HAVA DÖNDÜ
Geçen haftalarda yaşanan gelişmeler, Avrupa’da hükümetlerin kriz yönetme politikalarına karşı bir toplumsal muhalefet dalgasının yükselmeye başladığını gösteriyor.
Kundakçılara ve yılanlara dair
Yunanistan’dan sonra İrlanda’yı (aslında bankaları-mali sermayeyi) “kurtarmak” için alınan önlemler, halk sınıflarının refahına yönelik büyük bir saldırının ilk işaretleriydi.
İrlanda hükümetinin, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’nın ve özellikle Almanya’nın onayını alabilmek amacıyla hazırladığı önlemler paketi, öğrencilerin burslarında yüzde 25 kesinti yapıyor, asgari ücreti yüzde12 oranında düşürüyor, konut vergisini yüzde yüz arttırıyor, düşük gelirlilere kira vergi desteğini kaldırıyor, katma değer vergisini genişleterek yüzde 21’den yüzde 23’e yükseltiyor, kamu yatırımlarını gelecek yıl 2 milyar Avro, sonraki yıl 400 milyon Avro azaltıyor; kamunun elindeki varlıkları satışa çıkarıyor. Tüm bunlar olurken Avrupa’nın en düşük (yüzde12.5) kurumlar vergisine dokunulmuyor (Irish Examiner, 25/11). Irish Independent’den Martina Davlin, ekonomik durgunluğu daha da derinleştirecek bu önlemleri yorumlayan yazısında, “Ama bizim artık bir maliye bakanımız yok ki, IMF ve AB bu bakanlığı kendi bünyelerine kattılar” diyor. Aynı gazeteden Brendan Keenan, “İrlanda’nın ulusal egemenliğini kaybettiğini” ileri sürüyor.
İngiltere’de muhafazakâr hükümet acımasız bir ruh haliyle toplumsal harcamaların hemen tüm alanlarında derin kesintilere gidiyor. Bu saldırının sınıfsal niteliği, birçok alanda olduğu gibi üniversite eğitiminde de kendini çok çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Üniversite harçlarında yapılması öngörülen artışlar üniversite eğitimini, geçen yüzyılın başında olduğu gibi, yalnızca en üst tabakanın çocuklarına ayrılmış bir ayrıcalığa dönüştürürken, gittikçe artan üniversite-sermaye işbirliği, sosyal bilimleri, felsefe, siyaset, kültürel çalışmalar gibi eleştirel düşüncenin yaşayabildiği, gelişebildiği bölümleri, Middlessex Üniversitesi Felsefe Bölümü örneğinde olduğu gibi, kapanmaya zorluyor.
Halkın refah düzeyine yönelik bu saldırıların, Yunanistan ve İrlanda’dan sonra Portekiz, İspanya, İtalya gibi ekonomileri çok daha büyük ülkelere doğru yayılması bekleniyor. Geçen hafta, AB’nin merkez ülkelerinden biri olarak bilinen Belçika’nın adı da, hiç beklenmedik bir biçimde bu ülkelerle birlikte anılmaya başladı.
Tüm bu saldırının arkasında, sözde piyasaların ve genelde kapitalizmin kendi kendine dengeye geleceğine, istikrar ve refah sağlayacağına ilişkin, fiilen bir kez daha iflas etmiş 300 yıllık bir ideoloji yatıyor. Böylece içinde bulunduğumuz durum bir taraftan, “Yangını söndürmek için, bizzat yangını çıkaran kundakçıyı yardıma çağırmaya benziyor” öbür taraftan da “kendi kuyruğunu yiyerek yaşamaya çalışan bir yılana”.
Bu yılan benzetmesi iki açıdan anlamlı. Birincisi, bankalar kurtarılırken bu tasarruf tedbirleri toplumun tüketim kapasitesini daha da daraltarak “aşırı üretim” (talep yetersizliği) krizini daha da derinleştiriyor, borçların ödenmesine, istihdamın korunmasına gerçekten yardımcı olabilecek, üretken, özellikle orta ölçekli sanayi işletmelerini yıkıma itiyor, durgunluğu derinleştiriyor. İkincisi, bu durum toplumda giderek bir karşı tepkiye yol açmaya başlıyor; neoliberal hegemonyanın çöküşünü hızlandırıyor. Keynes’in 1930’larda vurguladığı gibi, krizden çıkabilmek için yeni düşünceler, önlemler gerekiyor, ama yönetimdeki (bir önceki dönemin yetiştirdiği) kadroların ideolojisi yeniyi düşünmeyi önlüyor…
Saldırı ve karşı tepki
İngiltere’de önceki hafta patlak veren öğrenci olaylarının ardından ilginç gelişmeler yaşandı. Olaylar sırasında öğrenciler, polisle çatıştılar, Muhafazakâr Parti binasını işgal ettiler, oldukça da maddi zarar yarattılar. Ama bu olaylar toplumda, sağ basının beklendiği infiali yaratmadı. Aksine, “nihayet birileri protesto ediyor” ruh halini tetikledi. Öğrenci olayları, üniversite işgalleri geçen hafta, halkın ilgisini giderek artan bir biçimde çekerek parçalanmış polis minibüsünün önünde polis kaskıyla gazetecilere poz veren öğrencinin, “Artık hayatta kimse bana iş vermez” sözlerindeki içtenliğe gülümseyen bir sempatiyi de yanına alarak devam ediyor.
1968 öğrenci olaylarının emektarlarından Anthony Barnett’in, sol-liberal eğilimli Opendemocracy sitesinde vurguladığı gibi, 68’in aksine bu kez öğrenciler toplumda marjinalleştirilemiyorlar. Çünkü hemen herkes, öğrencilerin salt kendi harçları için mücadele etmediğini, konuta, sağlık hizmetlerine gelince kaynak yokluğundan yakınan İngiltere hükümetinin İrlanda bankalarına yardım etmek için aniden milyarlarca sterlin bulabildiğini, bunun yükünün de kendi omuzlarına yükleneceğini görüyor. İtalya’nın başkenti Roma’da da öğrenci olayları toplumu sarsıyor.
Geçen hafta Portekiz’de sendikaların, hükümetin tasarruf önlemlerine karşı düzenledikleri genel grev büyük bir başarıyla gerçekleşmişti. İrlanda halkı da tepkisini göstermeye başladı. Güneybatı Donegan bölgesi seçimlerinde hükümet partisi Fianna Fail’in oyları yüzde 51’den yüzde 21’e düşerek adeta buhar olurken, Sinn Fein’in adayı yüzde 39 oy alarak, Belfast Telegraph’ın deyişiyle “rakiplerinin ürerinden buldozer gibi geçti”. Sinn Fein’in adayı Pearse Doherty, “Seçmenin yalnızca hükümetin dört yıllık planının değil, IMF’nin İrlanda’nın işlerine burnunu sokmasına da hayır dediğini söylüyordu” (Irish Examiner, 27/11). Irish Independent’in başyazısı da, “bu sonucun bundan sonra yaşanacakların bir işareti olduğunu” yazıyordu. Cumartesi günü de, İrlanda İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun düzenlediği protesto yürüyüşüne son derecede kötü hava koşullarına karşın 100 binden fazla işçi, öğrenci, emekli katılıyordu (The Guardian, 28/11).
Halkın refah düzeyine yönelik saldırılar yaygınlaşırken, toplumsal muhalefetin tepkisi yükselirken bu “hava değişikliğinin” siyasi iklimi de etkilemeye başladığı görülüyor. Toplumsal muhalefetin baskısı nihayet, en azından İngiltere’de sosyal demokrasiyi sola doğru itmeye başlıyor. İngiliz İşçi Partisi’nin yeni başkanı Ed Miliband, geçen hafta, muhafazakâr basının olası tepkilerine aldırmadan, kendisine yönelik eleştirilere cevap olarak “Evet ben kızılım, sosyalistim ve bununla da gurur duyuyorum. Öğrenciler davalarında çok haklılar, ben de onlara katılmayı düşünüyorum” dedi. Hafta sonunda İşçi Partisi’nin Ulusal Politika Forumu’nda konuşan Miliband, “Yeni İşçi Partisi”nin ötesine geçerek artık halktan, ekonomik krizde ezilenlerden yana yeni politikalar geliştirmek, partinin doğal tabanıyla yeniden buluşmak gerektiğini savunarak partiyi bu yönde yeniden şekillendireceklerini ileri sürdü.
Miliband’ın açılımını, yükselmeye başlayan toplumsal muhalefeti İşçi Partisi içine hapsetme çabası olarak değerlendirebiliriz. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan, sosyal demokratların, ancak kendi sollarından bir baskı geldiğinde sola dönmeye başlaması. Bu sola dönüş başladığında ülkedeki egemen siyasi söylem de değişmeye ve sosyalistlerin kendilerini daha iyi anlatmalarına olanak verecek sınıf mücadelesi kavramlarını da içine almaya başlıyor. “Yeni CHP” üzerine düşünürken bu gelişmeleri de göz önüne almak yararlı olabilir.
CUMHURİYET – ERGİN YILDIZOĞLU