Bu haftaki yazım 8 Mart’a denk geldi. Türkiye gündemi her 8 Mart’ta kadına şiddete kilitlenir. Bu maalesef ki ülkemiz için kötü bir tablo. Bu tabloyu belki de her şiddet olayında sergilemek ve yargılamak gerek. Ancak 8 Mart’ta daha ağırlıklı olarak gündem, kadının hayat içerisindeki konumu olmalı. Ülkemizi giderek daha da derinden sarsmaya başlayan ekonomik krizin kadına yansımasını konuşmalıyız. Eve hapsedilen, çalışma hayatından ve ekonomik özgürlükten mahrum bırakılan kadını konuşmalıyız. Ülkenin koca koca kurumları krizin pençesine düşerken, geçim derdinin en çok yıkılacağı kadın omuzunu konuşmalıyız.
Dünkü Aydınlık gazetesinde de yayımlandı; Genel-İş Sendikası’nın araştırmasına göre 20 milyon kadın çalışma hayatına dahil olamıyor. Çalışma hayatı kadına karşı acımasız ve neredeyse yok sayıyor. Erkeklerle aynı işi yapsa da daha az ücret alıyor ve bazı işkollarında haftalık çalışma süresinin üzerine çıkılıyor. Genel-İş Sendikası’nın araştırmasına göre; 1 milyonun üzerinde kadın işten çıkarıldı. 2018 Ocak ayında iş çıkışı yapılan toplam kadın işçi sayısı, 424 bin 262. Raporda 2017 ve 2018 yılına ait rakamlar var. 2017 yılında her 10 kadından sadece 3’ü istihdam edildi. Kadınların istihdama katılım oranı yüzde 28.9 iken, 2018’de yüzde 29.1’e yükselebildi. Ancak bu oranlar krizin kendisini henüz tüm ağırlığıyla hissettirmediği zamana ait. 2019’un rakamlarının kadınların lehine değişme ihtimali pek gözükmüyor.
Kadın işçide kayıtdışı çalıştırmada da oranlar yüksek. Kayıtdışı ve güvencesiz çalıştırma, istihdam edilen kadın işçilerin neredeyse yarıya yakınını oluşturuyor. Krizin etkilerinin giderek daha fazla hissedilmesiyle birlikte kadın istihdamında yaşanan düşüş OECD raporlarına da yansıdı. Krizin faturası önce işçiye kesiliyor ancak görünen o ki kadın işçiye biraz daha fazla kesiliyor.
Kadın işçi çalışma hayatında da daha fazla istismar ediliyor. Oysa İş Yasası’nda kadına ilişkin yapılacak düzenlemelerle biraz da olsa bunun önüne geçilebilir. Pozitif ayrımcılık sadece bir propaganda unsuru olmaktan çıkartılıp hayata geçirilmesi gereken bir ihtiyaçtır. İşin dışında evde de işçi olan kadının, anne olma sorumluluğu da gözetilerek toplumsal değeri yasalarda karşılık bulmalıdır.
ERKEK EGEMEN ANLAYIŞLA OLMAZ
Kadınlarla, özellikle de işçi kadınlarla ilgili sorunların çözümü öncelikle devlete aittir, hükümetler birincil sorumludur ancak sendikalar da kadın işçiyi örgütleme konusunda yeni ve gerçekçi çözümler üretmek zorundadır. Erkek egemen anlayış hayatın gerçeğiyle örtüşmediği gibi, sendikalar da erkeklere ait kurumlar değildir. Sendikalara haspel kader gelen kadın yöneticiler maalesef ki kadın olduklarını unutuyor, erkek dili ve anlayışını kısa sürede benimseyerek mevcut yapıya uyum sağlıyor. Oysa kadın için değişim yine kadından başlamalı. Hayatı üreten kadınsa değiştiren de kadın olacaktır. İnsana yaraşır yaşam, hayatın içinde daha fazla üretmekle mümkün. Öyleyse daha fazla kadının çalışma hayatına girmesi gerek.
Ekonomik krizin yükünü çeken ve çekecek olan kadın, gidişatı değişitirecektir. Özellikle çalışan kadının, kendi haklarına sahip çıkması ve onları değiştirmesi, yeni haklar kazanması için örgütlenmesi şart. Çünkü her geçen gün daha da zorlaşıyor. Gelecek zorlukları aşmanın yolunu birlikte bulacaksak eşit şartlara sahip olmalıyız.