İşçiyi ve işvereni bağlayan temel metinler vardır.
Anayasadır. Anayasanın 90. maddesi ile iç hukukun parçası haline gelmiş uluslararası yasalardır.
Kanunlar, yönetmeliklerdir. Yargı kararlardır…
Her işvereni, her işçiyi bağlayan, toplusözleşmelerin de, bireysel sözleşmelerde de dayanağı olan metinler…
O halde bunca yasaya ve hüküm de olunca, çalışma koşulları ve haklar bakımından bir alt sınır olması, az çok bir düzen olması gerekmez mi?
Oysa durum tam tersine…
Yasalar kanunsuzluğu değil, kanunsuzluk yasaları sınırlamakta, hatta kendine uydurmaktadır.
Sendikalı ve toplusözleşmeli yerler için bu söylenebilir, evet. Toplusözleşme, çalışma koşullarını iyileştirmedir, haklara sağlanan ilavedir zira.
Gel gör ki, işçi sınıfının gerçekte yüzde üçü ya da dördü toplusözleşmeden yararlanmaktadır.
Bakanlığın 2020 Ocak istatistiklerine göre sigortalı işçi sayısı 13.9 milyon. Sendikalı ise 1.9 milyon. Sendikalı işçi yüzde 13.84.
Oysa devletin TÜİK’i, 9.8 milyon işçinin sigortasız olduğunu, kaçak çalıştığını açıkladı. Böylece sendikalı oranı yarıya düştü.
Buna 4 milyona yaklaşan yabancı kaçak işçiyi de ekleyin.
Sendikalı işçi, yasalarla korunan işçi, az çok kanuna kitaba göre çalışan işçi, gerçekte devede kulak bile değilmiş.
12 milyonluk sendikasız sigortalı işçi ne durumda?
TÜİK’in saptadığı sigortasız, 10 milyonluk sigortasız kaçak işçi ne durumda?
Suriyeli, Afgan, Kırgız, Somalili 4 milyonluk yabancı kaçak işçi ne durumda?
Ekonomik kriz derinleşiyor.
Sendikalı ve toplusözleşmeli yerlerde sözleşmeler daha çetin olmaktadır artık.
Kazanılmış haklara göz dikilmeye başlandı.
Sendikasız, hele de sigortasız yerlerde, kimi işverenler “ayakta durma” kaygısı ile kimi kapitalizmin vahşi dürtüsü ile çalışma koşullarını daha da kötüleştiriyorlar.
Başka bir dünya var buralarda.
Ne alt sınır, ne yasa, ne yönetmelik…
Gücü yeten yetene…
Varsa yazılı sözleşmeler, kırk türlüdür. Biri diğerini tutmaz, hiçbiri yasayı tutmaz.
Sigortasız, kaçak işçi çalıştırılan yerler, öteden beri yasalardaki melanetlerin beslendiği yerlerdir.
Bakın kanunlara sokuşturulan uğursuzluklara, hepsi bu sendikasız ve sigortasız bataklıklarda yeşermiş, büyütülmüş, sonra da makyajlanarak kanunlaştırılmıştır.
Birkaç örnek:
İşverenin işçiyi kafasına göre çalıştırdığı, çalışma saati, çalışma süresi, çalışma günü gibi kuralların olmadığı yerlerdir buralar. Sendikasız-sigortasız bataklıkta türedi önce. Yayıldı, yasaların duvarlarına dayandı. Kanuna sokulunca kibarlaştı, “esnek çalışma” yapıldı adı. Sonra da bin bir çeşidini icat ettiler esnekliğin.
“İşçi simsarlığını” duymuşsunuzdur. Eskiler bilir. İnşaat işkolunda ve tarımda yaygındı. Tarımda “dayıbaşılık” da denirdi. Sonra sanayiye girdi. Tekstile, ulaşıma, metal sektörüne, yol işçiliğine ve diğerlerine… Bununla da koruma duvarlarını yıktılar ve simsarlık da yasalaştı. Kibar da bir isim buldular; “Özel İstihdam Bürosu” dediler adına.
Simsarlık yasalaşınca durmadı öylece. Yasaların uygulandığı sektörler de dayandı. Özel şirketler yetmezdi, devletin de simsarlığa el atması lazımdı. Devletin İŞKUR’unu simsar yaptılar. “Toplum Yararına Çalışma” adıyla daha da kibarlaştırdılar simsarlığı. “Toplum yararına” diyerek ulvi bir amaçla da boyadılar üzerini. Toplum için, vatan millet için çalışılacaktı. Sendika, örgütlenme, sözleşme, ücret zammı vs de neymiş? Çok ayıp!
Eskiden “harç bitti inşaat paydos” denirdi inşaatlarda. Irgat usulü “kabala” ya da “götürü” çalışma şekli yani. Belirli bir işin yapılacaktır. İş bitince ayrılır başka yere gidersin. Sendikasız-sigortasız bataklığın cinleri bunu da sahiplendiler. Kibarlaştırdılar, “belirli süreli sözleşme” dediler adına.
Kıdem tazminatı yok, yine ihbar tazminatı yok, sendika üyeliği yasak, toplusözleşme yok, başkaca hiçbir şey isteyemezsin. Köleliğin asrisiydi bu. Adı değişmişti ama eşek boyayınca at olmuyordu.
Sonra bataklıktaki fazla mesai uygulamasına el attılar. Aylarca her gün 11 saat çalıştırıp bir kuruş fazla mesai ücreti vermemenin yolunu keşfettiler bataklık cinleri. Onu da kibarlaştırıp “denkleştirme” dediler adına.
Ve başka cinlikler… Hepsi bir güne sığmaz.