Dünya Ekonomik Forumu öncesinde İngiliz yardım kuruluşu Oxfam ‘’Çalışmayı ödüllendir, Zenginliği değil ‘’ isimli bir rapor yayınladı. Bu raporda, Dünyanın en varlıklı yüzde 1’lik kesiminin geçen yıl yaratılan küresel servetin yüzde 82’sine sahip olduğunu, ancak nüfusun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,7 milyar kişinin ise bu pastadan hiçbir pay alamadığını açıkladı.
2 Ocak 2018 günlü bu köşedeki yazımda Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporunda tespit edilen sorunları sıralamıştım. Gelir dağılımının aşırı bozulması BM ‘in bu raporunda da yer alıyor.
Dünyada zengin devletlerle fakir devletler arasındaki farkın açılması, İnsanlar arasında zengin- fakir farkının yükselmesi, diktatörlerin artması Dünyanın demokraside ve hukukun üstünlüğünde geri düşmesinin temel nedeni küreselleşmedir.
Küreselleşme sermaye hareketlerinde bir hareket getirdi, Dünya ekonomisi canlandı ve fakat son on beş yılda, spekülatif sermaye hem ekonomiye, hem de siyasete hakim oldu. İnsanlık kan kaybetti.
Küresellleşme sürecinde Finans sektörü reel sektör aleyhine büyüdü. O kadar ki spekülatif sermaye birçok ülke de, siyaseti de kontrol altına aldı. Söz gelimi Soros’un açık toplum enstitüleri, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bol para dağıttı, ideolojik ve siyasi alanda toplumu yönlendirmek için çalıştı.
Yine Küreselleşme sürecinde spekülatif sermayenin cirit atmasına karşı, mal hareketleri kısmen serbest hareket etti, emek faktörünün hareketine ise tersine sınır getirildi.
Geldiğimiz süreçte artık Küresel sürecin sürükleyici unsuru olan Sermaye hareketleri maalesef dünya para sisteminde yeni arayışlara yol açacak kadar global istikrarı bozdu.
Buna karşılık küreselleşme ile gelişen iletişim ve haberleşme, sosyal medyanın gelişmesi, Toplumların çevre ile etkileşime girmelerini, gelişti ve tüm insanlığın refah toplumlarında olan insan hakları ve demokratik özgürlükleri öğrenmeleri kolaylaştı.
Gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ve refah toplumlarının yaşam tarzlarını öğrendi. Bunun içindir ki küreselleşme sürecinde aynı zamanda toplumların demokrasi ve refah talebi arttı.
Spekülatif sermayenin doymaz iştahı ve hırsı olmasaydı, sermaye gibi emek faktörü de serbest dolaşabilseydi, o zaman dünya refahına etkisi daha yüksek olurdu.
Küreselleşmenin getirdiği gelir -fırsat ve imkan eşitsizliğini, Demokrasi sorunundan ayırmak gerekir. Bu sorunu demokrasi sorunu olarak görürsek, çıkmaza gireriz.
Dünyada ekonomik konjonktür değişmek zorundadır. Söz gelimi ikinci Dünya harbiden sonra, dünyada kalkınmayı ve istikrarı, Keynesgil politikalar ağırlıklı uygulama sağladı. Kamu harcamalarının artırılması talep artışı yarattı. Ancak sonunda enflasyon oldu. Devletin piyasayı yönlendirmesi, bir süre etkili oldu ve fakat sonunda bürokrasi sorunu ortaya çıktı.
1980 sonrası yeni bir dışa açılım, özelleştirme ve küreselleşme başladı. Bu gün küreselleşme tersten kesmeye başladı.
Yapılması gereken, Mülkiyet hakkının, Demokratik değerlerin, Hukukun üstünlüğünün, Mülkiyet haklarının korunarak, yeniden devlet- piyasa optimal dengesi kurmak ve Dolar yerine yeni bir dünya parası geliştirmektir.
Öte yandan ekonomiye salt büyüme penceresinden değil, kalkınma penceresinden bakılmalıdır.
Ekonomik kalkınma veya İktisadi gelişme, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla da büyümeyi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Halkın değer yargıları, dünya görüşü ile tüketim ve davranış kalıplarındaki değişmeleri içerecek biçimde toplumsal ve kurumsal yapıda dönüşüme yol açan bir büyümedir.
Söz gelimi, bir toplumun eğitim düzeyi ve eğitim kalitesi, kişi başına düşen doktor sayısı, çocuk ölüm oranı, kişi başına düşen gazete, okuma oranı, öğretmen sayısı gibi sosyal ölçütlerle, çevre şartlarının iyileşmesi de kalkınmanın birer göstergesidir. Ayrıca teknolojik gelişmede kalkınmanın bir unsurudur.
Kalkınma anlayışına, reel anlamda görülebilen geliri artırma yanında, görünmeyen ve refah artışında önemli katkıları olan seçeneklerde var. Bu seçenekler arasında İnsan hakları ve demokratik özgürlükler başta gelir.
Gelir seviyesi ne olursa olsun, insanların manevi tatmini için önce bağımsız ve özgür olmaları gerekir.