Yerel seçimler yaklaşıyor; partilerde, adaylar cephesinde bir hareketlenme var da, toplum açısından aynı şeyi söylemek zor. Nasıl olsun? Dertleri, kaygıları başından aşkın; seçimleri düşünecek hali pek yok.
Şu, durmadan değişen eğitim sistemi bile az dert mi birçok aile için? Son 1o yılda milli eğitime beş ayrı bakan gelmiş, her biri de öncekinin yaptığını bozmaktan geri kalmamış. Sonunda öyle bir yap boz tahtasına dönmüş ki eğitim sistemi, sistem demek için düşünmek lazım!
Gündelik dertlerin yanında büyük kaygılar da var tabii. Bir Suriye derdi var örneğin; bir de “ille savaş” diye tutturanlar…. Şimdi kimyasal silahların teslimi koşuluyla ABD’nin saldırıdan vazgeçecek olmasından bayağı üzülmüşler ki, “yalnız kimyasal silah mı; öteki silahlar ne olacak?” deyip duruyorlar. Yani,
100 000 insanın ölümü, 1 milyon insanın oraya buraya sığınması yetmemiş, hala savaş diyorlar! Esad’a diz çöktürülse bile, Suriye’ye, Suriye halkına ne olacağını düşündükleri yok. Bir üçüncü yolun bulunabileceği ihtimali ise umurlarında değil.
Putin’in çıkışı ilginç bu arada. New York Times’daki yazısıyla Amerikan halkına sesleniyor. En büyük argümanı da, “uluslararası ilişkilerde iyi kötü bir uzlaşma/ güvenlik aracı konumundaki BM’i devreden çıkarıp geçmişteki Milletler Meclisi’nin kaderini ona yaşatmayalım” yönünde. BM’nin güçsüzlüğü ile beş ülkenin denetiminde olması nedeniyle ona fazla bel bağlamayacağı belli de, hepten devreden çıkmasının tehlikeleri gerçekten büyük. Bu yüzden, Putin’in ne kadar barıştan yana, ne kadar haktan, adaletten anlar olmasını bir yana koyup, bu argümanı önemsemek gerek.
Hele bizim gibi, BM’in uluslar üstü konumu ve rolünü güçlendirmeye ihtiyaç duyan ülkelerin BM’in by-pass edilmesini değil, aksine beş daimi ülkenin denetiminin azaltılmasını istemeleri gerek. Ama insan hakları ihlallerini, uluslararası sözleşmelere boş verilmesini adet edinen bir ülkede, BM, neymiş, nasılmış umursanmıyor ki!
Bir de barış sürecinin nereye gittiği ve bir türlü ortaya çıkamayan demokratikleşme paketi var. Bekliyoruz da, beklerken, umut mu duyalım, endişe mi; bilemiyoruz! PKK sabırsızlanıp ufak ufak tehditlere başlamış; BDP kaygı içinde beklentileri sıralıyor. Hükümet tarafı ise, bir yandan demokrasi paketini görüşürken, öte tarafta AKP Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, blöfü yutmamaktan, terör örgütüyle pazarlık yapmayacaklarından söz ediyor. Ne yapacaklarsa, Türkiye’nin ihtiyacı olduğu için yapacaklarmış! İyi de, zaten Kürtlerle barış içinde birlikte yaşamak Türkiye’nin en büyük ihtiyacı değil mi?
Tabii bunu isterken, bunca savaş ve kayıptan sonra, Kürt tarafının senin her “münasip” gördüğüne evet demeyeceğini bilmek gerekir ki, ülkeyi düşünmek asıl buradadır.
Bunla da sınırlı değil dertlerimiz. Bitmeyen eylemler, sıkılmaya devam edilen gazlar ve polis şiddeti de berdevam. Üstüne üstlük ölüme yol açan şiddetin üstünün örtülmesi de skandal boyutuna varmakta. Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesine ilişkin kamere kayıtlarının bir de bilirkişi tarafından silindiği ortaya çıkıyor; Hatay’da eylemci gencin öldürülmesi damdan düşmeye bağlanıyor…. Sonra da, ölen bu gençlerin ne kadar “zararlı” eylemciler olduğuna ilişkin polis kayıtları… Bir yandan, toplum, polisin yanlış yapmadığına ikna edilecek; öte yandan “aman ha, eylem meyleme karışayım demeyin, her şey kontrolümüz altında” korkutmaları…
Tüm bunlar arasında, seçimle ilgili yazmak ne mümkün!
Oysa, özellikle sol partiler için Gezi direnişi ve direnişçileriyle buluşmanın ne kadar önemli olduğunu yazmak isterdim.
Gezi ruhuna asıl destek, bu ruhu siyasete taşımak olur diye düşünüyorum.. Kolay değil, zor, kimine göre de imkansız…. Gezi direnişçileri ve destekleyenleri arasında, mevcut siyasetten ve siyasal partilerden umut kesen çok. Ancak yeni bir partinin oluşması ve güç kazanmasının kolay olmadığını birçok deneyimden biliyoruz. Siyaset dışı kalmaksa, özellikle yerel yönetimlerle ilgili seçimler açısından ne doğru, ne de mümkün. Ağaçtan ormana, köprüden kentsel dönüşüme, özel yaşamdan sağlıklı kentlere kadar hangi konuya el atsan, yerel yönetimlere ulaşmak gerektiği ortaya çıkıyor. Öyleyse?
Öte yandan CHP’nin kendi şansını arttırmak için, “örgüt ne diyor, kurmaylar ne istiyor”un ötesinde “ortaya çıkan Gezi ruhunu ateşleyecek kimler olabilir? sorusunu dikkate almalarında, adaylarını bu ruhun temsilcileri arasından seçmelerinde yarar olacağını düşünüyorum. İsimler, yerel seçimler için çok önemli; Gezi olayları da kapalı devre siyasetten vazgeçmek için bir fırsat.
Kadın adaylarla ilgili yazacaklarım da var. En başta da, kadın adayın çokluğundan önce kadınların içlerinden bazılarını seçtirmek üzere bir strateji ve dayanışma izlemelerinin önemli ve gerekli olduğunu konuşmak isterdim. Artık başka yazıya….