitalizm var olduğu müddetçe, savaş, sömürgecilik, emperyalizm, devrim, isyan var olmaya devam edecektir. Devlet bu süreçlerin organik parçasıdır. Bir ulus devletin ortadan kalkmasıysa, savaş, sömürgecilik, işgal, bölünme (aslında iki ulus devlet üretme), devrim dışında söz konusu olmayacaktır.