İNSANLIK KANUNU
Medeni Kanunumuzun başlangıç maddeleri;
Madde 2 – Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
Madde 3- Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.
Geriye kalan bin küsur maddenin dayanağı esas olarak bu maddelerdir. Daha açıkçası bu iki madde kişi hak ve sorumluluklarını düzenleyen koca kanunun ruhunu oluşturur. Geriye kalanlar ayrıntı ve şekillerden ibaret kurallar bütünüdür. Herhangi bir madde kapsamında değerlendirilen eylem ya da eylemsizlik hali bu iki temel maddeye göre anlam kazanır. Haklar elde edilir, haklar kaybedilir, sorumluluklar doğurur.
İnsan ilişkileri de esas olarak bu iki maddenin özü üzerinde yükselir, şekillenir. Birbirimizle, ailemizle, toplumla, doğayla kurduğumuz kuracağımız ilişkilerin temelini oluşturur. İnsanlığın, dostluğun, arkadaşlığın, yoldaşlığın başladığı, yaşadığı, devam edip sonlanacağı ruhu oluşturan, bu ilişkilere anlam kazandıran ya da anlamsızlaştıran bu ilişkilerde ne kadar dürüst ve iyiniyetli olduğumuzla doğrudan bağlantılıdır. Elbette dürüstlük ve iyiniyet karşılıklı olduğu zaman sağlıklı bir ilişkinin varlığından söz edilebilir.
Ortak hedefler, idealler, hayaller, ideolojiler sair hayata dair her şey, her ilişki içinde dürüstlük ve iyiniyet barındırdığı sürece vardır, var olur. Ortak siyasi amaç ve paydalar kişileri bir arada tutmak için yeterli değildir. Bu ilişkiler karşılıklı samimiyet, güven, dürüstlük, iyiniyet sürebildiği oranda ve sürece devam eder. Aksi durum sadece çıkar ortaklığıdır, o da tarafların çıkarları örtüştüğü sürece var olabilir. Çıkarlar çatıştığı anda çatışma ve ayrışma kaçınılmazdır.
Günümüzde siyasi örgütlere, partilere baktığımızda büyük kısmında görünen durum tam da budur. Örgütsel ve siyasal ilişkilere ortak hayaller, ideallerden çok ortak çıkarlar hakim durumdadır. Kirlenme de tam bu noktada başlar ve tüm yapıya sirayet eder. Taraflar birbirlerini düzeltmek için uğraşmak yerine birbirlerinin kirlerini örtmek ile meşguldürler. Bu tarz yapılar artık topluma faydalı olmaktan öte toplumu zehirlemeye, kirlenmeyi pekiştirmeye, toplumun olumlu ortak değerlerini çürütmeye başlarlar.
Özellikle siyasi partiler bugünkü halleriyle, parti içi mevcut ilişkileri ile yaratacakları toplumun prototipini ortaya koyarlar. Sayın Mehmet Bedri Gültekin’in “Geleceğin aynası olarak Parti” başlıklı yazısı bu anlamda öğreticidir. Yazımı yazmama da ilham kaynağı olduğunu belirtmek isterim.
Akp iktidarı tam da bu sebeplerle yaptıklarının daha iyisini yapamaz. Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “meşreplerine uygun değil” ya da “fıtratlarında yok”. Elbette ideolojik temelleri, var olma sebepleri, durdukları yer fiillerinde belirleyicidir. Ancak en az bunlar kadar belirleyici olan ahlak anlayışları ve ahlaki duruşlarıdır. Onca ayyuka çıkmış yasadışı iş ve ilişkiye rağmen dur durak bilmeden pervasızca bu fiillerine devam ediyorlar. Yargı erkinin üzerine düşeni yapmaması bu durumun devamını kolaylaştırsa da bazı konularda yargı bile çaresiz kalabilmektedir. Örneğin idari işlemin iptaline dair mahkeme kararına rağmen aynı kararı ufak değişikliklerle yeniden hayata geçirmekteler. Buna verilecek onlarca örnek yargı kararı ve bu kararlara rağmen devam eden sayısız idari işlem ve tasarruflar sayabiliriz. Tam da dürüstlük ve iyiniyet kavramları bu durumlarda önem ve anlam kazanmaktalar. İyi niyetli olmayan idare bile aleyhine olan kararı “kanunu arkadan dolanarak” yok sayabilmektedir.
İdeolojik ve siyasi olarak nerede olunursa olunsun şurası kesin ki öncelikle vicdanlı olmak, dürüstlük temelinde hareket etmek, iyiniyetli davranmak gerekir. Eğer vicdan susturulmuş ise gerisi lafügüzaftır. İşin içinde vicdan yoksa büyük ideallerin içi bir anda boşalır, büyük laflar havada kalır. Düne kadar arkadaş dediğin, güvendiğin, sırtını yasladığın insan bir anda canavarlaşır. Ne kadar büyük laflar ederse etsin, ne kadar büyük idealleri olursa olsun yaptıkları ve yapacakları insani anlamda hiçbir değer ifade etmez.
Oysaki olaylar ve gelişmeler karşısında mesele vicdanlı olmaktır. Vicdanlı kalmak, vicdanlı tavır almaktır. Vicdan; insan olmanın hele ki devrimci olmanın olmazsa olmazıdır. Yani kişi ne olursa olsun, kim olursa olsun vicdanı onun varlığının belirleyici, ayırt edici özelliğidir. Büyük laflar insanı büyütmez, insanın büyüklüğü vicdanının büyüklüğü ile doğru orantılıdır.
TARİHE ÇALIM ATILMAZ, ÇELME TAKILMAZ!
Kanunlar insan ilişkilerini düzenleyen metinlerdir ki istisnaları olmakla beraber önemli bir bölümü evrensel değerlerin birleşiminden meydana gelir. Kişi ilişkilerini düzenleyen Medeni Kanun’un başlangıç maddelerinin dürüstlük ve iyiniyet vurgusu yapması da bu açıdan anlamlıdır.
Kişi dürüst ve iyiniyetli değilse hiçbir sözleşme, hiçbir yasa ve yaptırım onu doğru davranmaya zorlayamaz, ne yapar eder çıkarı için her türlü yolu dener. Hedefe ulaşmak için her şey meşrudur bu kişiler için. Bu durum İslamcı literatürde “takiye” olarak yer bulur. Samimi değillerdir, “yüce” amaçları için her türlü kılığa girer, her türlü ortama uyum sağlarlar ki bu konuda en mahirleri Fethullahçı çetenin elemanlarıydı. Hırsıza kilit olmaz!
Benzer hastalıklı hallere sol kesimde de maalesef rastlanmakta. Çıkarları zarar görmesin diye vicdanlarını kenara koyup haksızlığı, hukuksuzluğu, ahlaksızlığı görmezden, bilmezden, duymazdan gelirler. Gözler kör, kulaklar sağır olmuştur. Ancak tarihe çalım atılmayacağını da pekala bilirler. Biz buna vicdana ve vicdanlı insanlara da çalım atılamaz diyelim. Bilmezden gelseler de tarih en tarafsız yargılayıcıdır. Gün gelir verir hükmünü. O zaman tarihi vicdanlarıyla hareket edenler yazmış olur. En nihayetinde dürüstlük ve iyiniyet barındırmayan hiçbir eylem doğru sonuçlar doğuramaz, meşru olamaz. Kanunen de vicdanen de yok hükmündedir, bugün olmasa bile yarın!
“Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile vicdanına hesap vermekten kurtulursun.” Che