İŞÇİ SINIFININ BARIŞ TALEBİ YOK!
Zaman zaman bazı konular üzerine dikkat çekmek için bu tür abartılı başlıklara gerek duyulabilir. Bu başlık nereden çıktı derseniz..

İşçi sınıfının barış talebi yok!
Yukarıdaki başlık biraz provokatif (kışkırtıcı) olabilir. Zaman zaman bazı konular üzerine dikkat çekmek için bu tür abartılı başlıklara gerek duyulabilir. Bu başlık nereden çıktı derseniz, 1 Eylül’de İstanbul Kadıköy’de düzenlenen barış mitingi ile ilgili gözlemlerimi aktarmak amacıyla böyle bir yola başvurdum, diyebilirim.
Başlangıçta DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’den oluşan dört emek ve meslek örgütü, Suriye’de AKP’nin emperyalist bir müdahalenin taşeronluğuna soyunduğuna dikkat çekmek ve Kürt sorunun banşçıl bir şekilde çözümlenmesi amacıyla alanlara çıkılacağını açıkladı. Kuşkusuz böyle bir etkinliğe öncelikle bu örgütlerin tabanlarını oluşturan işçilerin, memurların, mühendislerin, mimarların ve hekimlerin katılması beklenirdi. Tabii ki, bu kesimlerin yanı sıra savaş karşıtı, barıştan yana olan herkesin bu tür etkinliklerde yer alması son derece doğaldır.
1 Eylül günü Kadıköy’de yapılan mitingde Halklann Demokratik Kongresi’nin inisiyatif aldığı görüldü. Miting alanının nerdeyse dörtte üçü Kürt yurttaşlardan oluşuyordu, geri kalanlar ise miting çağrısı yapan sendika ve meslek örgütlerinin yöneticileri, sınırlı sayıdaki üyeleri, ÖDP, EMEP gibi partilerin mensupları, gençleri, Halkevleri, İHD gibi örgütlerin katılımcılarından meydana geliyordu. Sonuç itibariyle mitinge emekçilerin katılımı son derece zayıftı.
Kuşkusuz bu ülkenin en yakıcı sorunu olması ve barışa en fazla özlem duyan kesim olarak Kürtlerin ağırlıklı katılımı da son derece doğaldı. Ancak savaş gibi bir sorun işçisiyle memuru ile tüm emekçileri yakından ilgilendiren hayati bir konudur. Savaş çıksa, ilk askere gidecek olan emekçilerdir, onlann çocuktandır. Aynca doğrudan bir savaş çıkmasa bile Suriye ile bir savaşın eşiğine gelmek, tampon bölge kurulması gibi savaşa ramak kalan girişimler, ülkede ister istemez olağanüstü koşulların oluşmasına ve zaten var olan otoriter ve baskıcı eğilimlerin artmasına neden olacaktır.
Bu koşullarda işçilerin, memurların haklarını araması ve koruması daha da zorlaşacaktır. O nedenle savaşa yüksek sesle karşı çıkmak, banşı güçlü bir biçimde savunmak işçi sınıfının çıkarları açısından da son derece gereklidir. Bu konuda sendika yönetimlerinin yeterli ölçüde hazırlık yapmadığı ve bilinçlendirme faaliyetinde bulunmadığı görülüyor.
Ayrıca Kürt sorunu ve banş konusuna sadece alt kimlikler bağlamında değil sınıf bilincinin birleştirici gücüyle Türk ve Kürt emekçilerinin ortak bir mücadelesi anlayışıyla bakmanın daha doğru olduğu kanısındayız. TEKEL eyleminde görüldüğü gibi Türk ve Kürt emekçileri alt kimliklerinin de üstüne çıkarak ortak bir sınıfsal mücadele sergilemişlerdir. Hatta 78 gün süren eylem sırasında Karadenizli TEKEL işçileri, "Doğulu Kürt arkadaşlarımızın bu dirençli tavrı olmasa direnişimizi bu kadar uzun sürdürmezdik" diyebilmişlerdir.
Kürt örgütlerinin yöneticileri de, mevcut sorunu alt kimlik sorunundan çıkanp daha geniş ve kapsayıcı bir bağlamda görebilmelidirler. Aksi halde bu tarz "milliyetçi" sayılabilecek yaklaşımlar diğer kesimlerin de dışta kalmasına neden olabilmektedir.
Sonuç itibariyle işçi sınıfı ve tüm emek kesimi bir bütün olarak banş sorununa güçlü bir şekilde sahip çıkmalıdır…