Artık “geliyor” demiyoruz; çünkü geldi.
Ekonomik krizden bahsediyorum. Dün bir gazete enflasyon oranları için, “Krizden de beter” başlığını atmış. Enflasyon nedir, alım gücü değil mi? Eğer alım gücü bu kadar hızlı düşüyor ise bu kriz değil de nedir?
Kriz, üretim maliyetlerinin artmasıdır;
Kriz, işten çıkartmadır;
Kriz, daha fazla işsiz demektir;
Kriz, daha yüksek enflasyon demektir;
Kriz, ekmeğin, suyun, elektriğin, ısınmanın bedelinin artmasıdır;
Kriz, daha az et yemektir;
Kriz, daha eski giymektir;
Kriz, daha fazla yoksul demektir;
Kriz, daha fazla aç demektir; daha beteri mi var?
Günlük gıdası ekmek olan evler var. O eve giren ekmeğin azalması enflasyonun yükselmiş olması demektir. Asgari ücretle ya da düşük ücretlerle hayatını sürdürenlerin krizi enflasyon demektir. Tabii ki kriz tek başına enflasyondan ibaret değil; ancak en can yakan kısmıdır enflasyon. İşverenler böylesi dönemlerde neden işçi çıkarır; maliyetlerinde yaşanan enflasyondan dolayı, bu maliyetleri aşağıya çekme çabası değil midir? Üretim maliyetlerinde yaşanan artış, enflasyon değil midir?
Ekmek zammı geri alınmış. Kim demiş onu? Bakkaldan, marketten alınan ekmeği kim tartıyor ki? Ankara’daki bakkallar ekmek satışını durdurdu. Yarın fırıncılar ekmek üretmeyi durdurur ise…
Çözümü bangır bangır bağırmanın zamanı artık. Psikolojik kılıfı artık minareyi örtmüyor. Kış geldi kapıya dayandı. Bütün milleti Aksaray’a doldurup ısıtamayacağına göre, hükümet ve başı ya çözüm üretecek, ya çözüm üretecek.
Yaşadığımız kriz neden bu kadar sert ve hızlı alt üst etti hayatımızı sorusuna uzmanlar, üretimde dışa bağımlılık yanıtını veriyor. Biliyoruz samanı bile ithal ediyoruz. Bu önemli bir sorun ama bir sorun daha var ki, bence bu da çok önemli. O sorun da, bizim sanayicimizin üretimi, maliyet ya da başka gerekçelerle yurtdışına taşıması. Büyük sanayii kuruluşları tek tek Türkiye’deki fabrikalarını kapatıp, üretimlerini başka ülkelere kaydırıyorlar. Bunun önüne geçmeden işsizliği azaltmak mümkün olmayacaktır. Zabıtalarla çarşı pazarda gestapoluk yapmakla kriz çözülmez.
Damat kadar olamasa da, ekonomiden anlayan uzmanlar, “Üretim ekonomisi tek çözüm” diyorsa bunun üstüne bir düşünmek gerek. “Üret de, nerede üretiyorsan üret” değil; ille de Türkiye’de üret. Türkiye’nin kârı, Türkiye’nin üretmesi. Zararı ise kendi sanayicimizin ürettiğini bile ithal eder konumda olmak. Bu kararlar sadece içeriden verilebilir ve uygulanabilir. Dışarıdan özellikle de ABD’den çözümü beklemek, celladın insafa gelmesini beklemek gibi saçma bir düşünce.
Genelgeler yayınlanacak ise öncelikle bu dışarıya kaçırılan üretimin, yurtiçine çekilmesi amacıyla yayınlanmalı. Böyle olursa istihdam artışı sağlanabilir. Kayıtdışı istihdam da önemli bir sorun. Merdiven altı üretim yapan yerlerin, kayıtdışı işçi çalıştıran yerlerin bir an önce tesbit edilmesi, hakkıyla üretim yapan istihdam sağlayan işverenlerin talebi olmalı. İşverenler, “Kıdem tazminatını kaldırın” şarkısını bırakıp, öncelikle bu adaletsizliğin giderilmesini istesinler. Krizi sermayeyi kurtarmak için değil, sistemin bozuk dişlilerini düzeltmek için fırsata çevirmek doğru. Çünkü devlet, vatandaşı işçi-işveren diye ayırmadan sahiplenmeli.
Türkiye krizdedir bu doğru ama en büyük zararı hükümetin ABD ile gelgitli ilişkisi veriyor. Kâra geçmenin yolu, ABD ile bağları koparmak, hem ekonomide hem siyasette. İstikrarın yolu burdan geçiyor. Mc Kinsey’e devletin anahtarını verenlerin çözüm için irade sergilemesini beklemek biraz gülünç ama unutmasınlar ki gemide hep birlikteyiz.