HUKUKSA, İŞÇİ HAKKI DA HUKUK
Demokrasi, hukuk, hak meselesi sadece hükümet ve akrabalarının çizgilerinden ibaret değil.
Tekel, hükümetin demokratlığının zortladığı arazi oldu.
Demokrasi, hukuk, hak meselesi sadece hükümet ve akrabalarının çizgilerinden ibaret değil.
Tekel, hükümetin demokratlığının zortladığı arazi oldu.
Demokrat fetvalarında, her hakkı hak saymayan kiminin cemaatçi veya yalaka ruhunun sırıttığı marazi arazi.
“İtaat kültürü”nden sıyrılamayanın, başkasının “itirazı”nı kabullenemediği, demokrasiyi hükümet niyet ve icraatından ibaret sayan ezeli hastalık.
***
Açık veya gizli köleliğe mahkum, kendi asla direnemeyen çok kişi de Tekel işçisine sarılıp çadırına sığındı.
Bu çapta dayanışma ve direniş, milyonlarca insan için de örnek cesaretti.
Kimliklere gömülü demokratlık sınırını, tukaka bir “sınıf”ta aşmaya dair umuttu.
İşçinin somut ekmek, hak mücadelesinden öte.. Hatta onu bile ihmal etmiş, o hakikati unutmuş huşu hali.
Kimileri sırf hükümet karşıtı diye, ikiyüzlü ve faşizan kültürleriyle “işçi sınıfı dostu” çıkmışsa bile, o hakikat ve hak değişmez.
***
“Dayanışma bölünmüşlüğü de taşıyordu elbet.
“Dayanamayan” binlerce işçi teslim olmuştu; dayanışan ve dayanan binlerce işçi ise direndi.
Şimdi çadırlar söküldü. Yazmıştım; yenilgi zafer gibi, zafer yenilgi gibidir bazen. Bu da öyle.
Bir “hak ve hukuk galibiyeti” var; Hükümetin tehditkar mühleti hukuksuz çıktı.
Bir yenilgi var: Çadır söküldü!
Sonuçta bir çentik atıldı: Herkes itiraz edebilir, hakkı için direnebilir, mücadele edebilir! Tekel işçisi tekrar çadır kurabilir!
***
“Bizim çocuklar” ise tekrar çadır kuruyor.
Medyadan sökülmüş, pek bir yere sokulmamış sendika, az örgütlenip kısmen görüşme yürütebildiği Sabah ATV’deki greve “hukuk” kararıyla tekrar döndü.
Bir elin iki parmağı, itirazcı meslektaş. Tabirimle, “balon patlatan çocuklar”. Bizim sektörde nice cumhuriyetçi, demokrat, liberal balonu patlatanlar.
Tekel işçisini yazamayan zaten o yana, deli gibi yazan nerdeyse bir tanesi bile, “karşı gruptan”den nerdeyse biri bile, “kötü örnek” ya, bu grevin G’sini, bu çocukların Ç’sini ağza alamamıştı.
Böyle cesur bizim dostlar! Böyle bir cesaret işte bizimkilerinki!
Hadi, tütün (şimdilik) bitti, buyrun burdan yakın! Tekelin nesi var, değil mi?
Baba topu bana at, at Ali onu işten at!
Başbakan dedi ve sonra demediğini söylerken özünde farklı şey demedi.
Tek haklılığı: Hakikaten “yazarı” Başbakan’a şikayet eden patron varsa, helal!
Başbakan “gözdağı” meselesini seviyor. Ya açık açık diyor, ya demedim derken yine diyor.
Bu iktidara has değil; hayatım sivil ve asker “At onu at”çıya maruz kalmış. Çiller’den Ecevit koalisyonuna, Karadayı-Bir’den Balyozcuya.
Ahmet Taşgetiren de “Gazetecilerin Başbakan’ı protesto metni”ni imzalamış.
Düşündüm, hakkı! Önceki gazetesinde yazısının neden kesilip sürüldüğünü o biliyor!
Bana kimse metni uzatmadı, belki tavrım bilindiğinden. İmzalamadım, imzalamam da.
Neden?
- Üye olduğum TGC hazırlasa imzalardım; ama örgüt takılmazken kendim örgüt olmam. Kaldı ki TGC artık hangi yüzle bu girişimde bulunacak!
- Nice ikiyüzlülük mevcut: Başbakanlar, generaller ne derse desin; sonuçta kovuyorsa, kovan patronlar. Açık tavrı önce onlar almalıydı; hadi o olmuyor, ama sanki iktidara yaranmak için kimse kovulmamış da şimdi icat olmuş, mertlik bozulmuş!
- İkiyüzlülüğün daniskası, bizzat hak arayanı, itiraz edeni kovmuş; kovana biatle susmuş, demokrat paçasından yalakalık, teslimiyet akan, bir kısmı “Hop dedik”çi bir çok sevgili “abidik gubidik”inki.
- Hele “yeminli serbest medya müşaviri” Özkök, “Kaçı bildiriye katılmadığı, kaçı korktuğu, kurumuna zarardan çekindiği için imza atamayacak” diyebiliyorsa; hükümetlere, generallere yaranmak için yazar sansürlemiş, kovmuş, patrona gammazlamışlardan, itiraf veya özeleştiri yerine imza isteniyorsa! Ben korktum valla!