GÜVENLİK VE ÖZGÜRLÜK İKİLEMİNDE ÖRGÜTLENME
12 Eylül darbesiyle demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partiler faaliyetten alıkonulmuş, 12 Eylül anlayışıyla yeni siyasi partiler yasası çıkarıldıktan sonra, 12 Eylül´den ders almış partilerin kurulabileceği ifade edilmiştir.
12 Eylül darbesiyle demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partiler faaliyetten alıkonulmuş, 12 Eylül anlayışıyla yeni siyasi partiler yasası çıkarıldıktan sonra, "12 Eylül’den ders almış" partilerin kurulabileceği ifade edilmiştir.
O dönemde çıkarılan ilgili yasaya göre kurulan ve faaliyete geçen "ders aldıkları söylenen" partilerle de, bugünkü demokrasimizin temeli atılmıştır. Parti içi demokrasiyi parti içi hiyerarşinin gerisinde bırakan, çoğulculuk yerine çoğunluk ve baskın gücü öne çeken anlayış ve örgütsüzlük temeline dayanıp, o dönemden kalan bu yasanın yerine, yeni bir yasa çıkarılmadığı için de, siyaset hâlâ daha 12 Eylül kurallarıyla yapılmaktadır!
Partilerin sicilleri bile 12 Eylül’den beri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca tutulmaktadır. Bu başsavcılığın parti soruşturmalarında görevli olması, parti sicillerini de tutmasını zorunlu kılmazken; bugün 12 Eylülle mücadele ettiklerini söyleyen partilerden, 12 Eylül mantığının uçuk bir örneğini oluşturan kendileriyle ilgili bu duruma bile tek bir ses çıkmamaktadır.
Bu fotoğrafta, partilerin hâlâ daha, 12 Eylül’e, kendi başkanlarına ve sicilleriyle de başsavcılığa bağlı olduğu; bugün adına ileri demokrasi denilse bile, örgütlenmenin yine güvenlik sorunu olarak algılandığı görülmektedir. Sistem içinde 12 Eylül iradesinden ders almayan parti bulunmadığı için, bu partiler de 12 Eylül’e açıkça karşı koymamaktadır. 12 Eylül’ün beş generali güç sahibiyken yüzde 92 oy oranıyla kabul edilen, sonrasında ise her türlü eleştiriyi alan 1982 Anayasası hatırlandığında, hazırlanan yeni anayasa; bu anayasaya ve içeriğine evet diyen dört parti başkanı değiştiğinde, yine aynı soruna muhatap olacaktır.
Amaç demokratik ortamı canlandırmaksa, öncelikle seçim ve siyasi partiler yasası değiştirilmelidir. Aksi halde yeni anayasanın birinci adımının 2010’un 12 Eylül’ünde atıldığı da hatırlandığında, söylenenin aksine, bu süreç adına ileri demokrasi denilen, sivil bir 12 Eylülcü yapıya hizmet edecektir! Hatırlanacak olursa 12 Eylül döneminde, ülkeyi güvenlik ortamına taşımak gerekçesiyle, tüm sendikaların da faaliyetlerine son verilmişti!
Bugün işçi ve kamu görevlileri sendikaları faaliyettedir ama tüm sicil dosyaları bile emniyet müdürlüklerince tutulmaktadır! Örgütlenme özgürlüğünün ne durumda olduğu, bu örnekle bile ortadadır. Yakın tarihte sendikal örgütlenme alanında yaşananlar da hafızalarda olup; polislerin ve yargıçların sendikalaşma sürecinde karşılaştıkları da tam bir kara mizahtır!
Bugün hakim gücün yanında yer alan örgütler hiç bir sorun yaşamazken; bu gücün yanında yer almayan yeni sendikalar ve örgütler ise, her türlü sorunlarla baş başadır. Çözüm, demokratik hukuk devleti ortamında, doğal olarak karar mercilerinden ve partilerden beklenmekte ise de; onlar "ders aldıkları" yapıyı sorgulamayınca, örgütlenme konusu 12 Eylül’deki gibi güvenlik sorunu olmaya devam etmektedir.
Bu tabloyu düzeltmenin yolu, demokratik hukuk devleti olabilmekten, örgütlenmenin de özgürlük konusu olduğunu kavrayarak, ezberleri terketmekten; örgütlü mücadeleye de kararlılıkla devam etmekten geçmektedir. Artık Türkiye’de de bu anlayışla yola çıkan bir Yargıçlar Sendikası bulunmaktadır.