KRİZ GELİYOR! DEMEK NE DEMEKTİR?
Yunanistan´da kriz önlemi eri rim başarısızlığa uğraması, İtalya´nın da yeni Yunanistan olmaya ilerlemesi, İspanya, Portekiz ve öteki bir çok ülkedeki ekonomik sıkıntıların kronikleşmesi, euro bölgesinde dalgalanmaları hem sıklaştırdı hem de dalgaların etkisini artırdı.

Yunanistan’da "kriz önlemi eri "rim başarısızlığa uğraması, İtalya’nın da "yeni Yunanistan olmaya" ilerlemesi, İspanya, Portekiz ve öteki bir çok ülkedeki ekonomik sıkıntıların kronikleşmesi, euro bölgesinde dalgalanmaları hem sıklaştırdı hem de dalgaların etkisini artırdı.
ABD’de de ekonominin yeni para ihtiyacı ve en zengin kesimlerin vergilendirmesi istemi Obama yönetimiyle Meclis ve Senato’nun arasın açılması, ABD’nin borçlanmada sınıra dayandığı haberleriyle birleşince, başlıca kapitalist merkezlerde yeni bir kriz dalgasının beklentisi güçlendi.
Ve etkin uluslararası sermaye merkezleri, "Büyük ve yeni bir kriz dalgası geliyor" uyarıları yapmaya başladı. Bu tartışmaların Türkiye’ye yansıması; "Yeni bir kriz geliyor; herkes hesabın ona göre yapsın"dan, "Dövizle borçlanmayın!"a kadar benzer uyarılar yapılmaya başlandı. Ve bu uyarılar sadece basın ve kamuoyunda bir tartıma olmaktan öte bakanlar arasında bir tartışmaya da dönüştü.Bu tartışmalar içinde dolar 1.7, euro 2.45 TL gibi tarihi zirveleri görmeye başladı.
İşçi sınıfı, sendikalar ve emek örgütleri için sadece kriz tartışmalarına katılmakla sınırlı bir hareketlenme elbette yeni bir tarihsel ve affedilmez bir hata yapma anlamına gelmektedir. Çünkü "Krizgeliyor" uyarısını hükmet ve patronlar; 1-) Krizden en az etkilenmek için yeni önlemler almak! 2-) Krizin yükünü işçi sınıfına, halka yıkarak krizi fırsata çevirmek üzere hazırlık yapmak olarak anlayacaklardır, anlamaktadırlar da.
Sendikalar ve emek örgütlerini asıl ilgilendiren ise bir krizin nasıl ve ne boyutta çıkacağından öte; uluslararası ve iç sermaye güçlerinin saldırısına karşı, ortak bir mevzide birleşmek ve krizi bu sefer emekçiler için bir fırsata dönüştürecek taktikler geliştirmek üzere girişimleri yoğunlaştırmak olacaktır. 2008’de patlak veren büyük kriz dalgasından sonraki gelişmelerden biliyoruz ki, büyük sermaye güçleri bu krizi bir fırsata çevirerek, olağan zamanda çıkarmadıkları yasa ve düzenlemelerin büyük çoğunluğunu "Kriz var!" gerekçesine dayanarak hayata geçirmişlerdir.
Ancak, geçen üç yıla karşın sermaye güçlerinin, bu krizden çıkış için, geçmişte Keynescilerin yaptığı kadar bile bir çare bulamadıkları da bu dönemin diğer bir gerçeğidir. Şimdi, "yeni bir kriz dalgası"ndan söz edilmektedir ve uluslararası sermaye odaklarının elinde krizin yükünü işçi sınıfına ve halklara yıkacak kimi önlemlerden (ücretleri düşürmek, esnek çalışmayı yaymak, emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmek, ülkeni yeraltı ve yerüstü servetlerini büyük sermaye odaklarının yağmasına açmak) başka bir "krizden çıkış" reçetesi yoktur. "Kıdem tazminatları"nm kaldırılması ya da adı var kendi yok hale getirilmesi, "Özel İstihdam Büroları"nm açılması ve büroların statükosu oluşturma adına ve işçilerin sendikalaşmasının önündeki engelleri sınırsız biçimde artıracak düzenlemeler getirilmesi, kamuda 657’nin getirdiği işgüvencesi öteki çalışanı koruyan önlemlerin kaldırılması ve kamu emekçilerinin ikramiyelerinin biri biçimde gaspının da "krizfırsatları"nm ilk akla gelenleri olacağından şüphe etmek için bir neden yoktur.
Ücret düşüklükleri ve ücretleri nominal olarak bile düşürme, yapılmış TİS’leri tanımama, kitlesel işçi kıyımları, üretimle doğrudan ilgili işlerinde taşeronlara aktarılması; yasa hak-hukuk tanımadan çevre ve tarihi SİT’lerin yağmaya açılması, eğitimi, sağlık hizmetlerden katkı payı adı altında yapılan tahsilatın artırılması,…yeni bir kriz dalgasının sermayeye sunacağı fırsatlar olacaktır.
Tabii ki; sınıf partisi, sendikalar, emek örgütleri; emek ve demokrasiden yana her türden güç odağı, sınıftan aydınlar, sanatçılar, bilim çevreleri, ortak bir strateji oluşturup, bu strateji etrafında ortak bir mücadele içine girmezlerse! Bu örgütlerin bugünkü hallerine bakıldığında "Kriz geliyor!" tartışmasında, krizin geleceği yerin bu örgütlerin yöneticilerinin ilgi alanında olmadığı görülüyor. Hatta bugün sermaye güçleri, patronlar, uzmanları, sıcak, gece- gündüz demeden çalışırken sendika ve emek örgütü yöneticilerinin çoğunun uzun ve konforlu bir tatille kendilerini ödüllendirdikleri de ayrı bir derttir.
Ancak bütün olumsuzluklara karşın; emek güçleri derlenip toparlanması için pek çok neden vardır. Ve burada da sınıfın ileri unsurlarının, olduğu kadarıyla sınıftan yana her kademeden sendikacıların ve sendikal platformların harekete geçmesi, bu tersine gidişe son verip; krizi, krizin yükün bu sefer krizi çıkaranlara yıkacak bir fırsata dönüştürebilir.