İŞÇİ SINIFINI KİMLER, NİYE KÜÇÜMSÜYOR?
Bugün biraz iğneyi kendimize batıracağız. Azıcık canı acıyacaklar olacak gibi.
Niyetimiz bu değil elbette, saptama yapmak derdimiz.

Bismillah diyelim ve birey olarak işçiyi küçümseyenlerden başlayalım;
Böyle deyince ilk akla gelen kimdir sizce?
Kim olacak, işçinin yanındaki, hatta bizzat kendisi elbette.
Nasıl mı?
İŞÇİYİ KÜÇÜMSEYEN İŞÇİ
1-) İşçinin kendisi kendisini sevmez önce.
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün TÜBİTAK ile ortaklaşa yaptığı “Türkiye’de Çalışma Yaşamı ve Mesleklerin İtibarı” konulu araştırmada en itibarlı 20 meslek arasında, toplumun yaygın olarak işçi tanımlamasına soktuğu işlerden bir tanesi bile yok. Hepsi etiketli, hepsi unvanlı meslekler. 2016 yılında yapılmış bu araştırma. Bugün yapılsa, büyük olasılıkla aynı sonuçlarla karşılaşırız.
Bu yüzden bizim işçi, ömrü boyunca başkalarına imrenmiştir. İşine, mesleğine, hayatına kahredenlerin oranı az değildir.
“Emekliliğe kadar ne yaptın” diye sorsan, alacağın yanıtın Türkçesi, sınıf atlamak için çırpınmadır. Etiket, unvan şansı olmayanın da ömrü, varlık biriktirerek itibar sağlamak için çırpınmayla geçmiştir.
Bile bile lades, olmayacak duaya amin yani.
2-) Gerçekte işçi oldukları halde, kendisine işçiliği kondurmayanlar vardır bir de. İşçi sınıfının kısmen rahat yaşayanları arasında olmaları, unvan ve itibar takviyesine sahip olmaları, işçi sınıfından kendilerini ayırmalarına yol açmaktadır. Öyle ki, işçi sayılmayı aşağılama olarak görenler az değildir.
İsimlerinin önüne konacak bir unvan bulanlar sıkıca yapışır, her fırsatta isimleriyle birlikte söyler, böylece hem karşıdaki kişide “bu zat basit bir işçi parçası değildir ona göre” duygusu yaratmıştır, hem de işçi sınıfından ruhen uzaklaşmanın, öteki sınıfa yaklaşmanın garip hazzını yaşamıştır.
Mühendis Ahmet, Doktor Mustafa, Hemşire Ayşe, Öğretmen Recep gibi…
Hepsi değerli meslekler elbette… Saygın ve önemli işler yapıyorlar. Hiçbirine sözümüz yok. Bu şekilde anılmak istemeleri de gayet doğal.
Ama unvana yapışma çabası, içindeki kocaman haklılığa, diplomalarının, mesleklerinin bilinmesinin gerekliliği kadar, sıradan (!) olandan ayrılma arzusu, seçkinler grubuna atlama çabası ve işçi sınıfının parçası olmaktan memnuniyetsizliği de içermektedir.
Oysa bu meslekleri yapanlar, eğer bir yerde ücret karşılığı çalışıyorlarsa, hepsi gerçekte işçidir, işçi sınıfının mensubudurlar.
Öte yandan, Marangoz Mustafa, Madenci Mehmet, Çöpçü İsmet, Temizlikçi Şükriye, mecbur kalmadıkça, yaptıkları işle ilgili bir mevzu olmadıkça, kendilerini böyle tarif etmez, böyle anmazlar. Kaldı ki, bunlar da değerli mesleklerdir ve bu işleri yapanlar olmazsa hayat süremez.
İŞÇİ SINIFINI KÜÇÜMSEYENLER
3-) İşçi sınıfı ile sınıfsal çıkarları zıt olanları, sermaye sınıfını, toprak ağalarını, zengin köylüleri, işçi sınıfından olmayan diğer sınıf ve tabakaları söylemeye gerek yok sanırım.
Oysa tarihin kırılma zamanlarında, bırakalım emekçi saydığımız (işçi sınıfının dışındaki) tabakaları, zengin köylülerin, hatta büyük sermayenin çıkarlarının bile işçi sınıfı ile çakıştığı zamanlar olmuştur, olmaktadır. Son olarak 2008 krizinden beri, yeniden bu koşulları yaşıyoruz.
Ne yazık ki işverenlerin büyük kısmı, bırakalım işçi sınıfı ile kader birliği yapmayı, bir masanın etrafında samimi olarak görüşmeyi, işçi sınıfı ile aynı karede görünmeyi, aynı gemide olmayı bile zul sayarlar. Kibirleri yüzünden iflaslarda sürünen, son nefeslerine kadar işçiyi aşağılayan, hatta kırbaçlayan işverenleri görüyoruz.
Bu inatçı küçümsemede, sadece sınıfsal çıkarlardaki çelişki yoktur. İşçinin aklını, yaşam biçimini, birikimini, tecrübesini, çözüm üretme yeteneğini küçümseme de vardır. Burnundan kıl aldırmayan sosyete kibridir bu.
Oysa işçiye dair küçümsedikleri ne varsa müsebbibi kendileridir, bunu da bilmektedirler.
Bu konuyu başka bir yazıda ele alacağız, söz.
Dönelim konumuza.
SOSYAL DEMOKRASİ YASAĞI
4-) Alenen sermaye sınıfının ve emperyalizmin çıkarlarına odaklanmış, onların arzularını amaç edinmiş olan partilere, örgütlere yer ayırmaya değmez. Malumun ilanı olur sadece.
Bu noktada çarpıcı olan, kökleri halkçılığa ve tam bağımsızlığa dayanan partilerin durumudur. Onlara değinmeden olmaz. Sosyal Demokrat partileri, Atatürkçülükten saparak Batı emperyalizminin ideolojik sularına atlayan partileri kastediyorum.
Kendilerini Atatürkçülükten ayıran ve Sosyal Demokratlığa atlayan bu eski Kemalistler, sadece anti-emperyalizme, devrimciliğe sırt çevirmediler. Batı emperyalizminin kollarında, devletçiliğe ve halkçılığa da sırt çevirdiler. Artık halkçılık, sosyal medya Atatürk resmi eşliğinde paylaşılacak “köylü milletin efendisidir” söyleminden ibarettir.
Partileri, Atatürk’ün temel fikirlerinin adım adım tam tersine savrulurken hiçbirine ses etmeyen bir taban da yaratılmıştır nasılsa.
Milletvekili olabilmeyi çuvalla paraya bağlayan bu yeni ideoloji, işçi sınıfına sadece milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi gibi makamları kapatmakla yetinmedi. Parti yönetimlerinden de uzak tutulmaktadır işçi sınıfı ve işçiler.
Parti programları kapitalizmi amaçlamakta, NATO, AB ve ABD’nin koltuğundan ayrılmayı zul saymaktalar.
Hal böyle olunca da Atatürk demajojik bir simge, işçi sınıfı ve işçi ise, nutukların çerezi olmaktadır.
Yönetimleri, vekillikleri vs paylaşmaya gelince, zinhar, işçi oralara sokulmaması gereken vebalıdır. Numunelik birkaç kişi fazladır bile.
ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER
5-) Buraya kadarı sanırım anlaşılabilir ve muhtemelen okuyucuların büyük kısmı ile görüşlerimiz örtüşecektir.
Ama bundan sonrası, zurnanın zırt dediği yerdir.
Eğer ideolojisini işçi sınıfı iktidarı üzerine temellendirmiş, Marksizmi benimsemiş, Milli Demokratik Devrim ya da Sosyalist Devrim idealinde gruplanmış olanlarda, işçi sınıfı ya da işçilere yaklaşımda sorunlar varsa, işte bu “adamın köpeği ısırması” haberidir.
Sonraki yazıda bu konuyu ele alacağım. Gözlemlerimi, değerlendirmelerimi paylaşacağım.
Bekleyin!