Türkiye 17-25 Aralık 2013 ‘ten sonra Hukukun üstünlüğünde yargı bağımsızlığında hızla gerilemeye başladı.
World Justice Project, Rule Of Law İndeks, 2016 ‘da Türkiye Hukukun üstünlüğü endeksine giren kriterler açısından , ortanın altında puan aldı ve sıralamada da geri sıralarda kaldı.
Türkiyenin en geri kaldığı kriter, Hükümet yetkilerinin denetimi ve gerektiğinde eylemlerinin kısıtlanması kriteridir. Türkiye bu kriterde 113 ülke içinde 108 sıradadır. Afganistan, Nikaragua, Etopya, Uganda gibi ülkeler daha üst sıralardadır.
Bu alandaki sorun, sayıştay denetimine sınır getirilmesi, Mecliste AKP çoğunuğunun her yasayı yeteri kadar tartışmadan ve kontrolsuz çıkarması, OHAL kararnamelerinin OHAL’ le sınırlı değilde, kalıcı olarak ve kanun yerine geçen kararlar niteliğinde olması, yargının yeniden düzenlenerek daha fazla siyasi etki altına alınması Türkiye yi hükümeti ve hükümet yetkilerini denetlemede dünyanın en geri ülkeleri arasına soktu.
Kadir Has Üniversitesi Türkiye sosyal-Siyasal eğilimler Araştırması 2016 ‘ya göre, Türkiye de toplumun yüzde 50’si yargının giderek siyasallaştığını düşünüyor.
Hukuka olan güvenin azalması, doğrudan insanların, ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamını ve toplumsal huzuru etkiliyor.
Türkiye de siyasi iktidarın yargıya müdahalesi, yalnızca halkı değil, yargı mensuplarını da tedirgin ediyor.
Hukuk tüm yaşamın altyapısı olduğu gibi iktisadi kalkınmanın da altyapısını oluşturur. Çok açıktır ki, Oligopol yapıların olduğu, kartelleşmeşmenin arttığı, rekabetin olmadığı ve spekülasyonun hakim olduğu bir piyasa ekonomisinde anarşi vardır ve kalkınma sağlanamaz.
Yine, yasal engeller yoksa, Devlet imtiyazlarının, ihalalerin, her türlü ruhsat ve izinlerin, subjektif kriterlere göre dağıtılması, haksız rekabet yaratır, haksız zenginlik yaratır, gelir dağılmını bozulur. Orta gelir gurubu yok olur. İkili ekonomik yapı oluşur. Zenginler ve fakirler piyasası oluşur.
Aynı şekilde eğer yasalarla sınırlanmamışsa, siyasi iktidarlar bütçe kaynaklarını popülizm yapmak veya kendi partilerinin propagandasında kullanırlar. Bu hem diğer muhalif seçmen kitlesine karşı haksız rekabete yol açar, hem de kaynaklar çarçur edilmiş olur. Zira popülizm için harcama artınca, altyapı yatırımlarına yeterli kaynak kalmaz ve aynı zamanda devletin piyasaya düzenleyici müdahalesi azalır. Bu şartlarda popülist iktidarlar, toplumu borçlandırırak altyapı harcamaları yaparlar. Bir anlamda toplumun geleceği ipotek altına girer.
Öte yandan kalıcı büyüme ve kalkınma, başta tekonoloji olmak üzere yatırımlarla sağlanır. Yerli veya yabancı yatırımcı, bir ülkeye yatırım yaparken herşeyden önce burada, mülkiyet haklarına sağlanan güvenceye ve hukukun üstünlüğüne bakar. Yasaların sık -sık değiştiği, anlaşmaların askıya alındığı, yolsuzlukların yoğun olduğu ülkelerde kimse yatırım yapmaz.
Türkiye de Hukukun üstünlüğünde bu kadar kötümser tablo varken, Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın kişisel başvurusunu değerlendirip, hak ihlali var diyen Anayasa mahkemesi herkes için bir ışık bir umut oldu.
Buna karşılık Hükümet kanadından Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın "AYM bireysel başvuruları incelerken yasal sınırlarını aşamaz. Anayasa Mahkemesi temyiz mahkemesi değildir. ‘’ şeklindeki beyanı siyasi iktidarın kendi çizgisi dışında hukuk tanımadığı anlayışını da daha net olarak gösterdi.
Hepimiz tarafından ve özellikle de Bekir Bozdağ tarafından "Gün gelir Hukuk herkese lazım olur" gerçeğinin iyi bilinmesi gerekir.